23 Nisan 2013 Salı

Beşikçi: Siyasi haklar tanınmadan ‘helalleşme’ olmaz!









Sosyolog ve araştırmacı yazar İsmail Beşikçi müzakere sürecini değerlendirdi. Beşikçi, devletin Kürtlere hiçbir şey vermeden, veriyormuş gibi yaparak, ama Kürtleri de hiçbir zaman muhatap kabul etmeyerek, yeni bir süreç başlattığını ifade ediyor. Beşikçi, barış konusunda Kürtlerin Türk yöneticileri gibi düşünmediğini, Kürtlerin barışı haklarını ve özgürlüklerini garanti altına alan bir sistem olarak düşündüklerini belirtiyor. Devletin Kürtleri hala bir halk olarak tanımadığını söyleyen Beşikçi, Abdullah Öcalan’ı tanıması, onunla konuşması, Kürtleri tanıdığı anlamına gelmediğini, PKK, BDP, Kandil ve KCK’nin bu durumun bilincine varmaları gerektiğinin altını çiziyor.

Resmi ideolojinin ürettiği bilgiler eleştirilmelidir diyen Beşikçi, “ortak tarih”, “misak-ı milli, “Çanakkale ruhu”, “İslam kardeşliği” gibi kavramların, Öcalan’ın görüşleri bağlamında PKK, BDP’nin resmi ideolojiye ve AKP’ye ne kadar yakın olduğu tespitinde bulunuyor. İsmail Beşikçi, Öcalan’ın, Rum, Ermeni, Yahudi lobilerinden şikayet etmesini ise, devleti kollayan Ermeni, Rum-Pontus, Süryani soykırımını gizleyen bir görüş olarak değerlendiriyor.

Çetin Çeko : Sayın Beşikçi, bir kısım çevreler hükümetin MİT aracılığıyla Öcalan’la sürdürdüğü müzakerelerin Kürt sorununun çözümüne yönelik olduğunu belirtirlerken, bir kısım çevreler de Kürt hareketinin “Türkiyelileştirilmesi”, Kürt sorununun sürdürülebilir bir kriz şeklinde idare edilmesi süreci olarak değerlendirmekte. Sizce söz konusu müzakerenin hedefi nedir?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kürd sorunu diye bir sorun yoktur, barış PKK’nin silahlarını bırakıp ülkeyi terk etmesidir diyor.

Bu tutumun irdelenmesinde yarar vardır. Başbakan için, Filistinli Arapların sorunu vardır. Bu Filistin’in bağımsızlığı sorunudur. Bosnalı Müslümanların sorunu vardır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası kurumlar tarafından, Örneğin, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, İslam Konferansı, Arap Birliği gibi uluslararası kurumlar tarafından, ABD; İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya gibi devletler tarafından tanınmaması bir sorunudur. Ama Başbakan için, Türk yöneticiler için Kürd sorunu diye bir sorun yoktur. Bu çelişkinin kavranması ve irdelenmesi önemlidir.

Örneğin, iki ay kadar önce, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’’nda, Filistin için, gözlemci devlet kararı alındı. Bu kararı Türkiye’de herkes, sağcılar, solcular, liberaller coşkuyla alkışladı. Ama, Kürdlere sıra gelince, “Kürd devleti, Kürd federasyonu Kürdler için iyi değildir” deniyor. Herkes böyle söylüyor. Kürdlerin de böyle söylemesi aymazlıktır. Dünyada herkes için iyi olanın, Kürdler için neden iyi olmadığı başta Kürdler, Kürd aydınları tarafından düşünülmesi gereken bir konudur.

Halbuki Kürd sorunu Oratadoğu’da çok ağır bir sorunudur. Kürd/Kürdistan sorunu, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması ve bağımsız devlet kurma haklarının gasp edilmesidir. Emperyal güçlerin 1920’lerdeki en kalıcı, en derin, en yaygın operasyonu budur. Büyük Britanya, Fransa, gibi emperyal güçler, bu operasyonlarını, Ortadoğu’daki, Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle işbirliği yaparak gerçekleştirmişlerdir. Ulusların kendi geleceklerini tayin hakkının, gerek Lenin, Stalin, Troçki gibi Sovyetler Birliği yöneticileri tarafından, gerek ABD Başkanı Wilson tarafından savunulduğu bir dönemde, Kürdlerin ve Kürdistan’ın böyle bir felaketle karşılaşması dikkate değer bir durumdur. 

Bu durumda, Kürdler, bazı temel ilkelerden taviz vermemelidir. Kürdler kendi kendilerini yönetebilmelidir, Kürdler kendi geleceklerini belirleme hakkına sahip olmalıdır. Bu açıdan Kürdçe mecburi eğitim vazgeçilmez bir ilke olmalıdır.
Hükümet ile Öcalan arasında varılan mutabakatın içeriği bilinmiyor. BDP ve PKK’nin bile bu konuda tümüyle bilgi sahibi oldukları konusunda kuşkular var. Murat Karayılan, “Erdoğan’ın bir çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi? Daha bilmiyoruz bunları…” diyor. BDP ve PKK gerçekten Öcalan’ın söylediklerine iknalar mı? Yoksa Öcalan faktöründen dolayı söylenenlere evet demek zorunda mı kalıyorlar?
Barış konusunda Kürdler şüphesiz Türk yöneticiler gibi düşünmüyor. Kürdlerin haklarını ve özgürlüklerini garanti altına alan bir sistemi düşünüyor. Neden böyle bir sorun var sorusunu ilk önce sormak gerekir. Cumhuriyet’le birlikte, Kürdlerin demokratik hakları ve özgürlükleri gasp edilmiş. Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan ve Kürd milleti olmaktan doğan hakları gasp edilmiş. Bundan dolayı sorun var. O zaman bu hakların iade edilmesi gerekir. Barış ancak böyle gerçekleşir.

Görüşmelerin, cezaevinde tutulan Abdullah Öcalan tarafından yürütülüyor olması ve Abdullah Öcalan’ın son sözü söyleyen kişi olması çok önemli bir zaaftır. “İrademiz Öcalan” anlayışı yanlıştır.

Devlet, Kürdleri hala bir halk olarak, millet olarak tanımamaktadır. Abdullah Öcalan’ı tanıması, onunla konuşması, Kürdleri tanıdığı anlamına gelmemektedir. PKK/BDP, Qandil’deki, Avrupa’daki yöneticiler ve KCK bu durumun bilincine varmalıdır.

Başbakan, “pazarlık yok” diyor, “taviz vermedik” diyor. Gasp edilen hakların özgürlüklerin iadesi taviz midir? Bugünlerde kullanılan kavramlardan bir de “helalleşme”dir. Gasp edilen haklar ve özgürlükler konusunda bir gelişme olmadan “helalleşme” olur mu? Nasıl olur?
Devletin üç bine yakın cinayeti var. Kürdler devlet güçleri tarafından kaçırılmış, işkenceli sorgularla yok edilmiş. Aileler, uzun çabalar sonunda yakınlarının, çocuklarının cesetlerin, kemiklerine ulaşabilmişler, onlar için bir mezar yapabilmişler.
“Faili meçhul” denen üç bine yakın bir cinayet daha var. Devlet güçleri Kürdleri kaçırıp yok etmiş. Katletmiş. Aileler, yakınlarının, çocuklarının bütün aramalarına, soruşturmalarına rağmen, kemiklerine bile ulaşamamışlar… Bunların aydınlığa kavuşması için “hakikatleri araştırma, yüzleşme komisyonu” gerekmez mi? Bütün bunlar, karanlıkken, “helalleşme”den nasıl söz edilebiliyor?  Türk yöneticiler “geçmişi unutalım” diyorlar. Kürdler, bu durumda, geçmişi nasıl unutabilirler?

Bu arada, 1921 Anayasası’ndan da söz etmek gerekir. 20 Ocak 1921 tarihli ve 85 sayılı yasa Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olarak bilinmektedir. Bu yasanın 10, 11 ve 12. Maddeleri ademi-i merkeziyetten, özerklikten söz etmektedir. 10. Maddede, “vilayet, mahalli umurda manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir” demektedir. 11. Madde, vilayet şuraları seçiminden 12. Madde ise, vilayet şuralarının yönetiminden söz etmektedir.

1921 Anayasası’nın bu maddeleri, 29 Ekim 1923 günü, yani Cumhuriyet’in ilan edildiği gün sessiz bir şekilde değiştirilmiştir. 29 Ekim 1923 günü, 364 sayılı kanunla,  10. Madde, “Türkiye Reisicumhuru, TBMM heyet-i umumiyesi tarafından seçilir” şeklinde değiştirilmiştir. 11. Madde, “Türkiye Reisicumhuru devletin reisidir…” şeklinde değiştirilmiştir. 12. Madde, “Başvekil, Reisicumhur tarafından ve meclis azasından intihap olunur” şeklinde değiştirilmiştir.

1921 Anayasası’nın yürürlükte kalması 2 yıl, 8 ay, 8 gündür. 1921 Anayasası’ndaki adem-i merkeziyet ilkesi, 1924 Anayasası’na varmadan, sessiz bir şekilde değiştirilmiştir. Bu Türk yöneticilerin, Mustafa Kemal’in niyetini göstermesi bakımından irdelenmesi gereken bir süreçtir.

Abdullah Öcalan, PKK/BDP, Qandil’deki ve Avrupa’daki yöneticiler, KCK 1921 Anayasası üzerinde çok duruyorlar. Önemli olan bu anayasada, 29 Ekim 1923 günü, sessiz bir şeklide yapılan değişikliklerdir. Bu tutumun irdelenmesi, Türk yönetiminin nasıl bir yönetim düşündüğü, Kürdlerin nasıl yönetileceği konusunda önemli bir fikir vermektedir. 1921 Anayasası’na, adem-i merkeziyet ilkesinin konulması konjonktürel bir durumdur. Savaş koşullarında böyle bir hükmün yararlı olacağı düşünülmüştür. 1923’de, Yakındoğu İşleriyle İlgili Lozan Antlaşması imzalanıp devlet güçlü bir şekilde ortaya çıkınca, ilk iş bu temel ilkenin terk edilmesi olmuştur.
Oslo görüşmelerinde bir sonuca varamayan AKP hükûmeti ile Öcalan ve PKK'nin tekrar bir ucu yarı açık 'süreç' başlatmalarına neden olan bölgesel ve uluslararası koşullar nelerdir?
Kürdler artık Ortadoğu’da önemli bir güçtür. Kürdistan sorunu, artık, uluslararası bir sorundur. Bu durumda, Türk yöneticiler, Kürdlere hiçbir şey vermeden, veriyormuş gibi yaparak, ama Kürdleri de hiçbir zaman muhatap kabul etmeyerek, yeni bir süreç başlatmak gereğini duymuştur. Artık, inkar ile imha ile bu durumu götüremeyeceğinin bilincine varmıştır.

PKK, BDP dışındaki Kürt kesimlerinin Öcalan’a yönelik iki temel önemli eleştirileri söz konusu. Birincisi, Öcalan’ın tutsaklık koşullarından dolayı baş müzakereci olmasının yanlış olduğu. İkincisi gerillanın otuz yıllık mücadele sonucu hangi kazanımlarla kayıtsız şartsız geri çekilmek zorunda bırakıldığı. Bu eleştiriler konusunda neler söylemek istersiniz?
Görüşmelerin MİT ile yapılması, Abdullah Öcalan’ın son sözü söyleyen kişi olması yanlıştır. Görüşmelerin hükümetle yapılması gerekir. Çünkü, MİT bir güvenlik kurumudur. Her zaman Türkiye’nin güvenliğini gündeme getirir. Kürd/Kürdistan sorunu da Türkiye’nin güvenliği için tehdit olarak algılanır. Kürd/Kürdistan sorunu ise, politik bir sorundur.  Bu bakımlardan, görüşmelerin hükümetle yapılması gerekir.
Öcalan’ın Diyarbekir Newrozu'nda okunan mesajında atıfta bulunduğu “ortak tarih”, “misakı milli”, “Çanakkale ruhu” ve İslam’a vurgu yapan düşüncelerini içeren “yeni paradigmasını” nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Ortak tarih”, “misak-ı milli, “Çanakkale ruhu”, “İslam kardeşliği” gibi kavramlar, PKK/BDP, görüşlerinin, Öcalan’ın görüşlerinin resmi ideolojiye, AKP’ye ne kadar yakın olduğunu göstermektedir. “İslam kardeşliği”, Ezidi Kürdleri, Alevi Kürdleri Kürd birliğinin dışında bıraktığı için yanlıştır.

Çanakkale’de birlikte savaşmak, Kıbrıs’ta, Kore’de birlikte savaşmak, Kürd-Türk kardeşliğinin bir göstergesi falan değildir. Bu savaş kimin savaşıydı. Siyasal eşitlik olmadan kardeşlik falan olmaz. Ayrıca, şunun da sorulması gerekir. Çanakkale’de birlikte savaştık.  Daha sonra neler oldu? “Kıbrıs’ta, Kore’de birlikte savaştık” daha sonra neler oldu? Çanakkale, Kıbrıs, Kore kimlerin savaşıydı, kimler için savaşıldı?
“İslam Kardeşliği” sloganının, Kürdleri kandıran, avutan bir slogan olduğu da dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Kürdler bu sloganın da bilincine varmalıdır. Kürdlerin haklarını özgürlüklerin kısıtlayanların, bu konuda, emperyal devletlerle işbirliği yapanların hep İslam devletleri olduğu açıktır. İslam devletleri her zaman da, “İslam kardeşliği” sloganının kullanarak bu engellemeleri yapmışlardır. İbrahim Sediyani’nin, “Kürdleri kandıran, Bengal Halkını Kandıramayan İslam kardeşliği” yazısı bu bakımdan önemli bir yazıdır. Kadir Amac’ın “Kürdistan’ı Sevme Sanatı” başlıklı yazısı da öyledir.

Kürdler, hakları, özgürlükleriyle ilgili olarak, hep İslam devletleriyle mücadele içinde oldular. Müslüman Bengal halkının, Müslüman Pakistan devletine karşı mücadelesinde “İslam kardeşliği” sloganı kullanılmıştır. Haklarını ve özgürlüklerini kazanması bakımdan Müslüman Bengal halkının bu slogana yaklaşımı ve mücadelesi incelenmesi gereken bir süreçtir.
Öcalan merkezli PKK ve BDP ile sürdürülen Kürt sorununun olası çözümüne ilişkin müzakerelerde bunun dışında kalan diğer Kürt örgütleri, sivil toplum kuruluşları, Ermeni,Süryani, Alevi ve kanaat önderleri temsilcilerinin bu sürecin içinde aktif yer almaları, sürece dahil olmaları gerekmiyor mu? Gerekiyorsa bunun mekanizmaları nasıl oluşturulmalıdır?
Son 30 yıllık mücadelenin çok önemli bir kazanımı olmuştur. Artık Kürdlerle, Kürdistan’la ilgili her konu rahatça konuşulabilmektedir, tartışılabilmektedir. Bunda gerilla mücadelesinin şüphesiz çok büyük rolü vardır. Ama Kürdlerle, Kürdistanla ilgili araştırmalar yapılırken; Rum sorunu, Rum-Pontus sorunu, Ermeni sorunu, Süryani sorunu, Alevi sorunu gibi sorunlar da gündeme geldi. Daha doğrusu bu sorunların da bilincine vardık. Bütün bu sorunlara resmi ideolojinin bilgileriyle yaklaşmak yanlıştır.
20.yüzyılın ilk çeyreğinde, İttihat ve Terakki’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nu Türk milleti odak noktasında yeniden organize etme anlayışı, Osmanlı ekonomisini Türkleştirme anlayışı dikkate değer bir süreçtir. Bu dönem, halklar arasındaki ilişkiler, bilimin kavramlarıyla bütün boyutuyla incelenmelidir. Resmi ideolojinin ürettiği bilgiler eleştirilmelidir.

Abdullah Öcalan’ın, Rum, Ermeni, Yahudi lobilerinden şikayet etmesi, devleti kollayan bir görüştür. Ermeni soykırımını, Rum-Pontus soykırımını, Süryani soykırımını gizleyen bir görüştür. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, Osmanlı İmparatorluğu’nda, Ortadoğu’da yaşanan en önemli olaylar bunlardır. Bu konularda, resmi ideolojiyi eleştirmek gerekirken, ona haklılık kazandıran açıklamalar yapmak yanlıştır.
Kürt ulusunun özerk, federe veya bağımsız bir siyasal statüye kavuşmadan Ortadoğu’da kalıcı bir barış istikrarın sağlanması mümkün müdür?
Kürdler bir statü sahibi olmadan Ortadoğu’da sorunlar çözülmüş olmaz. Kürdler, en azından bir federasyona sahip olmalıdır. “Sınırlar kalkıyor, bütünleşme oluyor” anlayışı yanlıştır. Bu, Kürdleri kandırmak, oyalamak için üretilmiş bir düşüncedir. Daha büyük yapılarda devletler bir araya geliyor, ama herkes oraya kendi kimliği ile giriyor. O birliklere girenlerin hepsi siyasal bakımlardan birbirlerine eşit. Kürdler henüz Kürd/Kürdistan kimliğini bile kazanamamışken o birliklerde nasıl yer alabilirler?

Hiçbir yerde de sınırlar falan kalkmış değil. Örneğin Kürdler bunu Filistinli Araplara söyleyebiliyorlar mı? Filistinli Araplara, “Ne diye devlet peşinde koşuyorsunuz, Yahudilerle kardeş kardeş yaşayın…” diyebiliyorlar mı? Filistinli Araplara, Kuzey Kıbrıs Türklerine, Bosnalı Müslümanlara diyemediklerini neden Kürdlere söylüyorlar? Bu sağlıklı bir söylem değildir. Yaranmacı bir politikadır. Kürd/Kürdistan kimliğinin kazanılması, Kürdçe mecburi eğitim, Kürdler için vazgeçilmez talepler olmalıdır.
Kürtler için federasyon, bağımsız devlet gündeme geldiği zaman, özellikle PKK/BDP çevresi,  “diyelim ki bağımsız devlet oldu, bu hangi sorunu çözecektir?” şeklinde karşı bir soru soruyorlar. Bu konuda ne demek istersiniz?
Bu soru yanlış bir sorudur. Kürd kimliğini, Kürdistan kimliğini küçümseyen, önemsemeyen, resmi görüşe arka çıkan bir anlayıştır. İşaret edilen de Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir.

Bugün, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, gelir dağılımında dengesizlikler, bozukluklar olabilir. Rüşvet, yolsuzluk, akraba kayırma gibi sorunlar olabilir. Bunlar, Kürdlerin kendilerinin halledecekleri sorunlardır. Sağlıklı toplumsal politikalarla, Kürdler bu şikayetlerin asgariye inmesini sağlayabilirler. Ama Kürdlerin önce, Arap yönetimiyle, daha sonra da Türk ve Fars yönetimleriyle sorunlarını çözmesi gerekir.

“Dünya uluslar ailesi içinde eşit koşullarda yer almak” diye bir sorun vardır. Bugün, Türkiye 2014 Dünya Futbol Şampiyonası’na katılıyor. Avrupa klasmanında ise D grubunda katılıyor. Bu grupta yer Alan 6 devletten biri de Andorra. Andorra şimdiye kadar oynadığı 6 maçta hiç puan alamamış. Ama Dünya Futbol Şampiyonası’na katılıyor, “Avrupa Futbol Şampiyonası”na katılıyor. Olimpiyatlara katılıyor.

Andorra, Avrupa’da 40 bin civarında nüfusu olan bir devlet. Avrupa Konseyi’nin, Birleşmiş Milletlerin üyesi. Çeşitli uluslararası toplantılarda, komisyonlarda temsil ediliyor. Sen Ortadoğu’da 40 milyonsun, 50 milyonsun, belki 50 milyondan da fazlasın. Ama senin adın uluslararası toplantılarda, hiçbir yerde geçmiyor, sadece “terör” denildiği zaman geçiyor. Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Konseyi’nde, Avrupa Birliği’inde, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda, İslam Konferansı’nda, hak-hukuk, özgürlük söz konusu olduğu zaman sen yoksun. Senin adın sadece “terör” denildiği zaman geçiyor. “Terörü yok edeceğiz, terörün kökünü kazıyacağız” şeklinde… Bu seni rahatsız etmiyor mu?  Resmi görüşe arka çıkmak senin hangi sorununu çözmüş? Sen şimdiye kadar neyin mücadelesini verdin? Ne için mücadele ettin?

Federasyon, bağımsız devlet söz konusu edildiği zaman, “diyelim ki bağımsız devlet oldu, bu hangi sorunu çözecek?” diyenler, önce bu ilişkiler üzerinde durmalıdır. Ortadoğu’da, Türkler, Araplar ve Farslarla kendi konumlarını karşılaştırmalıdırlar. Örneğin, Başbakan, 31 Mayıs 2010’daki Mavi Marmara saldırısında ve bu saldırıda 9 Türk vatandaşının ölümünden dolayı, İsrail’e karşı yoğun bir siyaset yürütmüştür. Filistinlilerin ve Türklerin haklarını aramıştır. Ama 27 Aralık 2011’de meydana gelen Roboski katliamı mağdurlarını hiç dinlememektedir, Kürdlerin taleplerini hiç önemsememektedir!  Bu neden böyle olmaktadır? Senin bu konuyla ilgili düşüncen nedir diye sormak gerekir.
Kürtler, eğer hükümet samimi ise müzakerelerin sadece MİT-Öcalan görüşmeleriyle sınırlı kalmaması, meclisin de sürece dahil olmasını istemekte. İktidar, Kürt sorununu resmiyette belgelendirmeden, muhataplığı resmi olarak kabul etmeden hala Kürtlerin varlığını suya yazılmış kelimelerle telaffuz etmiyor mu? Yeni anayasa tartışma ve önerilerini, “Akil İnsanlar Grubu” oluşumunu da dikkate alırsak sürece ne kadar umutla bakabiliriz?
Kürd/Kürdistan sorunu açıkça ortada durmaktadır. Bu durumda, akil insanlara önemli bir görev düşmektedir. Akil insanların, Kürdlere, PKK’ye söyleyeceği bir şey yoktur. Akil insanlar devlete, “Kürdlerin haklarını tanı” demelidirler. Devlet, hükümet, bunu kabul eder veya etmez. Ama bu ortamda, akil insanların devlete, hükümete söyleyeceği bu olmalıdır. Sorun açık bir şekilde ortada durmaktadır. Sorun, Cumhuriyet’le birlikte, Kürdlerin hakları ve özgürlükleriyle ilgilidir. PKK’nin ortaya çıkışının temel nedeni bu gasptır. O zaman akil insanlar devlete, hükümete böyle söylemelidirler.

Akil insanların, koruculuğun kaldırılması konusunda da devlete önerilerde bulunması gerekir. Devletin, bugün, Özgür Suriye Ordusu’nu el altından silahlandırdığı biliniyor. Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye, bu silahlandırmayı gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Özgür Suriye Ordusu, sadece,  Baas Partisi’nden ayrılanlar tarafından oluşturulmuş değil. Müslüman kardeşler, El-Kaide, Hizbullah da Özgür Suriye Ordusu içindeler. Özgür Suriye Ordusu’nun silahlandırılması demek, El-Kaide’nin, Müslüman Kardeşler’in, Hizbullah’ın silahlandırılması demektir. Öte yandan, Ortadoğu’da herkes silahlıdır. Durum buyken, Kürdlerin, PKK’nin silahsızlandırılması gayreti dikkatlerden uzak değildir.
Katar’ın durumunda da ayrıca işaret etmek gerekir. 300 bin nüfuslu Katar, Ortadoğu’da 40 milyonun üzerinde nüfusu olan Kürdlerin geleceğini belirlemeye çalışmaktadır. Bu da dikkatlerden uzak değildir.

Bir ay kadar önce, 300 civarında Türk aydını Türklük bildirisi yayımlamıştı. İçlerinde, profesörler, emekli generaller, emekli savcılar, yargıçlar, siyasetçiler, gazeteciler, iş adamları vs. vardı. Türk sözünün anayasadan çıkarılmamasını istiyorlardı.
Türkler, Türklükleriyle istedikleri gibi övünebilirler. Ama Türk’ü Kürd’e teşmil etmeleri, Türklüğü Kürd’e dayatmaları,  “Türk herkesi kapsayan bir üst kimliktir” demeleri bir kandırmaca, bir avutmacadır. Bu bir riyakarlıktır! İster profesörler olsun, ister generaller, savcılar, gazeteciler, iş adamları vs. olsun durum budur. Kürd kimliğini açıkça tanımayan, Kürdçe mecburi eğitime, Kürdlerin kendi kendilerini yönetmesine, Kürdlerin kendi geleceklerini belirlemesine yol vermeyen bir anayasa, Kürdler için yeni bir anayasa değildir.

Türk’ün üst kimlik olarak kabul edilmesi, Kürdleri ille de biz Türkler yönetecek demektir. Halbuki Kürdler kendi kendilerini yönetebilmelidir. Demokrasi budur. Türkler, Türk kimlikleriyle istedikleri kadar övünebilirler. Ama, Kürdleri ille de ben yöneteceğim demek, ırkçılıktır, faşizmdir.

14 Nisan 2013 Pazar

İslam kardeşliği, Kürtleri kandırmak içindir!



İsmail Beşikçi

Türkiye'de, barışın oluşmasını sağlayacak bir ortamın oluşması gerektiğine dikkat çeken sosyolog İsmail Beşikçi, Öcalan'ın söyleminin iktidarla örtüştüğünü belirtti. "İslam kardeşliği, Kürtleri kandırma sloganı" diyen Beşikçi "Misakımilli'yle egemenlerin arzusunun" ifade edildiğini dile getirdi.
İşte Cumhuriyet’ten Türey Köse’nin o söyleşisi:
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “akil insanlar” komisyonunda yer almasını önerdiği sosyolog İsmail Beşikçi, “görüşmeleri Öcalan’ın yapmasının yanlış olduğunu, BDP’nin sürecin aktörü olması, mektup getirip götürmekle yetinmemesi gerektiğini” söyledi. Öcalan’ın söyleminin iktidarla örtüştüğünü vurgulayan Beşikçi, “Öcalan’ın inkârcı, asimilasyoncu, ırkçı, sömürgeci, Türk-İslam sentezi anlayışı sloganlarına sarılması devleti rahatlatabilir ama Kürtlere bir hak, özgürlük getirmez. İslam kardeşliği Kürtleri oyalama, kandırma sloganıdır” eleştirilerini dile getirdi. Beşikçi, Öcalan’ın “Mandelalaştığı” saptamalarına da karşı çıkarken “Mandela cezaevindeyken, Afrika Ulusal Konseyi ile görüşün, dedi. Öcalan da BDP’yi göstermeli” dedi.
“Sarı Hoca” olarak anılan İsmail Beşikçi, yaşamını Kürtlerin varlığını kanıtlamak için mücadeleye adamış. Üstelik, kendisi Kürt de değil. İsmail Beşikçi Vakfı internet sitesinde “Türk ve Hanefi bir ailenin çocuğu” olduğunun altı çiziliyor. 1962 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Bölümü’nden mezun olmuş. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Kürsüsü’nde çalışmaya başlamış. Ancak ihbarlar üzerine soruşturma açılmış ve üniversitedeki görevine son verilmiş. Daha sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde göreve başlamış. Sonrasında, hayatının 17 yılından fazla süresini hapishanelerde geçirmiş. Öcalan’ın “akil insanlar” arasında yer almasını istediği Beşikçi, “Yazılı basında birkaç yerde adımı gördüm” diyor, ancak henüz iktidar tarafından arayan olmamış. Kürt sözcüğünü Kürd olarak kullanan ve doğru söyleyişin bu olduğunu ifade eden Beşikçi, sorularımıza şu yanıtları verdi:
ÇÖZÜM İÇİN BAZI İLKELER VAR
- Akil İnsanlar Komisyonu’nun işlevi ne olur, Başbakan’ın seçmesi doğru mu?
- Bu komisyonun işlevi, tarafların buna verdikleri anlama göre değişir. Kürd sorununda çözüm elbette önemlidir. Bunu temel bazı ilkeleri vardır. Kürdlerin kendi kendilerini yönetmesi, kendi geleceklerini belirleme hakkı, anadilinde yani Kürd dilinde mecburi eğitim temel ilkelerdir. Başbakan’ın düşündüğü, bu gelişmeleri sağlayacak ortamın oluşmasına tıkaç olacak bir komisyondur. Bunun için üyelerini bile kendisi seçmek istemektedir. Barış için, Akil Adamlar Komisyonu’ndan önce, Türkiye’de, barışın oluşmasını sağlayacak bir ortama gerek vardır. Başbakan, Filistinliler konusunda ne gibi haklar ve özgürlükler düşünüyorsa, Kürdler için de bunları düşünebilmelidir. Eğer düşünmüyorsa, bunun neden böyle olduğu sorgulanmalıdır.
- İktidar çekilme sürecinde Meclis’in devreye girmesini istemiyor. Meclis’i devreye sokmadan, “akil insanlar” vs. sonuç almak mümkün mü?
- İktidar için önemli olan gerillaların geri çekilmesidir. Kürdler için önemli olan ise Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan, Kürd milleti olmaktan doğan haklarıdır. Öcalan’ın bunları dile getirmemesi yanlıştır. Bazı kazanımlar olması gerekir. O kazanımlara göre süreç gelişir. Meclis’te konuşulabilir, tartışılır.
- Bu süreçte kan duracak mı? Ayrıca, siz öteden beri federasyonu savunuyorsunuz. Bu konuda bir öngörünüz var mı?
Neden kan akıyor? Bunun temel nedeni, Kürdlerin Kürd toplumu olmaktan doğan haklarının gasp edilmesidir. Bu hakların kazanılması da önemlidir. Kürdler en azından federasyonu savunmalıdır. BDP’nin, Avrupa’daki Kürd siyasetçilerin, KCK yöneticilerinin, Kandil’deki PKK komutanlarının, Abdullah Öcalan’ın bizzat kendisinin, neden bunları savunmadıkları dikkate değer bir konudur. Ortadoğu’da Kürdler çok büyük bir nüfusa sahip, en az 40 milyon. Ayrı bir devlet gündemdedir.
KOPUKLUK DERİNLEŞİYOR
- Erdoğan’ı barış konusunda samimi buluyor musunuz? Silahların susmasının karşılığı Erdoğan’ın başkanlığı mı olacak?
- Barış konusunda Başbakan Erdoğan’ın ve Kürdlerin beklentileri çok farklıdır. Başbakan, barıştan, gerillaların sınır dışına çekilmelerini anlamaktadır. Başbakan’a göre başka da bir sorun yoktur. Kürdler ise Kürdlerin haklarının ve özgürlüklerinin kazanıldığı bir ortamı düşünmektedir. Başkanlık, Başbakan için önemli bir hedeftir. Ama Kürdlere bir hak vermeden veya en azını vererek bu işi kotarmaya çalışmaktadır. Başbakan’ın düşündüğü başkanlık değil ama ABD’de uygulanan başkanlık sistemi üzerinde konuşulabilir. ABD’deki sistem ile Başbakan’ın istediği sistem çok farklı. Orada Başkan’ı denetleyen kurumlar var.
- Umutlu musunuz? Bir sosyolog olarak toplumdaki bu kutuplaşma konusunda ne düşünüyorsunuz?
- Umutluyum diyemiyorum. Türk toplumu ile Kürdler arasındaki kopukluk sürüyor, derinleşiyor. Kopukluğu sağlayan devlet.
‘İSLAM KARDEŞLİĞİ, KANDIRMACASI’
- Öcalan’ın Nevruz mesajlarını nasıl değerlendirdiniz? “İslam kardeşliği” ve “Misakımilli” vurguları tartışma yarattı. Siz bu eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz?
- “Bin yıllık İslam kardeşliği”, “Çanakkale’de birlikte savaştık”, “Cumhuriyeti omuz omuza mücadele ederek kurduk” “Alevi-Sünni İslam kardeştir” “İslam Birliği”, “Misakımilli” gibi sloganlar, inkârcı, asimilasyoncu, ırkçı, sömürgeci, Türk devletinin, Türk-İslam Sentezi anlayışının sloganlarıdır. Öcalan’ın bu sloganlara sarılması devleti rahatlatabilir ama Kürdlere bir hak, özgürlük getirmez. “İslam kardeşliği”, Kürdleri kandıran, oyalayan bir slogandır. İttihat ve Terakki’den beri Türk egemenleri Kürdlere karşı hep bu sloganı kullanmışlardır. Cumhuriyet dönemi bunu daha ince politikalarla uygulamıştır. Öcalan, Kürdlerin haklarını ve özgürlüklerini hiç gündeme getirmeden, “Misakımilli”den söz etmektedir. Bu, devletin gizlemeye çalıştığı bir arzudur. Devletin, Türk egemenlerinin bu arzusunu Öcalan ifade etmektedir. Ama yaşama geçmesi artık mümkün değildir. Siyasal bakımdan eşitlik olmadan kardeşlik olmaz. “İslam kardeşliği” Kürdleri her zaman kandırmıştır. Ama, “İslam kardeşliği” sloganına kanmayan Müslüman halklar da vardır. İbrahim Sediyani’nin, “Kürdleri kandıran ama Bengal halkını kandıramayan ‘İslam Kardeşliği’” yazısı dikkate değer bir yazıdır.
- Öcalan’ın AKP iktidarının söylemiyle örtüşen, “neo-Osmanlı” mesajlar verdiği eleştirileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Burada AKP söylemiyle bir örtüşme vardır. 2 Şubat 2013’te Diyarbakır’da, Demokratik Toplum Kongresi Alevilik sorunu konusunda bir sempozyum düzenlemişti. Bu sempozyum daha başlamadan, DTK, “Alevilik İslamdır, Şiiliktir…” diye 12 sayfalık bir bildiri yayımlamıştı. Bu da AKP politikaları ve anlayışıyla örtüşmenin bir göstergesiydi. Araplar, Farslar ve Türkler, İslamı her zaman kendi milli çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır.
‘BDP AKTÖR OLMALI’
- Siz, “İstihbarat örgütleriyle olmaz, BDP sürece dahil olmalı” diyordunuz. Bir biçimde oldu. Bu yeterli mi?
- Bu şüphesiz yeterli değildir. Mektup getirip götürmek sürece dahil olmak değildir. BDP sürecin başta gelen aktörü olmalıdır. Direktif alan değil, tartışan bir konumda olmalıdır. Görüşmelerin MİT ile yapılıyor olması yanlıştır. MİT güvenlik örgütüdür. Kürd sorunu güvenlik sorunu değil, politik bir sorundur. Görüşmeler hükümetle yapılmalıdır. Görüşmeleri BDP ve Kürd sivil toplum örgütleri yapmalıdır. Tutsak Abdullah Öcalan’ın bu görüşmeleri yapması yanlıştır. Hindistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi sırasında, cezaevinde tutulan Gandi’yi bir İngiliz yetkilisi ziyaret eder. Gandi’yle süreç hakkında konuşmak ister. Gandi görüşmeyi reddeder. Gandi’nin İngiliz yetkiliye ne dediğini burada söylemek istemiyorum. BDP, Avrupa’daki Kürd siyasetçiler, KCK yöneticileri, Kandil’deki PKK komutanları, bu sözün, bu tutumun bilincinde olmalıdır. Abdullah Öcalan’ın bizzat kendisi de bu sözün, bu tutumun bilincinde olmalıdır.
- Öcalan’ın “Mandelalaştığı” değerlendirmelerine katılıyor musunuz?
- Katılmıyorum. Öcalan’ın görüşmeleri yapması doğru değil. Mandela cezaevindeyken Afrika Ulusal Konseyi ile görüşün, dedi. Öcalan da BDP’yi göstermeli. BDP aktör olmalı.

Halis’in İstifası, Aygün’ün Yorumları...



Mustafa Elveren – (Em. Öğrt.)
BDP Dersim il başkanı Sayın Şerafettin Halis’in görevinden istifa etmesi üzerine; “kurt dumanlı havayı sever” anlayışıyla bazı kişiler bu istifayı kendilerine göre yorumladılar.
Sosyal paylaşım medyasını çok iyi kullanan Tunceli milletvekili Sayın Hüseyin Aygün ile Dersim-Tunceli ismiyle internet üzerinden yayınlanan bazı web sayfaları da durumdan vazife çıkarmaya çalıştılar.
 Faceboox sosyal paylaşım sitesinde; “Şerafettin Halis İstifa Etti, Hüseyin Aygün Yorumladı” başlığı ile paylaşılan bir mesajda Tunceli milletvekili Sayın Hüseyin Aygün’ün Şerafettin Halis hakkında yaptığı yorumları dikkatimi çekti.
 Halis’in istifasını fırsat bilen Aygün, Dersim’deki siyasi durumu kendi lehine çevirmek için hemen sosyal medya üzerinden taraftarlarına şu mesajı verdi: “BDP İl Başkanı Sayın Şerafettin Halis söylendiğine göre 'Dersim ve Alevilik' hassasiyeti nedeniyle partisi BDP'den bugün istifa etti… BDP'ye 'Hoca' tarafından verilen 'yeni ve yine bir uyarıdır' da...”
 Aygün’ün bu mesajı üzerine Sayın Şerafettin Halis’i telefonla arayıp, olayı bizzat kendisinden öğrenmek istedim. Halis; “Partisinden istifa etmediğini, gördüğü lüzum üzerine sadece il başkanlığı görevinden istifa ettiğini, konuyu basına da bildirdiğini, bunun dışında başka bir şey yapmasının mümkün olmadığını…” söyledi.
 Şerafettin Halis’in telefonda bana aktardıklarını internet üzerinden paylaştım. Buna rağmen, onlar Halis’in yanıtını dikkate almadılar ve yayınlanan makalelerinden-açıklamalarından birkaç sözcüğü cımbızla çekip BDP aleyhine kullanmaya devam ettiler.
 Bu istifaya öyle çok sevindiler ki, daha düne kadar yerden yere vurdukları Şerafettin Halis’e birden bire methiyeler düzmeye başladılar.
 Sayın Aygün ve çevresi Şerafettin Halis’e istedikleri kadar methiyeler düzebilirler. Aygün Halis ile her ortamda kucaklaşabilir. Hatta üyesi olduğu partide birlikte siyaset de yapabilirler. Bana göre bu tür yaklaşımlar çok
normaldir. Ancak, bu istifa üzerinden halklar arasında çelişkiler yaratmaya çalışmak kabul edilemez.
 Tunceli Milletvekili Sayın Hüseyin Aygün’ün sosyal medyada paylaştığı mesajının devamında; “… Munzur Festivalleri Vanlının, Diyarbakırlının akınına uğramış, sahnedeki sunucu bile 'Vanlı' olmuştu, festivalin 'dilini' anlayan bir Dersimli yoktu, BDP'li ‘Dersim Belediyesi’ sanki Alevi bir halkın değil de Hakkari'deki Sünni-Şafi Kürtlerin bir belediyesi gibiydi…” Hüseyin Agün’ün bu mesajı tüm Kürtleri derinden üzdüğünü düşünüyorum.
 Sayın Aygün’ün bu can sıkıcı ve ırkçı mesajına karşılık ben de şu yanıtı yazdım; H. Aygün’ün Şafi dediği Kürt halkı; Amed, Van, Muş gibi birçok ilde Alevileri milletvekili seçiyor. H. Aygün ise, Dersimde festival sunucusu Vanlı olduğu için karşı çıkıyor. Pes yahu! (M. Elveren-twet)
 Şerafettin Hoca’nın istifasını bahane edip, Dersimcilik ve Alevicilik oyunlarıyla “Sünni-Şafi Kürtleri”küçümseyen Hüseyin Aygün’ü anlamakta zorlanıyorum. Böyle siyaset olmaz. Dürüstlük bu değildir. Bu güne kadar aynı yöntemle Sayın Aygün’e saldıran bazı BDP taraftarları olabilir. Ancak, Aygün de benzer yöntemi kullanıp aynı seviyeye düşmemeliydi.
 Bu tür yaklaşımlar başta Dersim halkı olmak üzere tüm Kürdleri incittiğini düşünüyorum.
 Kim olursa olsun, Alevi ve Şafi halkına ırkçı ve şoven bir yöntemle yaklaşmamalıdır. Aksi halde bunların teşhir edilmesi gerekir.
 Büyük çoğunluğu Kürd olan Dersim halkının yaşadığı onca katliamlar ortada dururken, halklar arasında çelişkiler yaratmak acıları daha da artırır.  
 Bu gün Kürt Özgürlük muhalefeti yerine “Hizbi kontra” örgütü olsaydı, Alevilerin şimdiki durumunu aklıma bile getirmek istemiyorum. Eğer bu gün Aleviler hele hele Dersim Alevileri bir nefes alabiliyorsa, bu Mazlum Doğan’ların sayesindedir.
 Dersim katliamını unutmadığımız gibi hiçbir zaman Gazi, Çorum, Maraş, Sivas katliamlarını da unutmayacağız, unutturmayacağız.

Halklarımız arasında onarılmaz çelişkiler yaratmayınız. “Ayıptır! Günahtır! Zulümdür…!”
11.04.2013


13 Nisan 2013 Cumartesi

Yükseliş ve düşüş mü?




Serra Güneyli

Kürtlerin bir kaderi mi, hep baş kaldırıyorlar, ancak mücadele perspektifleri hep geriyi gösteriyor.

Kürtlere ait bir yazgı mı, hep mücadele ediyorlar, ancak kavgaları hep ilhakçı düzenlerle ”uzlaşma” ile bitiyor.

21 Martta, İmralı’dan gönderilen ”tövbe ediyorum” müsveddesi bunu gösteriyor.

Bu müsvedde de ne vardı?

İmralı müsveddesi, ”Türk – İslam” sentezi ile süslenmiş ve Kürt kimliğini reddeden bir ”tövbekârlık” itirafıdır.

Gerçekten ne garip. Türkiye’de egemen güçlerin, yerine ve zamanına göre dillendirdiği, ırkçı, inkârcı, ilhakçı,  Türk – İslam sentezi, yıllar sonra, İmralı’da tutulan APO tarafından, tekrar dile getirilmesi, gerçekten ne garip!

Yükseliş ve düşüşün yarattığı bir durum mu, bilmiyorum. Ama bildiğim birşey var. Şudur: Yıllar sonra APO, Türk – İslam sentezini, Türkiye’nin tozlu ambarlarından çıkarıp, biz, Alevilere, Kürtlere sunması bir küfürdür! Bu, müsvedde, özelde Kürt halkına, Alevilere ve genelde Orta-doğu’da  ezilen tüm halklara karşı bir küfürdür.

Bu, “hepimiz müslümanız” hutbesi ile TC’nin “karıştır – barıştır” ninnisidir!

Öcalan, İmralı’da, “hepimiz müslümanız” ninnisi ile yatabilir. Hakkıdır.  Ama Öcalan, bu “ninni” ile bizi, Kürt halkını ve Alevileri  yatırmaya, uyutmaya  hakkı yoktur. Birinci nokta budur.

İkinci nokta şudur: Toprağı kaymış Recep Tayyib’in Kürtlere yanaşması bir tesadüf değildir.

Erdoğan, İmralı’da bir koltuk değneği yarattı. Bu da “Amerikan projesine” uygundur. Orta-doğu’da  Amerikan projesi mi, kendine göre islam yaratma projeleridir. Şu an Suriye’nin darmadağan edilmeye çalışılması bu projenin de parçasadır. Toprağı kaymış Recep Tayyip, Kürtlere ve Kürt toprağına yanaşması böylesi bir projenin sonucudur.

Üçüncü nokta: Tarih mi, nedense, hep tekerrür ediyor. Şudur, a) 1877 – 1878 Türk – Rus savaşında, Hamid, Kürtleri kullandı. ”Hamidiye Alayları”nı kurdu. Hamidiye alayları hep Kürtlerden oluştu. Hamidiye alayları, yeniçeriliktir ve b) 21 Mart 2013. Recep Tayyip, ”Recebiye Alayları”nı tekrar kurmaya çalışıyor.

Bunlar tesadüf mü, değildir.

Tarih mi, tesadüflere göre kurulmaz ve oluşmaz.

Tarih mi, bir nokta operasyonu değildir.

Tarih, bir zincir halkasıdır.

Tarih, dün, bugün ve yarının sınıf mücadelesidir.

Tarih, bu anlamda, tüm bilimlerin anasıdır.

Tarih var. Tarih var. İmralı’dan da ”tarih dersleri” var. 1920, 1924 gibi…

Tarih var, tarih vardır. 1920’de tarih ve Anayasa ne? Bilen var mı? 1920 yılını biliyoruz, ama 1920 Anayasası nerede? 1920 Anayasası Mustafa Kemal’in Nukkunda geçiyor. Hutbedir!

1924 Anayasası var mı, vardır. 1924 Anayasaında ”resmi din” islam diye yazıyor!

Dördüncü nokta mı, yoktur. Yazının sonucu vardır:

Kürtler, çok mücadele etti.

APO, Kürtlerin uyanmasında büyük bir rol oynadı. Kürtleri uyandıran APO, şimdi Kürtleri, ”Türk – İslam” ninnisi ile uyutmaya, yatırmaya çalışıyor.

Kürtler, İmralı’ya pirince giderken, evdeki bulgurdan olurlar mı, sanmıyorum…

Evet, toprak kayıyor, Receb’in ve İmralı’nın  toprağı kayıyor.

Toprak kayıyor ama akan topraklarda yeni bir Kürt yükselişi doğuyor.