19 Kasım 2010 Cuma

HIRSIZ VE YALANCI




İdil’de bir Müslüman Hıristiyanların evine hırsızlığa girmiş.(İdil uzun bir süre Mardin’in ilçesi olarak kaldı. Bugünlerde ise Şırnak’a bağlı bir ilçedir.)Onu bahçede yakalamışlar ve kaçmasın diye de elini kolunu bağlamışlar. “Buna bir ceza verelim!” demişler. “Bunu serbest bırakırsak bizi mahveder!” demiş içlerinden biri. Sonra da kendi aralarında cezasını belirlemeye çalışmışlar. “Bir ayağını keselim!” “Olmaz!” “Neden?” “Ayağını kessen de topal topal hırsızlık yapar!” “O halde bir kolunu keselim!” “Yine de tek kolla hırsızlık yapar!” “Tek gözünü çıkaralım! Kör haliyle de hırsızlık yapacak değil ya!” “Yine de yapar bu adi herif!” Böylece öneriler tek tek sıralanırken biri müdahale etmiş. “Patrik’i bekleyelim!”Oradakiler, “Doğru!” demişler. “En iyisi, cezasını o versin!”

O zamanlar İdil’de Hıristiyanlık güçlüdür ve yaşlı bir rahip (belki de papaz?) patrikliğe vekâlet ediyor(muş). Çok geçmeden elindeki asasıyla olay yerine gelmiş. Olanları anlatmışlar. Patrik, “Cezasını ben veririm,” demiş. Elindeki asayla (Papaz Değneği’yle ) bağlı haldeki hırsızın karnına üç defa-bıçak saplayıp çıkarır gibi-sert şekilde dürtmüş. Patrik, değneği her dürtüp çekmesinde Kürtçe “Dizo!” diye bağırmış.(“Diz”, Kürtçe hırsız anlamına gelir. “Dizo” da-“hırsızo” gibi-hırsız anlamına gelir ama daha da aşağılayıcı ve küçültücü bir anlam taşır.)Bu enstantanede patrik bir kez “Dizo! Dizo! Diz!/Hırsız! Hırsız! Hırsız!” diye bağırmış olmuş(dikkat edilirse üçüncü darbede (üçüncü tekrarda yani sonda) patriğin “dizo” yerine “diz” kelimesini kullanması kendi üslubundan olsa gerek!) “Şimdi bırakın gitsin!” demiş patrik. Hıristiyanlar şaşırmışlar. “Efendim bu nasıl cezadır ki?” “Böyle ceza mı olur?” “Siz sadece ona asayla üç defa dürttünüz.” “Ve her dürttüğünüzde ‘Hırsız!’ diye bağırdınız!” “Vallahi bırakırsak yine hırsızlığımızı yapacak!” Patrik soğukkanlılıkla dinledikten sonra yine aynı tavrı göstermiş. “Bırakın gitsin!” Biraz sustuktan sorma devam etmiş. “Bu adamın içinde bir parça namus varsa-burnu biraz kızarmışsa!-benim bu davranışımın karşısında bir daha hırsızlık yapmayacaktır. Eğer bu adamda onur, şeref denen şey yoksa-siz onu öldürmedikçe!-ne yaparsanız yapın hırsızlık edecektir!” Ve adamı bırakmışlar.

Bizim ülkemiz böyle olmuş işte: Tıpkı patriğin asası gibi etkileyici araçlara gereksinimi var gibidir. Yalanın bini bir para! “Hak ve özgürlükler!” “İnsan hakları!” “Eşit yurttaş!” “Kadın kotası!” “AB!” “ABD!” “Başörtüsüne özgürlük!” “Dünyanın en gelişmiş on ülkesinden biriyiz!” “Basın özgürlüğü!” “İşkence mi?” “Gözü bağlı adalet!” “Demokrasi!” “Günah! Sevap!” Ve daha nice haykırmalar. Dilin kemiği ve yüzün astarı yok-konuş konuşabildiğin kadar! Nutuk at atabildiğin kadar! Gerçekten utandığımız bir değer kalmış mıdır? Yalandan dolandan utanıyor muyuz? Yoksa kanıksadık mı? Namustan bahsederken, kendimiz ve ailemiz bunu uyguluyor mu? Bir utancımız kalmış mıdır? “Hırsız! Hırsız! Hırsız!” sözünden papaz değneğinin darbelerini hisseder miyiz acaba?

Kendi yerleştirdiğimiz mayınlar üzerinden kendi çocuklarımızı geçiririz. Biz öyle bir komutanız işte! Kendi çocuğumuzu dağa yollamadığımız halde hep yıllarca dağ edebiyatı yaptık! Bunu öyle bir becerdik ki yıllarca milletvekili ve belediye başkanı olduk! Yalandan yazar olduk! Tek satır edebiyat yapacak halimiz yoktu oysa! Üstüne üstlük yazarlığımızı siyasette kullandık! Beş para etmez-çalıntı kitaplarımızla-tv ekranlarının müdavimleri olduk. Hem Müslüman’ız, hem lâikiz, hem Ermeni’yiz, hem Kürt’üz, hem Türk’üz! Neye oynarsan varız, aslında biz demokratız(!) Barış yanlısı olduk. Uslanmış bir general emeklisi olduk. Tv’lerde uzman nutukları çektik. Öyle yola gelmiş, olgunlaşmış akil adam olduk ki, eski faşistliğimizi, komünistliğimizi, yobazlığımızı unutturduk. Yalan bir ülkenin yalandan kahramanları olduk. Zenginleştikçe fakir edebiyatı yaptık! En büyük devrimci biziz! En büyük adam! Aziz! Peygamber!

Hiç yorum yok: