25 Kasım 2014 Salı

"Ben Dersimli Kemal’im”




Mustafa Elveren(*)

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu nihayet Dersim ismini kabul etti ve Dersimli olmaktan da gurur duyduğunu söyledi. Ancak, bir türlü Kürd ve Alevi olduğunu söyleyemiyor.

Hemşerimiz olan CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun gerçekten dürüst ve iyi niyetli bir insan olduğuna inanıyorum. Bir taraftan da ürkek ve “güvercin tedirginliğini” taşıdığını düşünüyorum.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun yıllar önce eski dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile yapmış olduğu röportaj Dersim soy kırımını gündeme taşınmasında çok önemli bir katkı sağlamıştır. Hem bu röportaj ve hem de CHP Genel Başkanı olması nedeniyle “Vatan-millet-bayrak-ezan” diyen kesimleri rahatsız etmiştir.

Eğer Kemal Kılıçdaroğlu o röportajı yapmamış olsaydı ve bu gün CHP Genel Başkanı olmasaydı Dersim soykırımı tartışması böyle yoğunluklu olarak tartışılabilir miydi?

Eski başbakan şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın seçim kampanyalarında soy-sop-mezhep üzerinden Sayın Kılıçdaroğlu’na yüklenmesi nedeniyle halklar arasında tehlikeli bir hal almış ve ters tepmiştir. Bu defa Dersim soykırımı olayı üzerinden Kemal Kılıçdaroğlu’nu köşeye sıkıştırmak istiyor. Ancak, AKParti iktidarı kötülük yapayım derken istemeden Dersim’e iyilik yaptığını söylemek abartılı olmaz.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi Aleviliği, Kürtlüğü konusunda suskun kalması, sadece adaşı M. Kemal Atatürk üzerinden siyaset yapması “güvercin Tedirginliği”nden olduğunu düşünüyorum.

“Kılıçdaroğlu’nun her daim yanında, cüzdanında Alevilikte kutsal bir sembol olan “pençe-i Ali Aba” sembolü taşıyacak samimiyette bir Alevilik inancına sahip olduğunu da biliyorum…” (A. Kenanoğlu / Gomanweb)

Bu hemşerimizi bir kaşık suda boğmak isteyen çok sayıda “vatansever-ulusalcı-milliyetçi” CHP'lilerin olduğunu da biliyorum. Bu güruh tarafından Kılıçdaroğlu’na devamlı tezgâh kurulmaktadır. Kendisine ulusalcı veya Kemalist olduğunu söyleyen unsurlar Kürdlere zaten tahammül etmiyorlar. Alevilere de artık tahammül etmeyeceği görülmektedir.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu daha önce Dersim sözcüğünü hiç kullanmamış, ancak bir süre sonra CHP Kurultay’ında “Ben Dersimli Kemal”im demişti. Yine Sayın Kılıçdaroğlu; Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın düzenlediği Aşure sofrasına katılan Alevi dernek ve Vakıf yöneticileri için “yedikleri yemek haramdır” dedi. Bu düşüncelerine katılıyorum.

Ne var ki, madalyonun öteki yüzünde farklı bir Kemal Kılıçdaroğlunu görmekteyiz.

Halk Tv.de Uğur Dündar’ın canlı olarak sunduğu “Halk Arenası” programında CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu konuk etti. Kılıçdaroğlu’nun ekonomi konusunda sorulara verdiği yanıtların çoğu olumluydu. Ancak; CHP’nin geçmişi ile Atatürk konusunda sorulara tutarlı yanıtlar vermediğini söyleyebilirim.

Kılıçdaroğlu bir soruyu; “Türkiye 1930’ların Türkiye’si değil, Mustafa Kemal Atatürk’ü de bu günkü şartlarda değerlendirmeliyiz. O nedenle yeni CHP dedik…” diye yanıtladı. Diğer taraftan da Nutuk’tan dem vurdu. Hâlbuki Nutuk, Onuncuyıl Marşı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi gibi 1930’ların anlayışıyla hareket etmek büyük bir tutarsızlıktır.

“Allahımız bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, ehlibeytimiz aynı….” Diyor Sayın Kılıçdaroğlu. Bu durumda; ibadethanemiz de birdir anlamı çıkmıyor mu? Madem ibadethaneniz de, inancınız da bir ise; Cemevi ve Alevilik ne oluyor?

“Alevilikten kaçan, milletvekilliği boyunca Alevilerin sorunlarına ilişkin hiçbir çalışması olmayan, Aleviliği siyaseten kendisine yük, engel olarak gören birisine siyaseten “Alevi” diyerek sahip çıkılması hem bunu istemeyen kendisine, hem Aleviliğe hem de Alevi mücadelesi veren siyasilere, Alevilik için bedel ödeyen kimselere haksızlıktır.” (A. Kenanoğlu / Gomanweb)

Sayın Kılıçdaroğlu kendisini mutlaka gözden geçirmelidir. TV programlarında Kürd, Alevi ve emek konusunda sorulan sorulara cesaretle yanıt vermelidir.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu öncelikle CHP’de zihniyet değişimi yapmalıdır. Aksi halde sadece CHP genel başkanı olmakla Alevilerin önünü tıkamaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum.
Diyarbakır'dan Şafii Kürdler Alevi bir bayanı Belediye Başkanı olarak seçtiler. Yine 10'dan fazla alevi milletvekilini TBMM’ye taşıdılar. Tunceli'de Şafii bir şahsiyeti belediye başkanı veya milletvekili olarak seçtirebilir misiniz?
Eğer yanıtı evet ise; Geçmişte Erdal İnönü’nün HEP ile yaptığı gibi önümüzdeki milletvekilliği seçimlerinde HDP ile ittifak yaparak seçime girmesini öneriyorum. Bu önerim HDP için de geçerlidir.

2015 milletvekilliği seçimi için CHP-HDP ittifak yapabilirlerse; bunun hepimizin yararına olacağını düşünüyorum. Yani; Kürtlerin, Alevilerin, sosyal demokratların, Kemalistlerin, sosyalistlerin, emekçilerin özgürleşmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.

“CHP içinde olup da kendilerini ‘solcu, sosyalist, demokratik solcu, sosyal demokrat’ olarak nitelendirenler, artık bu gerçeği görmelidirler…”

Bu gün ülkemizde derinleşen siyasi krizin 2015 yılı Haziran’da yapılacak olan milletvekilliği seçiminde ancak böyle bir ittifakla aşılacağına inanıyorum.

NOT-1: Bu önerimden dolayı bana kızacak birçok okuyucunun olacağını tahmin etmek zor değildir. Değerli okuyucuların ve dostların elbette eleştirileri de olacaktır. Gerek elektronik posta ile gerekse sitede yazılan yazılar makalenin altına yorum olarak eklenecektir. Küfürler hariç, tehditler dâhil bu eleştirilerin tümü www.gomanweb.org sitesinde yayınlanacaktır.

NOT-2: Bu satırları yazdığım sıralarda Sayın Kemal Kılıçdaroğlunun kayınvalidesinin vefat ettiğini üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Sayın Kılıçdaroğlu ve eşine baş sağlığı diler, acılarını paylaşıyorum.

24.11.2014
-------
*Em. Öğrt.


5 Kasım 2014 Çarşamba

HAKKIMDA AÇILAN SALYANGOZ DAVASI DÜŞTÜ...




Adil Okay

DEVLET 74,5 LİRAMI GERİ VER !

Basında “Aziz Nesin’lik dava” diye anılan “Salyangoz Davası” düştü.

Nedir salyangoz davası. Takip edemeyenlere kısaca anlatayım: “Karabük hapishanesinde yatan Kasım Karataş’a yolladığım bir fotoğraftan ve kartpostaldan yola çıkarak, hakkımda "cezaevinden firar örgütleme" anlamına gelecek bir suçlama ile soruşturma açılmıştı. Söz konusu fotoğrafta arka planda kızım Öykü, önde ise bir salyangoz görünmektedir. İşte bu salyangoz fotoğrafının “kroki” olduğu iddia edilmekteydi. Daha geriye gidersem, yine kızım Öykü’nün hapishaneye yolladığı balonlar da sakıncalı-tehlikeli diye yasaklanmış, konu basına yansımış ve TBMM’de milletvekili Akın Birdal’ın soru önergesine konu olmuştu.

 Sonuçta Mahkeme salyangoz vakasında “Kovuşturmaya yer olmadığı” kanaatine varmış. Bu kanata varmak için neler yaptıklarını anlatmış:

İyi de kamu kaynaklarını neden boşa kullandınız – beni ve ailemi taciz ettiniz. Bir deli kuyuya taş atmış- bin deli çıkaramamış diyeceğim ama durum bundan daha vahim. Bir delinin insanları “oyuna getirmesi-aldatması” değil bu olay. Tamamıyla devlet politikası.

 Davada “suç ortağım” olarak gösterilen Kasım Karataş da bu konuyla ilgili şunları yazmıştı: “En son Adil Okay’a yönelik provokasyon kokan savcılık soruşturmasında vuku bulan skandal diyebileceğimiz durumdur. Bana gönderdiği mektupta kızı Öykü’nün bir salyangoza bakarken çekilmiş fotoğrafı var. Haftalar sonra cezaevi idaresince tarafıma yapılan tebligatta, “sakıncalı”dır diye, soruşturma başlatıldığını ve mektubun verilmeyeceği yönündeydi. Bu karara karşı İnfaz Hakimliğine itiraz ettim.(…) Burada amaçlanan oldukça açık. İnsani bir yaklaşım olan, insanlar arası manevi değerlerin hedeflenip, cezalandırılmasıdır. Şu mesaj da verilmek isteniyor; “Nasıl olur da devlete karşı mücadele eden insanlarla iletişim kurup, onlara moral verirsin” hesabı sorulmaktadır. Yoksa Adil’in cezaevine şifreli firar krokisi göndermediğini bu sistem çok iyi bilir. Bu sistem Adil’in bunu yapmadığını bilirin yanında Adil’i iyi de tanır. Tanıyor: çünkü Adil de her birimiz gibi bu devletin hışmına uğramış, polis silahıyla ağır yaralanmış, emniyetin işkencelerinden geçmiş, öldü denilerek asansör boşluğuna atılmış, günler sonra tesadüfen halktan insanlar tarafından bulunup, polise bildirilmiş, doğru-dürüst tedavisi yapılmadan zindana atılmış, zindan da özgürlük eylemini gerçekleştirerek Orta-doğuya gitmiş, orada Filistin halkıyla İsrail siyonizmine karşı omuz omuza savaşarak enternasyonalist görevini yapmış, yirmi yılı aşkın sürgün hayatından sonra tekrar ülkesine dönmüş sosyalizm ve demokratik mücadelesine devam eden yürekli bir devrimcidir. Böyle bir insanın bir kartpostalla firar krokisini çizmeyeceğini çok iyi bilir. Böyle bir iddianın mantığı yoktur ve olamaz da. Tüm olup bitenlerden sonra bu durumu sadece Cezaevi Disiplin Kurulu’nun ve savcılığın paranoyası olarak değerlendirmek mümkün mü? Olabilir. Ancak bu paranoya devletin tüm kurumlarını içine almışsa, bu paranoya olmaktan çıkar, faşizmin sarmalına dönüşür. Bu sistemi oluşturan sıradan bir kurum veya birey değildir. Bu bir zihniyettir. Bu zihniyeti oluşturan devletin aklıdır.”
Evet tam da Kasım Karataş’ın yazdığı gibi bu bir zihniyettir. Devleti yönetenlerin tacizci zihniyetidir. Düşünebiliyor musunuz bu kadar akıllara ziyan bir vakada yapılan masrafı. Onlarca devlet memuru oturmuş, günlerce kamera kayıtlarını izlemişler, telefonlar dinlenmiş, fotoğraf üzerine “bilirkişiler” günlerce çalışma yapmış. Savcılar savcılara dosya yollamış. Karakol beni çağırmış. İfademi almış. İHD yöneticilerinden Ömer Ayaz davamı gönüllü olarak üstlenmiş. Kalkmış bin kilometreden fazla yol yaparak davanın açıldığı Karabük’e gitmiş. Masraflarını devletten ya da bu davanın açılmasına neden olan Karabük hapishane idaresinden ve Karabük Emniyet müdürlüğünden alamamış. (Benden de almadı) Bu kurumlar “İnsanları neden taciz ediyorsunuz, böyle komik vakalarla kamu kaynaklarını neden çar çur ediyorsunuz…” diye uyarı cezası bile almamış.

 Tabi bu davaya gelene kadar nelere var diyeceksiniz.

 Ama ben 74.5 liramı geri istiyorum.

 Neden 74.5 lira, açıklayayım: Karakola ifade vermeye dolmuşla gidip geldim. Dolmuşa 3.5 TL ödedim. Avukatım gönüllüydü demiştim ya. Ama Noterden vekâletname çıkarmak için de parayı benim ödemem gerekirdi. Noter bir sayfalık kâğıt için 71 TL aldı. Toplamda 74.5 TL para ödedim. Oysa bu parayla 50 adet posta pulu alabilir ve tutsaklara mektup yollayabilirdim.

 Konuyla ilgili yaptığım basın açıklamasından bir bölüm paylaşarak yazımı tamamlıyorum: Türkiye’nin birçok kentinde ve Avrupa’da sergilenen “Mahpus mektup ve resimleri sergisi”, bana ve kızıma yollanan mektuplardan oluşmuştu. Şu anda evimde binlerce “görülmüştür” damgalı tutsak mektubu bulunmaktadır. Bu benim yaşam biçimimdir. Tarafsızlık var olan düzeni beğenmektir. Statükoculuktur. Benim tarafım: İş cinayetlerinde hayatını kaybeden emekçilerin, şiddete uğrayan kadınların, inançları-kimlikleri nedeniyle katledilen insanların, nükleer santrallerin, HES’lerin yıkıma uğrattığı çevrenin, özgürlük ve eşitlik idealleri uğruna zindana düşen tutsakların tarafıdır. Hakkımda düzenlenen bu soruşturmalar nedeniyle de baş eğmem beklenmesin.”

 Şimdi de 74.5 liramı geri istiyorum. Ve de özür bekliyorum.

 05. 11.2014