29 Mayıs 2008 Perşembe

Y - Muhtıra






Abdulkadir Ulumaskan

Türkiye ekonomik alanda olmasada, siyasi yaşamda teknolojiyi alabildiğine kulanıyor.
Artık Türkiye’deki darbelere isim yetiştirmek zor. Askeri darbeler biçim ve yöntem değiştirmeye başlayınca, ardından E-darbeler dönemi geldi. Bunu da Hukuk darbeleri izledi. Şimdi de Y-darbe denilen ”yargıtay darbesi” gündemdedir. Aslında buna Y 3 darbesi demek gerekiyor. Y1, Anayasa Mahkemesinin 167 darbesi, Y2 Başavcılığın kapatma darbesi ve en son da Y3 diyebileceğimiz Yargıtayin bildiri darbesidir. A4 ise muhtemelen yoldadır. Türkiye cumhuriyeti artık adeta muhtıralarla yönetilen bir E-devlet haline gelmiştir.

1980 Askeri cuntasından sonra Türkiyede gündelikleşen darbelerin amacı; toplumda beliren mevcut demokratik gelişmelerin önünü kesmektir. Bu gibi durumlarda darbeler ortaya çıkmaya başlıyor. Ya da bazı odakların çıkarı tehlike konusu olduğunda darbe uğultuları yükselmeye başlar. Peki Türkiyede böyle demokratik bir eğilim mi başladı da darbeler tekrar gündeme geldi acaba ? Belki hayır, ancak Avrupa Birliğine giriş sözkonusu olunca ve AKP nin Kemalizme ihanet potansiyel endişesi buna neden olmuştur.


Yargıtayın son açıklaması, yani Y-muhtıra, AKP ve Erdoğan’ı kuyruğuna basılmış gibi bas bas bağırtıyor. Bundan Ak Partinin tümüyle köşeye kıstırıldığı anlaşılmaktadır.

Türkiye’de - sistem, hiyareşik yapısı gereği, yukardan aşağıya - darbeler birbirini izledi.

İlkin Genelkurmayın E-muhtırası, ardından Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk darbesi ve şimdi de Yargıtayın sözlü Y-darbesi… peş peş geldi.

Kamuoyu artık E, H ve Y darbelerini tartışıyor. Böyle giderse belkide tüm alfabe harflerinin bile yetmeyeceği bir rakamlı / harfli darbeler dönemine tanık olacaktır, Türkiye.

Harfler yetmeyince, bunların yanına rakamları koymak zorundayız.

Bu son Y-darbe ile ilgili Tayyip Erdoğan, belkide ilk defa iradesi dışında doğru bir şey söyledi. „Bu durumdan vazife çıkarmaktır.“ Diyerek.

Nedir durumdan vazife çıkarmak ? Tabi Erdoğan bu tespiti yaptı ama bunu açıklama cesareti göstermedi ve gösteremez de. Onun yerine olmasa da, ben biraz açılık getireyim. Demek oluyor ki; bu hukukun gereği değil, Kemalist bürokrasi ve ordunun talimatlarından kendi üzerine düşen vazifeyi çıkarmaktır. Yoksa yargının bildiri yayınlama hakkı ve yetkisi yoktur. Yargıçlar kararlarıyla konuşur, denir; bildirilerle değil.

Tüm bu harfli darbelerin tozu dumanı arasındaki tartışmalarda bir şey unutularak hukukun tarafsızlığı ya da bağımsızlığından bahsedilmektedir. Unutulan ise şudur:Türkiye’de hukuk, hiç bir zaman bağımsız olamadı ve bunun en önemli nedeni de, ordu ile bürokrasinin devlet içerisindeki yapılanmasındandır. Tükiyede ordu bilinen devlet yapısı içerisinde normal devlete bağlı bir kurum değil, tersine devletin üstünde ve onu kendisine bağlamış özel baş bir misyonu vardır.

Durum bu olunca, yargı ya da hukukun bağımsızlığından bahsedebilmek mümkün olamaz.
Yargının bağımsızlığından önce birey, toplum ve yargıçların beyinlerinin bağımlılıktan kurtulup, bağımsızlaşması, ya da bağımsızlaştırılması gerekir.

Paşa korkusu, eğitimi ve kültürüyle beyinlerinde ordunun inşaa edilmiş karakollarının yıkılarak özgür ve bağısız zihniyetlerin yetiştirilmesi ancak devleti ve yargıyı bağımsız kılabilir ve ondan sonra yargının bağımsızlığından bahs etmek mümkün olabilir.

Uygarlık, bağımsızlık, demokrasi ve hukuk, insanlığın askerileşmeden sivileşmeye doğru gitmesiyle mümkün olagelmiştir. HerhaldeTürkiye bunu askerileşmekle sağlayamaz.

Türkiye de hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığını isteyen ve savunan her kesin bu gerçeği gözardı etmemesi ve, tabi eğer göze alabiliyorlarsa, bununla mücadele etmesi gerekir. Yoksa Türkiyenin yakasını alfabetik ve rakamlı muhtıra ve darbelerden kurtarmasının imkanı olamaz. Bunu başarmanın yegane yolu ise, bazı bedeller ödemeyi göze alabilmektir. İşte Türkiye’nin böyle bilinçli, kararlı ve ve cesur öncü insanlara ihtiyacı vardır. 25.05.2008

Hiç yorum yok: