27 Mayıs 2009 Çarşamba

İnsan Nasıl İnsan Olur


İsmail Beşikçi

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği

Asimilasyon Erdem midir?

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği eski Başkanı, kısa bir süre önce vefat eden Prof. Dr. Türkan Saylan hakkında, ölümünden sonra çok övücü yazılar yazıldı. Profesör Saylan’ın çabaları erdem, çağdaşlık, ezilenlerin yanında yer alma gibi kavramlarla değerlendirildi. Profesör Saylan, 1960’larda, 1970’lerde, 1980’lerde, Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde cüzam hastalığıyla ilgili taramalar yapıyormuş. Bu taramalar sırasında, kız çocuklarının, aileleri tarafından okulu gönderilmediklerini fark etmiş. Bunun için çareler aramış. Çağdaş Yaşamı Destekleme derneği, 1989’da bu arayışlar doğrultusunda kurulmuş.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, özellikle Kürt kız çocuklarını okutabilmek için okullar, pansiyonlar kuruyor. Çocuklara burslar dağıtıyor. 2000’li yılların ortalarında, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalarla, bu proje destekleniyor. Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO) lar erkek-kız bütün Kürt çocuklarına eğitim verirken, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, daha çok Kürt kız çocuklarını hedef alıyor. Devlette, “anadil anadan öğrenilir. O bakımdan geleceğin annelerini, bugünkü çocukları Türklüğe asimile etmek çok daha önemlidir” şeklinde bir bilgi var. Bu bilgi doğrultusunda Kürt kız çocukları, birinci planda hedef alınıyor. Evlerinden, ailelerinden, koparılarak bu okullara, pansiyonlara yerleştirilen çocukların Türk dili ve kültürü içinde yetiştirildiği, Kürtçe’nin yasaklandığı, böylece, Kürt dilinden ve kültüründen koparılmaya çalışıldığı açıktır.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar Okula” kampanyalarının düşüncesi ve eylemi Kürt sorunundan kopuk bir şekilde, Kürt sorununa hiç gönderme yapılmadan dile getiriliyor. Bu süreçte, Kürtler konusunun bilinçlere çarpmaması için ciddi bir çaba sarf ediliyor. ÇYDD’nin yoksullardan, ezilenlerden yana tavır koyduğu vurgulanıyor. Yoksul kesimlerin kız çocuklarının eğitimi için gayret sarf edildiği belirtiliyor.

Türk düşüncesi, bu çabaları erdem olarak değerlendiriyor. Bu yoksul kesimlerin daha çok Kürtler olduğu çok açıktır. Ama, örneğin Kürtlerde, yoksulluğun neden yaşandığı ise hiç irdelenmiyor.

ÇYDD ve Eski Genel Başkanı hakkında şu şekilde, temel bir soru sorulabilir. Profesör Türkan Saylan, Kürtlerin yaşadıkları alanlarda cüzam taraması yaparken, ailelerin kız çocuklarını okula göndermediklerini fark ediyor. Ve bu olumsuzluğu giderme doğrultusunda uğraş veriyor. Peki, Profesör Türkan Saylan, cüzam taraması yaptığı bu bölgelerde, Kürtçe’nin yasaklandığını, devletin, Kürtleri, özellikle Kürt çocuklarını asimile etmek için, çok yoğun bir çaba içinde olduğunu neden fark etmiyor? Halbuki, Kürtçe’nin yasaklanması, her tarafta Türk dilinin ve kültürünün egemen kılınması daha görülür bir olay değil mi?

Kürtlerde, yoksullaşmanın neden yaşandığı, neden sürüp gittiği irdelenmesi gereken bir olaydır. Bu olay, ağalıkla, şeyhlikle, aşiretle vs. açıklanamaz. Çünkü bu kurumları destekleyen, bu kurumlara kan veren, can veren devletin bizzat kendisidir. Bu çerçevede koruculuk, devletin ısrarla ayakla tutmaya, can vermeye çalıştığı bir kurumdur. Bu çerçevede, YİBO’lar, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi kurumların, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” kampanyaları ne işe yarıyor? Bunların işlevi nedir? Bu, devletin uyguladığı asimilasyon programına katılmak, devletin yapamadığını, “sivillik” görüntüsü altında daha iyi yapmak anlamına gelir. Devletin, Kürtlere karşı, temel bir politika olarak uyguladığı asimilasyonu sivil toplum örgütleriyle desteklemek… Yapılan budur. Erdem denen, çağdaşlık denen, ezilenlerden yana olmak denen süreç budur.

Şöyle düşünelim: 1985-1988 yılları arasında, Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı karşı isim değiştirme kampanyası vardı. Bulgaristan yönetimi, Türklerin Türk isimlerini bırakmalarını, Bulgar isimleri almalarını dayatıyordu. “Bulgar isimleri alırsanız, Bulgaristan Komünist Partisi’nde ve Bulgaristan devlet bürokrasisinde hızla yükselirsiniz. Aksi halde, yani Türk isimlerinizde ısrar ederseniz, günlük yaşamda çok büyük güçlüklerle, çok ağır sorunlarla karşılaşırsınız…” diyordu. Diyelim ki, Türkler isimlerinde ısrarlı oldular. Bulgar isimleri almayı reddettiler. Devletin bu baskı politikaları yüzünden fakirleştiler. Çocuklarına gerekli ilgiyi gösteremediler. Onlara eğitim veremediler. Bu ilişkiler ağında, Bulgaristan yöneticileri bu çocukları toplayıp kendi kurduğu okullarda eğitmeye başladı. Çocuklara burslar vermeye başladı. Şüphesiz, Bulgar dilini ve Bulgar kütürtünü esas alan bir eğitim, Türk dilini ve Türk kültürünü unutturmaya çalışan bir eğitim. Bu eğitim sağlıklı bir eğitim midir? Bu eğitim aydınlık getiren bir eğitim midir? Bu eğitimde erdem var mıdır?

Bulgaristan’da yaptırımlar şüphesiz gerçekleşmedi. Türkiye’nin ve dünya devletlerinin, uluslar arası kurumların, insan hakları örgütlerinin eleştirileri, suçlamaları karşısında, Bulgaristan geri adım attı. Türklerin asimilasyonu politikasını, uygulamaları durdurdu. Bugün Türk azınlığı Bulgaristan’da, Türk olarak iktidar ortağıdır. Türkiye’de Kürtlerin asimilasyonuna yönelik politikalar, uygulamalar ise, yoğun bir şekilde sürdürülüyor.

Bulgaristan’ın geri adım atmasında Türkiye’nin evrensel değerleri savunmasının yanında, uluslararası politikada, uluslararası örgütlerde, Türkiye’nin arka çıkılan bir devlet olmasının rolü büyüktür. Kürtlere karşı uygulanan asimilasyon politikasının sürüp gitmesindeyse; Kürtlerin, Kürdistan coğrafyasının bölünmesinin, parçalanmasının ve paylaşılmasının büyük rolü vardır. Bu, Kürt toplumunu çürütmüş, Kürtleri dostsuz bırakmış, hasımlarının sayısını arttırmıştır.

Kürtlerin ve Kürtçe’nin inkarı, köylerin yakılması, yıkılması, temel geçim kaynaklarının tahribi, onbinlerce Kürt ailesinin yerlerini-yurtlarını, evlerini barklarını terke zorlanmaları, binlerce kişinin “faili meçhul” cinayetle yok edilmesi sürecinde yoğun bir yoksullaşma meydana gelmiştir. Ailelerin terke zorlandıkları alanlarda, su da var, toprak da var. Fakat aileler koruculuk dayatmaları nedeniyle buraları terk etmek zorunda kalmışlar. Bu alanlara dönemiyorlar. Şehirlerin varoşlarında yoksul bir yaşam, başkalarına muhtaç bir yaşam sürdürüyorlar. İşte, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi sivil toplum örgütleri, “Baba beni okulu gönder”, “Haydi kızlar okula” kampanyaları bu mağdur Kürt ailelere, bu ailelerin çocuklarına, özellikle kız çocuklarına bu noktada sahip çıkıyorlar. Böyle bir eğitimde temel amaç asimilasyondur. Devletin asimilasyon uygulamalarına katkıdır. Bu süreçte erdem yoktur, çağdaşlık yoktur, ezilenlerden yana olma durumu yoktur. Eğitimin verimli olması anadilde eğitim yapıldığı zaman gerçekleşir. Kürtçe’yi yasaklayarak, Kürtleri ve Kürtçe’yi aşağılayarak, Kürt kültürünü yasaklayarak, Türk dilini ve kültürünü egemen kılarak gerçekleştirilen bir eğitimde çağdaşlık yoktur. Eğitim çocukların yetişmesinde elbette çok önemli bir kurumdur. Eğitime karşı çıkmak söz konusu olamaz. Ama, asimilasyona yönelik bir eğitimin de sorgulanması gerekir.

Bulgaristan’da yaşanan süreç ile Kürtlere uygulanan politikaların niteliği arasında çok önemli farklar da vardır. Bulgaristan, Osmanlılar döneminde, 13. yüzyılın sonlarında, fethedilmiş bir ülkedir. 19. yüzyıl sonunda, bağımsızlık mücadelesi sunucunda, bağımsız Bulgaristan devleti ortaya çıkmış, fetihle birlikte, oralara yerleştirilen Türklerin bir kısmı da Anadolu’ya dönmek durumunda kalmıştır. 1912 Balkan Savaşı’ndan sonra bu süreç hızlanmıştır. Bugün hala Bulgaristan’da yaşayan Türkler geri dönmeyen Türklerdir. Kürtler ise, İsa’dan önceki asırlardan beri, diyelim İsa’dan önce 4000’lerden beri kendi ülkelerinde, Kürdistan’da yaşıyorlar. Türklerin Ortadoğu’ya, Anadolu’ya gelmeleri ise onbirinci yüzyıldır. Türkler, ancak bin yıldır buradalar.

İnsanlaşma

Yukarıda 1985-1988 yılları arasında, Bulgaristan’da, oradaki Türk azınlığa yönelik isim değiştirme operasyonlarından söz edilmişti. Bu operasyonlar, Türkiye’de, devlet ve sivil toplam kurumları tarafından, çok yoğun bir şekilde eleştirildi, suçlandı. Devlet, hükümet, üniversiteler, yargı organları, TBMM, basın, operasyonları şiddetle eleştirdiler, suçladılar. Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, gibi kurumlar, bu eleştirileri devamlı yaptılar. Siyasal partiler, sendikalar, spor kurumları, eleştiri ve suçlama sürecinde aktif olarak yer aldılar. Bu kurumlar, Bulgaristan’daki Türklerin isimlerinin değiştirilmesine, onların Bulgarlığa asimile edilmelerine şiddetle karşı durdular. Bulgaristan yönetimi, emperyalist olmakla, sömürgeci olmakla, faşist, gerici, çağdışı olmakla, suçlanıyordu. Türklerin bu operasyonları asla kabul etmeyecekleri vurgulanıyordu. Türk isminden vazgeçip Bulgar ismi alan bazı görevliler “hain” olmakla suçlandı.

Bulgaristan’daki Türk azınlığın asimilasyonuna karşı çıkanlar, bunu engellemek için her önlemi alanlar Kürtlerin Türklüğe asimilasyonu için yoğun bir uğraş içindeler. Devlet, hükümet, TBMM bu konuda her olanağı kullanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konuda yoğun çabalar harcamaktadır. Üniversitelerin, yargı organlarının, hukuk kurumlarının, basınının bu konudaki gayretleri büyüktür. Sivil toplum örgütleri devlet ve hükümetle birlikte, aynı doğrultuda çok yoğun çaba sarf etmektedir. Devletin ve hükümetin yapamadığını yapma hırsı içindedir.

Kürtlerin Türklüğe asimilasyonu konusunda okul, şüphesiz çok önemli bir kurumdur. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra, (1960) yaşama geçirilen Bölge Yatılı İlkokulları’yla, asimilasyon sistematik bir uygulama haline getirilmiştir. Günümüzde uygulanan, Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’yla (YİBO) bu uygulama daha da geliştirildi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Derneği gibi sivil toplum örgütleri, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalar, devletin düşüncesini ve amacını gerçekleştirmede önemli rol aldılar.

İşte insanlaşma bu noktada beliriyor. İnsanlaşma nedir? İnsan nasıl insan olur? İnsan ne zaman insan olur? İnsanlaşmanın, insan olmanın ölçütü nedir? Bu konudaki temel ölçü, insanın kendisi gibi insan olanlara yaptığı muamelede ortaya çıkar. Devlet ve hükümet,

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi kurumlar, “Baba beni okula gönder”, “Haydi kızlar okula” gibi kampanyalar, örneğin Bulgaristan’daki, Batı Trakya’daki., Kıbrıs’taki, Kerkük’teki Türklerin asimle edilmelerine, asimile olmalarına kesinlikle karşılar. Bunun gerçekleşmemesi için her önlemi alıyorlar. Ama, Kürtlerin Türklüğe asimile edilmeleri konusunda da yoğun çabalar sarf ediyorlar. Düşüncenin ve davranışın çifte standartlı olduğu açıktır. İnsanlaşma ölçütü açısından bu süreçleri nasıl değerlendirmek gerekir?

Bu olay bize, Türk düşüncesinin, Kürt sorunundan ne kadar kopuk olduğunu da gösteriyor.

Yazarlar, aydınlar, Kürt sorununu biliyorlar. Ama bazı temel toplumsal süreçleri Kürt sorunuyla birlikte analiz etmekten, analize Kürt sorununu , Kürt olgusunu katmaktan kaçınıyorlar. Sanki böyle bir sorun yokmuş gibi davranıyorlar. Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu’nun,

“Saylan ve ÇYDD’ye Yapılan Saldırı” (Cumhuriyet, 21 Mayıs 2009 s.2) ve Prof. Dr. E. Fuat Keyman’ın, “Erdemli Vatandaşlar Ölmez” (Radikal İki, 24 Mayıs 2009 s. 5) yazıları bu bakımdan dikkate değer.

Halbuki bazı temel olgular Türkler için ve Kürtler için çok farklı anlamlar ifade etmektedir. Örneğin Lozan Antlaşmasının Türkler için ve Kürtler için anlamı aynı mıdır? Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’nın, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Çağdaş Eğitim Vakfı’nın, “Baba beni okula gönder”,” Haydi kızlar okula” kampanyalarının, Tükler için ve Kürtler için anlamları çok çok farklıdır. Köy Enstitüleri de Türkler için ve Kürtler için farklı anlamlar ortaya koyar.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Morglar Yine Doldu




”Morglara bakıp konuşmak gerekiyor.

Morglar yine Kürt cesetleriyle dolup taşıyor.

Kürt sorunu, bir ense sorunudur.

Kürt ensesindeki Türk namlularının tümüyle geri çekilmesi sorunudur.”


Türk hava ve kara kuvvetleri, 29 Mart seçimlerinden bu yana Kürdistan’ı vuruyor. Özellikle çözümün tartışıldığı son haftalarda gerilla kayıpları giderek arttı. Bu da saldırıların şiddetine işaret ediyor. KCK, dün yaptığı açıklamada şöyle diyor:

“Türk ordusunun 15 Mayısta Şırnak’ın Çırav dağında yaptığı operasyonda 6 HPG savaşçısı şehit düşmüş, karşı taraftan da kayıplar yaşanmıştır. En son Eruh’un Garısa alanında HPG Komuta kademesine yönelik Türk ordusunun merkezi olarak planlanmış bir operasyonla her türlü teknik kullanılarak 17 Mayıs’ta, içinde Garisa bölge komutanı Şervan Sason ( Niyazi Akın) yoldaşın da bulunduğu bir grup HPG’li militanın şehit düştüğü haberini bugün almış bulunuyoruz...”

KCK’nin açıklamalarında da görüldüğü gibi, Türk ordusu HPG Komuta kademesini hedef alan saldırılar gerçekleştiriyor. HPG, bu saldırılara “kalleş saldırılar” olarak adlandırıyor.

Zaten HPG en büyük kayıpları, karşılıksız ateşkeslerde ve geri çekilmelerde veriyor.

Kürtler, çözüm numaralarıyla aldatılıyor, oyalanıyor. Derin devletin yakın gazetecilerinden Enis Berberoğlu, dünkü Hürriyet yazısında, çözüm denkleminde kesinlikle PKK’ye yer yok diyor.

Bunun böyle olduğunu, Türk devletinin, Kürt sorunun çözümünde uyduruk adımlar atarken PKK’ye yönelik şiddeti artırmasından belli oluyor. Ne pahasına olursa olsun PKK’ye diz çökertme niyetlerinden vazgeçmiyorlar.

Bu ara, Türkiye Kürdistan’ından göçen Kürt sivillerin kaldığı Mahmur Kampı, PKK’ye silah bıraktırma kampı olarak düşünülüyormuş.

PKK’liler silah bırakmak için oraya gelecekler, silahlarını Irak yönetimine teslim edecekler, silahsız bir şekilde orada konakladıktan sonra da Türkiye’nin izin verdiği kişi ve ölçüde Türkiye’ye giriş yapacaklar...

Çözüme bakın! Türk ırk devletinin oluşturduğu linç kültürü kurum ve kuruluşlarıyla bütün il ve ilçelerde varlığını sürdürürken, can güvenliklerini korumak için dağlara sığınmış silahlı Kürt çocukları silahlarını, sömürgeci Türk generallerin Kürt kanıyla vıcık vıcık olmuş potinlerinin dibine bırakacaklar.

Bir kez daha kandırılıyoruz. Uyutuluyoruz, oyalanıyoruz. Dili, dini, mezhebi ve kimliği yarı yasak nesiller yetiştirilecek olmasına fit olmaya hazırlanıyoruz.

Adım adım uygulanan ve PKK’ye de izletilen bir film var. Filmin ana konusu şu. Türk devletini, varlığını, anayasasını, kurumlarını, bayrağını, dil birliğini, Türk milliyetçi hakimiyetini rahatsız etmeyecek bir Kürtlüğe karşılık, PKK’nin tümden ortadan kaldırılması...

Fakat unutulan bir şey. Bedeli ve faturası daha önce Kürtler tarafından defalarca ödenmiş bu hakların faturasını da ikinci kez biz ödemeyeceğiz.

Biz zaten 1980 zindanlarında Atatürk’ün gençliğe hitabesini okumak istememiştik. “Bir Türk dünyaya bedeldir,” dememiştik. İstiklal Marşı okumamıştık. “Ne mutlu Türküm diyene!” demediğimiz için, akıl almaz işkencelere maruz kalmıştık. Kürdistan dağlarına kazınmış birkaç sloganı kaldırmakla Kürt sorunu çözülmez...

İçimizden geçenleri bir kez daha belirtmek istiyoruz.

Bütün zamanlarda Kürt nesillerini yetim bırakan Türk devletine güvenmiyoruz. Türk ordusunun Kürdistan’daki varlığı sürdükçe can güvenliğimizin bulunmadığını söylüyoruz. Türk ırk namlularını vatan savunan namlular olarak değil, Kürt halkını ensesinden öldüren namlular olarak görüyoruz. Bir daha namluları altında yaşamaktansa, sürgünü, dağı, sokak direnişlerini ve çaresiz kaldığımız yerde ölümü tercih ediyoruz...

Bunu daha başka nasıl anlatalım?

Türk devlet morglarından kaç Kürdün cesedi geçti? Kaç Kürt ve Alevi çocuk dil ve mezhebini gizleyerek büyüdü?

Tek dil, tek sınır, tek bayrak, tek mezhep paranoyaklığına takılmadan, onun hastalıklı takıntılarını kendimiz dert etmeden Kürt ulusunun bir bireyi olarak tekrar belirtmek gerekiyor: Yarım özgürlük değil, tam özgürlük istiyoruz.

Meclis İdare Amiri Sırrı Sakık’ın AKP’li idare amiriyle yemek yemesini kimse bize Kürt sorununda yumuşama var diye yutturmasın artık. CHP içindeki bir Kürt milletvekilinin DTP’li bir milletvekiline göz kırpmasını kimse bize CHP-DTP yakınlaşması olarak anlatmasın...

Morglara bakıp konuşmak gerekiyor.

Morglar yine Kürt cesetleriyle dolup taşıyor.

Kürt sorunu, bir ense sorunudur.

Kürt ensesindeki Türk namlularının tümüyle geri çekilmesi sorunudur.

Büyümekte olan ağaç fidanının başında balta ile bekler gibi, Türk devlet namluları Kürdün ensesinde durdukça; Kürdün teslim edecek silahı yoktur; elden ele devredeceği silahları vardır.

Doğada her canlının kendini yaşatma savaşıdır bu...

Ya tam özgürlük ya hiç!

----------------