16 Haziran 2008 Pazartesi

‘BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN, ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA’









Turgut Koçak

turgut.kocak@hotmail.com

Yaşam ne ilginç. Düşmanlarımız bizi zindana kapatır, yaşamla bağımızı keser, bir punduna getirip kalleşçe katleder, sonra da hiçbir şey olmamış gibi bizim üstümüzden çıkar sağlamaya çalışır. Başarır da…

Bütün devrimciler Sabahattin Ali’yi bilirler, tanırlar. Oyuna getirilip nasıl katledildiğini de unutmuş değillerdir. İşte bizim o Sabahattin Ali’miz, Sinop zindanındayken oturup bir şiir yazmıştır. ‘Başın öne eğilmesin – Aldırma gönül aldırma -…’ diye. İşte bu şiir daha sonra türkü olmuş, söylenmiş; yıllarca da içine hüzün çöken devrimcileri alıp çıkarmıştır, iç karartan o hüzün karanlığından. Türkü olan bu dizeler, hemen her eylemimizin sesidir, soluğudur, gücüdür. Bu yüzden bizim kuşak devrimcileri çok severiz bu dizeleri ve bu türküyü.

ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA

Oysa bizim sınıf düşmanlarımız yıllarca bu türküye ve dizelere yasak getirmiş, söyleyenleri işaret ederek canına okumak istemiştir, okumuştur da… Nazım Hikmet’imiz de yazdıklarından ve eylemlerinden dolayı aynı şekilde zulüm görmüş ve her dizesine yasak konularak yok edilmek istenmiştir. Adının duyulmasına bile katlanamayan sermaye güçleri ve gericiler bu yönde ellerinden geleni artlarına koymamışlardır.

Ancak; su yolunu bulmuş, önüne gelen engelleri aşa aşa çoğalıp ırmak olmayı başarmıştır. İşte Sabahattin Ali de, Nazım da düşmanlarının göbeğini göğe getirip, vurup yere çalmıştır onları. İlk Nazım Hikmet’in şiirini devrimcilerin kanını içmeye yeminli CIA ajanı Türkeş’in dilinden duyduğumuzda şaşırıp kalmış “Allah, Allah” çekmekten kendimizi alamamıştık. Sonra arkası geldi. Bir dizesinde yeryüzünde milyonlarca dostu ve düşmanı olduğunu dile getiren Nazım Hikmet’in şiirleri düşman toplantılarında söylenir oldu.

Acaba ne yapılmak isteniyordu? Yoksa bu bir özeleştiri ya da aklanma biçimi miydi?

Her ikisi de değildi kuşkusuz. Sınıf düşmanları bükemedikleri bileği, bir başka türlü etkisiz kılmak istiyorlardı, o kadar. Tıpkı magazinleştirilmek istenen Che Guevara gibi. Böylesi daha iyiydi onlar için. Gerçek anlamlarından uzaklaştırıp zararsızlaştırmak en iyisiydi. Onlarda bunu yaptılar. Üzülerek söylemek gerekir ki, etkili de oldular.

Şimdi aynı numarayı, Başbakan Recep Tayip Erdoğan yapıyor. Kendisini ve AKP’yi mağdur edilmiş sayarak mazlumu oynuyor.

Recep Tayip Erdoğan ve partisi AKP, acaba mazlum ve masum mu?

Değil.

Çünkü; AKP uluslararası emperyalist güç odaklarının dümen suyunda hareket eden ve ülkeyi


onlarla birlikte talana soyunmuş, ne var ne yok satıp savmış bir parti olup, dağı taşı sattığı gibi, aynı zamanda özelleştirmedik bir şey bırakmamaya yeminlidir de. Onlarca tersane işçisinin ölümü bu özelleştirme sonucu yaratılan taşeronlaşmanın sonucu olarak gerçekleşmiş ve bu yüzden sayısız emekçinin ocağı sönmüştür. Yokluk yoksulluk alıp başını gitmiştir. Zenginleşen AKP çevreleri küstahlaştıkça küstahlaşmışlar adeta yoksul halk yığınlarıyla dalga geçer olmuşlardır. Kayırma, ihale yolsuzlukları bunların iyi bildikleri yoldur. Dinsel gericiliği bir yaşam biçimi olarak yığınlara benimsetmek için girişilen kampanyaların ve kadrolaşmaların haddi hesabı yoktur. Eğitim alanı gericiliğin salvo atışları altındadır. Bay Tayyip, insanlık düşmanı ABD emperyalizminin Ortadoğu görevlisidir. Bakanlarının çoğunun durumu karanlıktır. İçlerinde CIA’nın yeminli görevlileri ve İngiliz yurttaşı olanlar bile vardır. Özetle bunlar halkın değil, katıksız yabancı ve işbirlikçi sermayenin işbilen adamlarıdırlar.

Şimdi Anayasa Mahkemesi katından AKP’nin kapatılma davası olduğu için bu çevreler yargıyı topa tutmakla kalmayıp açıktan açığa hedef de göstermekten çekinmemektedirler. Öyle bir görüntü sergilemektedirler ki, hem kuzu, hem de kurt rolünü aynı anda oynayarak, puan toplamaya çalışmakta her fırsatı değerlendirmekten geri durmamaktadırlar.

Recep Tayyip Erdoğan Sinop’ta halka seslenmiş o alışılmış şiirleri bir kenara bırakarak bu kez; bizim olan Sabahattin Ali’nin şiiri ‘ Başın öne eğilmesin - Aldırma gönül aldırma - …’yı okumuştur. Yani sizin anlayacağınız takkiye üstüne takkiyye yapmıştır.

İşte burada sessiz kalmamak gerekiyor. Bu konuda ne demiştir, Nazım Hikmet; “Biz adama gölgemizi bile çiğnetmeyiz…” Gerçekten de bunlara gölgemizi bile çiğnetmemeliyiz. Sinop’un kale duvarlarını çatlatan ve o zindanın duvarlarında bizim sesimiz bizim soluğumuz vardır. Bugün dillerden düşmeyen o güzelim dizelerin her sözcüğünün bizim yoldaşlarımız tarafından bedeli ödenmiş olup, tapusu devrimcilerin üzerine çıkarılmıştır. Bu tapuyu delmek isteyenlere yanıtımız olmalı ve onları bizim alanlarımızdan püskürterek, ölülerimizin başlarına basmalarını kesinlikle önlemeliyiz.

Son söz:

Sayın Recep Tayip Erdoğan, kendi alanınıza dönünüz. Biz sizin minareli, kubbeli şiirlerinizi okuyor muyuz ki, siz bizim ‘Başın öne eğilmesin – Aldırma gönül aldırma - …’ dizelerimizi okuyorsunuz, hem de siz ve sizin gibi dünya görüşü olanlarca katledilen Sabahattin Ali’nin kanı yerde dururken… Herkese herkese anımsatıyoruz ki, biz adama gölgemizi bile çiğnetmeyiz. Çiğnemeye kalkanlara ise hesabını kesinlikle ama kesinlikle sorarız. Bu da böylece biline…

Hiç yorum yok: