14 Şubat 2017 Salı

Trafik cezası…





Bülent Tekin

Dün (13 Şubat 2017) 06 TJV 47 plakalı aracıma kesilen bir trafik cezası, PTT vasıtasıyla bana tebliğ edildi. Aynı saatte Diyarbakır Diclekent İş Bankası Şubesi vasıtasıyla cezayı yatırdım. Trafik polisinin ceza nedeni olarak yazdığı ibare şuydu: AKYIL KAVŞAĞINDA YAVAŞLAMAK... Yani Diyarbakır Trafik Polisi herhangi bir trafik ceza maddesi yani müeyyide yazamamıştı. Böylesine tuhaf ve anlaması zor bir cümle ile beni cezalandırmıştı.

Ben kavşak ta ne yapmalıydım peki? Hızla geçip kırmızı ışık ihlali mi yapmalıydım ya da bir yurttaşı mı ezmeliydim? Veya önümdeki, sağımdaki solumdaki araçlara mı çarpmalıydım? Kısacası Diyarbakır Polisi bana GÖZÜNÜN ÜSTÜNDE KAŞIN VAR anlayışı ile ceza kesmişti. Deli Dumrul anlayışıyla trafik polislerini böylesine tuhaf cezalarını nerdeyse ayda 3-4 defa almaktayım.

Benim gibi binlerce insan böylesine mağdur edilmektedir. Bizleri çok mu zengin zannediyorlar?

Günümüzde hemen hemen yoksul sayılacak insanların dahi araçları bulunmaktadır ve bu durum ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Devletin memurlara ve emeklilere verdiği yıllık zam düşünüldüğünde bu zammın sadece trafik cezalarıyla onlardan kat kat fazlasıyla alındığını görebilirsiniz.
Ayıptır!

Yazıktır!

Utanılacak bir durumdur.

Bir devlet kendi yurttaşlarından böylesine sanki haraç sayılabilecek bir uygulamayı nasıl yapabiliyor?
Bu cezayı banka vasıtasıyla yatırmamın nedenine gelince:

Böylesi haksız bulduğum iki ceza için Diyarbakır Mahkemelerinde dava açtım. Ne yazık ki mahkemeler polis aleyhinde karar vermemektedirler. Böylesine bir kamu anlayışı var. Ayrıca dava sonucu maliyeye borçlanıyorsunuz ve o paranın yatırılması için de çok zorluk çekiyorsunuz. Mahkemeler ancak davacı hakim,savcı ya da belki bir emniyet görevlisi olursa davacı lehinde karar verebilir kanaatine haizim. Açacağım davadan bir sonuç alamayacağımı bildiğim için cezamı hemen yatırdım.

Geçen yıllarda Diyarbakır'da toplu taşımacılığın insanlık dışı uygulamasıyla ilgili bir makalem Özgür Haber gazetesinde yayınlanmıştı. Gazete o yazımdaki olayı ayrıca manşet habere çevirmişti: Balık istifiyle yapılan ilkel, acımasız,vahşi ve dünyanın en saygısız şehiriçi dolmuş rezaletini yazmıştım. Bir dolmuşa 50-60 kişi alınıyor ve bu yetmezmiş gibi de her adımda yeni müşteri için kapıları açıyorlardı.Bugün de durum, Diyarbakır'da durum aynıdır. O yazım ve girişimim valilik, emniyet ve belediye başkanlıklarınca bu konu bize ait değil şeklinde yanıtlanmıştı.Suçu neredeyse  taşıma kooperatiflerine yüklüyorlardı. Bu onların vazifesiymiş(!) İşte Diyarbakır Polisi böylesine ilkel, vahşi, acımasız ve dünyanın en haris, en cimri yolcu taşımacılığını yapan dolmuşçulara gücü yetmezken aracı olan insanlara ceza yazmasını çok iyi becerebiliyor.

Dün, ben bu olayı twitter'de Diyarbakır Valiliği, Diyarbakır Emniyeti ve Diyarbakır Barosu'na ulaşacak şekilde özetledim.Birşeylerin değişeceğine inanmıyorum ama siz değerli basının bu konuları işlemenizi ve Türkiye genelinde gündemde tutmanızın gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu konu milyonlarca insanı ilgilendirmektedir ve çok büyük para toplanamsına neden olmaktadır. Toplanan bu paralar bazı devletlerin bütçesi kadar olduğunu düşünüyorum.

İnsanlardan kaşının üstünde gözün var ya da Deli Dumrul misali hızlı gidenden bir, yavaş gidenden iki kat ceza alma anlayışiarını demokratik devlet anlayışlarıyla bağdaşmadığı kanaatindeyim.

Hepinize saygı ve sevgi sunuyorum.

Bülent Tekin


5 Şubat 2017 Pazar

“ÇOCUKLUK VE EDEBİYAT” KONULU SÖYLEŞİ...




Müslüm Kabadayı

MÜSLÜM KABADAYI VE MUSA ARTAR’DAN

“ÇOCUKLUĞUMUZUN EDEBİYATIMIZA YANSIMALARI” başlığı altında bir dizi etkinlik gerçekleştiren Yazar Müslüm Kabadayı ve Musa Artar, bu etkinliklerin sonuncusunu Hatay Tabip Odasında yaptılar.

Sunuş konuşmasını Hatay Tabip Odası üyesi Dr. Sadık Nazik’in yaptığı söyleşiye çok sayıda sanatsever katıldı.

Araştırmacı yazar Müslüm Kabadayı, kuramsal bir girişle “çocukluk” ile “edebiyat” ilişkisini açımladı. Çocukluğun, insan yaşamının tümünü etkileyecek önemde, büyülü bir dönem olduğunu belirten Müslüm Kabadayı, daha sonra Ali Yüce’nin “Coğrafya” şiiri başta olmak üzere usta şairlerin, çocuğu çocuğa ve çocuğu yetişkinlere anlatan şiirlerinden örnekler sundu. Kendi çocukluğunda oynadıkları saklambaç oyununda söyledikleri “Hantuş” sözcüğünden hareketle gezi direnişini anlatan şiirini okudu.

Eğitimci yazar Musa Artar ise sunumunu üç bölümde gerçekleştirdi. Birinci bölümde, “Yetişkinlerin geçmişe dönme gereksinimi” üzerinde duran Musa Artar, ikinci bölümde “çocukların edebiyat okuru olmaya yönelmesi” üçüncü bölümde de “çocukların yazınsal üretime yönelmesi” konularını ele aldı. Ayrıca kent dokusunda meydana gelen olumsuz değişmelerin, insan ilişkilerini, dolayısıyla çocukların kendilerini geliştirme doğallığını nasıl bozduğunu örneklerle değerlendirdi. Okulların, öğretmenlerin çocukların eğitiminde bu olumsuzlukları aşan edebiyattan yararlanmalarının önemine değindi. Bu noktada Müslüm Kabadayı da öğretmenlerin çocukları müzelere götürmelerinin, tarihi mekanlara ve doğaya geziler yapmalarının çok yararlı olacağını dile getirdi.

Daha önce Ankara ve İskenderun’da yapılan etkinliklerin Antakya ayağı, katılımcıların soru ve özel paylaşım katkılarıyla sürdü.

Konukların sorularını da yanıtlayan yazarlar, etkinliğin bitiminde kitaplarını imzaladılar.