24 Aralık 2011 Cumartesi

Ermeni sempozyumu panelistlerinden Adil Okay ile söyleşi(*)



Adil Okay
adilokay@hotmail.fr


Y.D.İ. Çağrı: 24−25 Nisan’da Ankara’da gerçekleştirilen “Öncesi ve Sonrasıyla 1915: İnkâr ve Yüzleşme” başlıklı sempozyum sona erdi. 95 Yıllık bir yasak delindi. Bir ilk gerçekleşti. Siz de Baskın Oran, Mahir Sayın ve Sibel Özbudun’la aynı panelde konuşmacıydınız. Ayrıca sizin yazdığınız ve Merhaba Sanat Tiyatrosu tarafından sahneye konulan oyunun Hrant Dink bölümü sinevizyon olarak gösterildi. Kutluyoruz. Konuşmanızda ‘soykırım meselesi’ne dolaylı olarak değindiniz. Çağrı okuyucuları için ‘soykırım’ konusundaki düşüncelerinizi açar mısınız?


Adil Okay: Konu sadece bir kelime değil. Konu insanlık trajedisi. Biz, 12 Eylül dönemini ‘mikro soykırım’ olarak tanımlarken, Başbakan Erdoğan İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamları soykırıma benzetirken, 1995’te Srebrenica’da çoğunluğu çocuk 8 bin kadar Boşnak’ın katledilmesi kimileri tarafından soykırım sayılırken, yüz binlerce sivil Ermeni’ye karşı yapılan, insan aklının anlamakta, kabul etmekte zorluk çektiği katliamlara neden soykırım demiyorduk. Bunun sorgulanması gerekmekte demiştim. Bu yaşananlara karşılıklı katliam da denilemezdi. Zira güçler arasında eşitlik yoktu. Bırakınız eşitliği, yer yer baş kaldıran Ermeniler yenilmiş ve silahsızlandırılmışlardı. Sonuçta savunmasız, çocuk, kadın ayırmadan sivil halk katledildi. Dikkatinizi çekerim, Osmanlı döneminde bu yapılanlar kabul edilmişken, katledilen Ermeni sayısı 800 bin olarak verilirken, cumhuriyet Türkiye’sinde sayı 300 bine düşürüldü. Kaldı ki 300 bin olsa 30 bin olsa bu ne kadar mazur görülebilir.

- Neden cumhuriyet bu konuda Osmanlı’dan daha geriye gitti?


Adil Okay: Aslında Cumhuriyet de Osmanlının devamıdır. Aradan geçen 95 yılda sağ kalan tanıkların hemen hepsi öldüğü için yeni nesli aldatabiliyorlar. Tanık derken sadece Ermeni tanıktan söz etmiyorum. Bundan 20−25 yıl önce her ailenin yaşı ferdi, Türk, Kürt, Arap bu katliamlara şu veya bu biçimde tanıktı.

-Tanıklar hayatını kaybetti diyorsunuz. Peki resmi arşivler. Tanıklarla söyleşiler. Belgeler. Onlar nasıl yok sayılıyor?

Adil Okay: Aslında yok sayılamıyor. Ama basına verilmiyor, burjuva basını yok sayıyor. Malum radikal sol basın geniş halk kitleleri tarafından okunmuyor. Hatta Mustafa kemal 1 ağustos 1926 da Los Angeles Examiner’e verdiği röportajda tehcirde yapılan kırım ve failleri hakkında şunları söylemiştir. “Milyonlarca Hıristiyan uyruğumuzun acımasızca kitleler halinde evlerinden sürülüp katledilmesinden sorumlu tutulması gereken bu eski Jöntürk fırkasının artıkları…” Keza, 1918−1920 yıllarında İstanbul’da yayınlanan ‘Alemdar’, ‘Tasfir−i Efkâr’ ve ‘İstiklal’ gazetelerinde yayınlanan yazı ve haberler, Ermenilere karşı uygulanan kırımın itiraflardır. 1919 yılında İstanbul Alemdar gazetesinde, dört bölüm halinde yayınlanan Çerkez Hasan Bey’in makaleleri, kanıtlar arasında sayılır.

- Peki, Osmanlı’da Ermenilere karşı hoşgörü daha fazlaydı savına ne diyorsunuz?

Adil Okay: Siz bakmayın o, ‘Osmanlı’da 1915’e kadar var olan hoşgörü, cumhuriyet Türkiye’sinden çok daha iyiydi, Osmanlı’da Gayrı Müslimler parlamentoya giriyor, üst düzey bürokrat oluyorlardı’, safsatalarına. Bunların tümü görecelidir. Osmanlı döneminde merkez bankası müdürü belki Ermeni kökenli olabiliyordu, mecliste bir dönem Ermeni mebuslar vardı, el üstünde tutulan kaymak tabaka Ermeni tüccarlar, mimarlar, sanatçılar vardı ama Osmanlı’da da gayrimüslim ahali (dolayısıyla Ermeniler) özel türden baskılara maruz kalıyordu. Örneğin: “Hıristiyanlar, ibadetlerini Müslümanları rahatsız etmeyecek şekilde yapmak zorundaydılar. Ayrıca ata binmeleri, silah taşımaları, bir Müslüman ile karşılaştıkları zaman kaldırımda yürümeleri yasaktı. Hamamlarda takunya giymeleri yasaktı. Peştamallarına çıngırak takmaları gerekiyordu. Müslümanların evlerinden daha yüksek ev yapmaları yasaktı. Evlerin, Müslüman mahallelere bakan taraflarına pencere yapmaları yasaktı. Ermenice konuşmak ve öğrenmek yasaklanmıştı. Ve benzeri.

- Cumhuriyet Türkiyesinde de benzeri uygulamalar yok mu?


Adil Okay: Var tabi. Zaten resmi ideoloji aynı. Ancienne rejimden köklü bir kopuş da yok. Kemalizm her dönem egemenler için bir ideolojik kılıf olmuştur. Birkaç örnek vereyim. Tabi ne yazık ki her örnek, yüreğimizi dağlayan, trajik bir örnek oluyor. Ancak yeni nesil gerçekleri öğrensin diye tekrarlamak zorundayız. Örneğin: 1915’te korkunç işkencelere maruz kalan ve baş eğmeden ölmek isteyen bazı Ermenilerin, Osmanlı cezaevlerinde kendilerini yaktığını, 1982 Yılında da Cumhuriyet Türkiyesinde Kürt tutsakların, dayanılmaz fiziki ve psikolojik işkenceye baş eğmemek için Diyarbakır cezaevinde kendilerini yakması. Osmanlı zindanlarında, “şahadet getirin, padişahımız çok yaşa deyin”, diye işkence yapan ittihatçı artıklarının, 12 Eylül 1980’den sonra da tutsak devrimcilere zorla İstiklal marşı söyletmeye, onuncu yıl marşını ezberletmeye çalışması. Aynı katiller örgütünün, 12 Eylül faşist darbesinden sonra bir milyon insanı zindanlara doldurup, 17 yaşındaki delikanlıları asması, çoğunluğu Kürt kökenli 17 bin insanın katledilmesi ve adlarına ‘fail−i meçhul’ denmesi… Bunlar teşkilat−ı mahsusa’nın kapatılmadığını ad değiştirerek faaliyetlerine devam ettiğini göstermiyor mu?

Bir örnek daha vereyim: İttihatçılar, Haziran 1915 de Sosyal Demokrat Hınçak partisi yöneticilerini evlerinden toplamış, Askeri Mahkemede bir günde idama mahkum etmiş, başta PARAMAZ (Madteos Sarkisyan) olmak üzere içlerinden 20 yöneticiyi Beyazıt Meydanı'nda idam etmişlerdi. Paramaz idam sehpasında: "Siz yalnız bizim vücudumuzu ortadan kaldırabilirsiniz, bizim ideallerimizi asla, ideallerimiz sosyalizmdir..." diye slogan atmıştı. Aynı ittihatçı artıklarının, 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinden sonra onlarca Türkiyeli devrimciyi idama yolladığını, Türkiyeli devrimcilerin de İdama giderken Paramaz gibi ‘yaşasın sosyalizm ve halkların kardeşliği’ sloganları atmışlardır. Osmanlı döneminde Ermenice konuşmayı yasaklayan zihniyetin, cumhuriyet Türkiye’sinde de Kürtçeyi yasakladığını, Kürt annelerin tutsak çocuklarıyla Kürtçe konuşmasına yasak getirildiğini, Kürtçe bir kelime hatta harf kullanmanın hapis cezası öngördüğünü unutmadık.

- Son olarak ne söylemek istersiniz?

Adil Okay: Türk devleti, 1915’te Ermeni tehciri ve kırımı, 1920 ve 1930’larda Kürtlere yönelik katliamlar üzerine inşa edilmiştir. 1915’ten 6−7 Eylüle, 12 Marttan, 12 Eylüle, Susurluktan Ergenekona kadar aynı zihniyetin ve çetelerin dolaylı dolaysız iktidarı sürmüştür. Bu gerçekleri bilmeden, kabul etmeden yüzleşmeyi ve yargılamayı 1915’e kadar götürmeden 12 Eylül’le de hesaplaşamayız.

-Ne yapılabilir?


Adil Okay: Ermeni Sorunu, toplumsal, tarihi bir sorun olması yanında; “Tarihle yüzleşmenin ‘olmazsa olmaz’ iki şartı olarak özür dileme ve tazmin etme”yi de içeren politik bir meseledir. Dolayısıyla, Hrant Dink’in de altını çizdiği gibi, geçmişle hesaplaşmak, kapanmayan ve hala kanayan yaraların sağaltılması için önce resmi olarak özür dileyip diğer adımları atmak gerekmektedir.

---------------

(*)“Yeni Dünya İçin Çağrı” dergisinin benimle yaptığı eski bir söyleşiyi Ermeni meselesi güncel olduğu için yeniden paylaşıyorum. A.O.


http://www.ydicagri.org/Sayilar/145/adil_okay_soylesi.html

Hiç yorum yok: