20 Ağustos 2013 Salı

EL RAKKA’DAN ROJAVA’YA : “FIRAT SUYU KAN AKIYOR… “




Adil Okay

“Ve bugün Suudi Arabistan gibi ortaçağ karanlığını yaşayan ülkeler, Suriye’ye demokrasi götürmeye kalkıyorlar. Ve bu ülkeler –ne yazık ki Türkiye’nin de katkısıyla- Suriye’yi kan gölüne çevirdiler. Özgürlük-demokrasi görecelidir. Elbette Suriye’ye eleştirilerim(iz) vardı. Ama 1-“Demokrasi ihracı” savı palavradan ibarettir. Ve bilimsel değildir. 2-Velev ki mümkün olsun, o halde neden Suudi Arabistan’dan başlamıyorlar?..”

2008’de Suriye’nin önemli kentlerinden El Rakka’da yapılan “Uluslar arası şiir festivali”ne davetliydim. Türkiye’den o yıl ben, şair Ayşegül Tercan ve yazar-tercüman Bereket Kar gitmiştik. Bir hafta kadar süren festivalde önemli toplantılar ve görüş alış verişi gerçekleşmişti. Aklımda kalan bir detay: Suudi Arabistan’lı kadın şairin sosyalliği ve başının açık olmasıydı. “Ne yazık ki ülkeme dönünce, Suriye’de olduğum kadar özgür olamayacağım, başımı kapatacağım” demişti. Yoğun bir günün sonunda dünyanın değişik ülkelerinden gelen konuk şairlerle yemek yiyorduk. Suudi’li kadın şair de bize eşlik ediyordu. Ülkesinde değil içki içmek - bizimle aynı masaya oturmasının bile yasak olduğunu anlatmıştı.

Ve bugün Suudi Arabistan gibi ortaçağ karanlığını yaşayan ülkeler, Suriye’ye demokrasi götürmeye kalkıyorlar. Ve bu ülkeler –ne yazık ki Türkiye’nin de katkısıyla- Suriye’yi kan gölüne çevirdiler. Özgürlük-demokrasi görecelidir. Elbette Suriye’ye eleştirilerim(iz) vardı. Ama 1-“Demokrasi ihracı” savı palavradan ibarettir. Ve bilimsel değildir. 2-Velev ki mümkün olsun, o halde neden Suudi Arabistan’dan başlamıyorlar…

Türkiye, 400 binden fazla Suriyeli mülteciye aş ve barınak imkanı sağlamış durumda. Hadi insani yardım varsayıp itiraz etmeyelim. Şeriatçı gruplara (El Kaide, El Nusra v.d.) yapılan silah yardımını ve lojistik desteği görmezden gelelim. Peki neden aynı yardımı Suriye’den kaçan Kürt mültecilere yapmıyoruz. Peki neden Türkiye, Rojava’da, Kürtlere yönelik katliamlara göz yumuyor. Toplanan ilaç, yiyecek, battaniye gibi malzemelerin ulaştırılmasını engelliyor. Üstelik bunu yapan “müslüman” AKP hükümeti…

Sorular uzatılabilir. Bu konuda “10 soruda Suriye’de neler oluyor” başlıklı bir yazı yazmıştım. Merak eden arkadaşlar o yazıyı googol’dan bulabilirler.

Suriye TV’sinde programın zor olan yanı şuydu. Söyleşi sırasında Bereket Kar, başka bir toplantıda Ayşegül Tercan’ın tercümanlığını yapıyordu. Dolayısıyla ben de festivalde tanıştığım Fas’lı şair Mostapha Badoi’den yardım istedim. Ben Fransızca anlattım, Mostapha Arapça’ya çevirdi…

Daha sonra anlatıldığına göre, konuşmamda en çok etki bırakan bölüm, benim Fırat nehrinin her coğrafyada (Türkiye dahil) kanadığını vurgulamam olmuştu. O sırada Irak işgalinin yaraları kanıyor ve Fırat o coğrafyada kana bulanıyordu. Ve ben de, Fırat’ın ülkemizde en çok kanadığı dönemin başlangıcı olan 1980’den sonra uzun mülteci hayatıma başlamıştım.

O sırada El Rakka’dan akan Fırat görece temizdi.

Bu gün başta Türkiye olmak üzere ABD ve diğer müttefiklerinin elleriyle kirletildi.

Ve şiir kenti olan, Fırat sayesinde orta-doğu’nun en büyük baraj göllerinden birine sahip olan El Rakka bu ülkelerin dolaylı – dolaysız müdahalesi sonucu kanamaya başladı…

Rojava kanamaya başladı…

Suriye kan gölü…
20.08.2013
-------------

Suriye TV sinde yaptığım konuşma özeti (tercümesi) . Meraklıların dikkatine:(*)

"Merhaba, mesel heyr, iyi akşamlar,

Öncelikle El Rakka Uluslararası Şiir Festivali tertip komitesini, dünyanın birçok yerinden Festivale gelen şair ve yazarları ve El Rakka kenti ile Savra sakinlerini selamlıyorum.

Ben buraya Türkiye'den, ortak nehirlerimiz olan Asi ve Fırat'ın izini sürerek geliyorum. Ne yazık bir zamanlar bereket ve güzellik kaynağı hatta tanrıçası olan Fırat, bu gün Yaşar Kemal üstadın dediği gibi kan akıyor. (Asi ise neredeyse kurutuldu.)

Fırat Suriye'den geçip Irak'a girdiğinde, ABD'nin talan politikası sonucu katledilen altı yüz bin Irak'lının kanı da Fırat'a karışmakta, uygarlık adına Mezopotamya kanatılmaktadır. (...)

İşte ben buraya sırtımda bu ağır gerçeklerin yüküyle geldim. Geldiğim coğrafyada bir zamanlar -ve hala- yaşayan Homeros'un, Nazım Hikmet'in izini sürüyorum. Fırat'ın geçtiği topraklarda yaşayan CİGERXWİN'UN (CİĞERHUN'UN) 'un, ADONİS'in izini sürüyorum. Barışın izini sürüyor, barışın özlemini çekiyorum.

Bu gün diliyorum ki Fırat'ın kıyısında yapılan bu festivaller aracılığıyla şiir ırmağı yeniden insanı kucaklar. Şiir yine insana, sevgiye, güzelliğe, barışa giden yola katkı sunar.
Diliyorum ki şiir, Fırat'ı, Asi'yi sular. Fırat'ta kan, Asi'de çamur yerine mısralar ve notalar akar. “

(*): 15 Nisan 2008


17 Ağustos 2013 Cumartesi

Bir amblem ve bir not...





Faiz Cebiroğlu

Rojawa’dan, Cebhet El –Ekrad yani Kürdler Cephesi’nin amblemine baktınız mı? Ben baktım, Arapça harfleri ile “ Özgür Suriye Ordusu” yazıyor. Yani, tüm kıyım ve katliamlara rağmen, Cebhet El-Ekrad, hâlâ “Özgür Suriye Ordusu” altında ve şemsiyesindedir. Hâlâ aynı amblemi kullanıyor!  Bu ne duruş? Bu ne Kürtlük?

Daha yeni, Cephenin ilişkiler sorumlusu, Ali İsmail Şeyho, El-Nüsra ve ÖSO’nun birlikteği ile, “Allahuekber” çığlıkları altında, meydanda kafası kesilmemiş miydi?

Peki gaziantep’te ÖSO adını alan bu vatan hainleri ve kiralık katillerin toplantısı Kürtleri katliamdan geçirme toplantısı değil miydi?

Daha yeni, dört yüze yakın Kürt, çoluk çocuk demeden, Gaziantep toplantısı sonrasında katliamdan geçirilmedi mi?

Ras-al-aynda çatışmalar tekrar başladı.

Kıyım var, sürüyor: Halep’te,  Kürtlerin yaşadıkları tüm köyler ÖSO ve El-Nüsra tarafından kuşatıldı…

Peki, tüm bunlara karşılık, Cebhet El-Ekrad’ın hâlâ, “Özgür Suriye Ordusu” amblemi altında olması hangi ahlaka giriyor?

Eyy kavmi Kürd, bunca katliam, bunca oyun… kendimize gelmemizin zamanı gelmedi mi?

Eyyy kavmi Kürd, kendimizi hep “oyun içinde oyun” olarak mı göreceğiz?

Cebhet El-Ekrad temsilcisine sesleniyorum: Lütfen, ÔSO ve ambleminden hemen çıkınız!

Lütfen, kimliğinize sahip çıkınız!

Yastayız. Yasımıza daha  fazla  yas katmayın.

Öfkeliyiz. Öfkemizde biraz da umut olsun!

Bu notu hızlı olarak yazmak istedim.

Belki, bizleri okuyan ve duyan olur.



3 Ağustos 2013 Cumartesi

KISKANÇLIĞIN DANİSKASI




Bülent Tekin
Bulenttekin47@gmail.com

Felsefe ve politika bilmeyenlerin yaşayamayacağı bir döneme geldik. Başbakanımız, siyasi parti liderleri, geleceğin partileri ve önderleri sosyoloji ve felsefe derslerini yeniden yazıyorlar. Bizlerse okuyamıyoruz. Bilgilerimizi toparlayamıyoruz. Her gün yeni bir terim veya kavram üretiliyor, bizler ayak uyduramıyoruz. Çok gerilerdeyiz. Üstelik boyumuza bakmadan da ahkâm kesiyoruz. Olur mu öyle şey?

Yeni oluşacak Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımak istiyoruz ama bilgimiz yetmiyor. Hukuk manzumesi bizleri aşıyor. Üst düzeyde bir anayasa hazırlanıyor, anlayamıyoruz. O halde nasıl yurttaş olacağız? Kürt veya Türk yurttaşlar olarak-en azından!-nasıl bir disiplin içinde olacağız? Kime biat edeceğiz? Bizi yurttaştan saysınlar diye, hangi güzellemeleri, sloganları söyleyeceğiz? Bayrağımız ne olacak, marşımızın yeni dizelerini nerelerde ve hangi makamla söyleyeceğiz? Bu marşları ve bayrakları taşımadıkları halde taşıyanlardan ve söyleyenlerden çalanlarla hangi kurnazlıkla baş edeceğiz? Tüm bunları düşünüyorum ama bir türlü bir çıkış yolu bulamıyorum. Böylesine Kurnaz Adam (bu kavramın içinde kadın da var!) düzeninde bu zavallılığımızla hangi rolleri keseceğiz? Bizlere düşen figüranlığı (yeni cumhuriyetin yeni modern köleleri olarak!) bu kez de kaç yüzyıl sürdüreceğiz?

Bu yeni felsefeci ve siyasal bilimcilerin her gün bulmadıkları bir slogan hatta bir teori yoktur. Biz bu halimizle nasıl olur da bir Tayyip Erdoğan ya da bir Selahattin Demirtaş ile rekabet edeceğiz. Ya Aysel Tuğluk ile hangi Kürt kadını rekabet edebilir diye düşündüğüm oluyor. Birkaç çocuğunun kemiklerini kurda kuşa yem etmiş bir gerilla annesi-mesela-Gültan Kışanak’ın karşısında bir genel seçimde aday adayı olarak ne yapabilir? Aslında ben çok kıskanç oldum herhalde. Bu kıskançlığımı da nedense kabullenemiyorum. Bu aralar çok kıskanç olduğumu bana hatırlatanlar olsa da bu hastalığımı atlatmak için tedavi olmuyorum. Neyse devam edelim: Ya karşı cenahtakilerle kim mücadele edebilir? Bir Fatma Şahin’in rakibi kim olabilir? Balıkesir’in Kurtdereli köyünden bir Fatma Ana mesela onu nasıl ekarte edebilir? Bir Melih Gökçek’in ya da Mehmet Metiner’in yerlerine kimler gelebilir? Yoksul bir Türk Ahmet (dikkat edin,  burada Ahmet Türk kastedilmiyor!) ya da kimsesiz bir Mehmet bu tip politikacıları aday adayı olarak listeden çıkarabilir mi? Tüm bunlar mümkün müdür? 
                                          
Aklım, hafızam böyle şeylerin gerçekleşemeyeceğini söylüyor. Olağanüstü bir şey olmadıkça (dünya tersine dönmedikçe!) hiçbir baldırı çıplak Kürt erkeği ya da Kürt kadını BDP’li milletvekillerini ekarte edemez. Ama zaman zaman politika gereği bazı istisnalar olabilir: Mesela Roboski katliamına sahip çıkma adına katledilenlerden birinin bir akrabası (mesela “Encü” soyadlı biri) milletvekili seçtirilebilir. Diğer cenahta da başka değişiklikler de olabilir: Üç dönemlik seçilme sınırını doldurmuş milletvekillerine de büyükşehirlerin belediye başkanlığı uygun görülebilir. Dikkat ederseniz muhalefet partilerden (CHP ve MHP’den) hiç bahsetmedim bile: Onların oyunlarıyla asla baş edemedim çünkü. BDP’yi de muhalefet partisi saymadım, onu Kürt iktidar partisi olarak değerlendirdim nedense.

Bu kıskançlık histerisiyle yazılmış yorumlara bakmayın siz. Demokratik Cumhuriyet’te, Yeni TC’de, konfederal sistemde ayaktakımlarının, sahipsizlerin, çarıksızların sosyal ve ekonomik düzeyleri değişmese de kendileri de birer eşbaşkan olacaklardır. Evet, unutmayın ki bu yoksul ve torpil insanlar birer erkek veya kadın olarak aynı zamanda birer baba ve annedirler(ben burada herhalde bekârları es geçiyorum?). O halde yeni demokratik sistemde bu insanlara da kendi ailelerinin eşbaşkanları (eşailereisleri) olacaklardır. Şimdiye kadar bu statüyü onlara veren olmuş muydu? Evet bu insanların belki maddi durumunda bir değişiklik olmayacak ama manevi rütbeleri iktidar olmadan iyilikler mertebesine yükselecek. Bir bakıma cennetten bahsediyorum. Yeni TC’de Başbakanın da her alandaki çabalarıyla iyi emareler görülmeye başladı: Mesela Nihat Doğan’lara yaptırılan İslami, siyasi ve kültürel tv programları test yayınına başladı! Daha ne istersiniz, sizleri bilinçlendirecek, İslamlaştıracak, kültürleştirecek yayınlar başladı bile. İnkârcı olmak istemem, Allah var dernekler, vakıflar, platformlar, sivil toplum kuruluşları yeni oluşacak konfederal sistemde bin yıl iktidar olmayı planlayanların içinde olmak için demokratik katkılarını sunuyorlar. Güzel günler göreceğiz.