5 Şubat 2011 Cumartesi

ŞAKA GİBİ BİR ŞEY!




26 Ocak 2011 günü-havuç toplamaya giden-(Mardin) Mazıdağlı on bir mevsimlik işçinin Ankara-Beypazarı’nda trafik kazasında ölmeleri hiç ses getirmedi. Daha önce de yoksul Kürt köylülerinin-mevsimlik çalışma için-yollarda trafik kazalarıyla ölümleri olmuştu. Bunlardan biri de 7 Ağustos 2007’de Sivas-Kangal’da olmuştu. Giresun’a fındık toplamak için gitmekte olan bir dolmuşa sıkıştırılmış Adıyamanlı 24 mevsimlik işçi araçlarının bir kamyonla çarpışması sonucu ölmüşlerdi. Yoksul Kürt köylüleri ancak bu tür trafik kazalarıyla televizyonlara haber olmaktalar. Kürt sorununa kafa yoranların olayın salt siyasi yönüyle ilgilenip sosyal ve ekonomik yönünü atlamaları oldukça düşündürücüdür. Eğer insanlar yoksul olarak yaşayacaklarsa, bir santimetrekare toprakları dahi olmayacaksa ha bu sistemde ha demokratik açılımlı sistemde yaşamalarının ne farkı olabilir? Eğer yoksulluktan mevsimlik işçi olabilmek için yollarda öleceklerse, bu insanların Türk ya da Kürt olmalarının da bir anlamı yok!

Bu acıklı olaydan sonra-gündem gereği!-gülümsemeli birkaç olaya geçmek zorunda kalacağım için üzgünüm. Şu ülkenin yazgısına bakın. İki başbakan adayının birbirine taktıkları isme bakın hele: “Kaynak Kemal!” “Oynak Recep!” Şaka gibi… Öyle bir ülke düşünün ki başbakan adaylarının ortalığa düşen adları Kaynak Kemal’le Oynak Recep olsun. Böylesi bir ülkenin geleceği, çoluğu çocuğu, yarınları, hayalleri, umutları olumlu olabilir mi? Böylesi iki isim ne tür bir ülkeye(!) başbakan olabilirler? Böylesi bir ülkenin yönetim biçimi demokrasi olabilir mi? Böyle bir ülke dünyada var mıdır acaba?

Diyarbakır’da bilbordların büyük çoğunluğuna BBP’nin afişleri asıldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’le merkez ilçe belediye başkanlarının BBP ile böylesi bir dayanışması oldukça ilginçti. AKP’ye, CHP’ye, MHP’ye hatta BDP’ye böylesi çok sayıda bilbord tahsis etmeyenlerin BBP’ye bu olanağı sunmasını tuhaf karşıladım. Şaka gibiydi(!) BBP bu afişlerinde “her evden bir oy” istiyor. Bu ülkede tam demokrasi olacaksa tüm siyasi partilerin her yerde eşit olanaklarda propaganda yapmaları sağlanmalıdır. Bu yönüyle bilbordlardan BBP’nin de yararlanması doğru bir uygulamadır. Bu bilbord tahsisini yazmamın nedeni bu uygulamanın bugüne dek başka siyasi partilere verilmemesidir. Acaba BBP büyük para basarak mı kiraladı? Yine de Osman Baydemir ve ilçe belediye başkanları herkesi şaşırtarak büyük sükse yaptılar diye düşünüyorum.

BBP için bilbord reklamı gibi sevinçli olmayan başka bir durumuna üzülerek girmek istiyorum. Soruşturmalar (mahkemeler) pek bu yöne gitmese de (Trabzon) Rahip Santoro, (Malatya-Zirve Yayınevi) Misyoner ve Hrant Dink cinayetlerinde BBP’nin rolü insanların gözünden kaçmadı. Soruşturmanın seyrine rağmen Büyük Abi Erhan Tuncer, Yasin Hayal ve Ogün Samast’ın üzerinde BBP’nin gölgesi silinmedi. Bu ülkede soruşturmalar ve kapa(t)ma davaları sanki artık Kürt sorununu çözmeye çalışan partiler için geçerlidir. Biz demokratik çoğunluktan yanayız ve demokratik siyaseti kullanan partilerin faaliyetine karşı çıkmayız. Sanatçıların gösterilerini basmaya çalışan, sanatçıları tehdit eden, şarap içilen yeri yıkıp dökmek isteyen faaliyetleri demokratik siyaset olarak algılamamız da düşünülemez.

Siyasi partilerden söz etmişken, çok partili dönemin ilk yıllarına dönelim: 1945-1950 yılları arasında yirmiden fazla siyasi parti kuruldu. Bunlardan biri “sosyalizm” sözünü eden Sosyal Adalet Partisi’dir(SAP). SAP kendini şöyle tanımlar: “(…)Sınıf kavgasına taraftar değiliz. İnsanların anadan maddi ve manevi bünye bakımından eşit doğmadıkları hakikat iken, sınıfların mevcudiyetini de inkâr etmek mümkün değildir. Ve cemiyetler sınıfsız olamazlar. Bu itibarla partimizin siyasi rengi, tozpembe olup, kırmızı veya kızıl değildir.” Şaka gibi bir laf, değil mi ya? Partileri pembe bile değil, pembeden öte açık bir renk, tozpembe! Nasıl bir sosyalistlikse?

O dönemde kurulan diğer bir parti de Ergenekon Köylü ve İşçi Partisi’dir(EKİP). Bu parti Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığını tek makamda birleştirmeyi planlar. (Ne tuhaf, Recep Tayyip Erdoğan da o dönemin Ergenekon’u gibi düşünüyor.) EKİP’in tüzüğünden okuyalım: “(…)Ergenekon,(…)Türk köylüsünü faşist ve kör bir milliyetçilik ile, gücü yetmez boş emeller peşinde sınırlara koşturup, büyük komşumuz Rusya’ya karşı Turancılık yaparak, onları bel kemiğinden kopartmak heyulası ile gocundurup kırdırmayı da, cinayetlerin en hayâsızı sayacak kadar hakikatin âşığıdır.(…)” Bugünkü Ergenekon’la o dönemin Ergenekon’unu kıyaslayalım: TİT, derin devlet, JİTEM, itirafçı, Hizbulkontra taktikleri o günkü Ergenekon’da yok! Şaka gibi, değil mi?

O dönemin bir diğer partisi Arıtma Koruma Partisi’dir(AKP). O günkü AKP’nin tüzüğünden okuyalım: “(…)Din hürriyetini insanlığın mukaddes hakkı ve gidiş yolu, hangi yönden olursa olsun da, ruh eğitiminin iyi bir vasıtası olarak kabul eylediğimizi açıklıyoruz.(…)” O dönemin AKP’si üniversite özerkliğini de talep ediyor(du). O günkü AKP ile bugünkü AKP arasında bir benzerlik görülüyor. Şaka gibi, değil mi ya? Ama sıkı durun, o dönemin tüm siyasi partilerin programlarında ortak bir nokta var(dı): “Dilencilikle mücadele etmek!” Bu yönüyle bizim AKP onlardan biraz farklı duruyor, değil mi?

Aslında bugün canım biraz şaka yapmak istedi: Şaka gibi yani! İsteyen bu yazımı (söylediklerimi) geçerli saymayabilir.

Hiç yorum yok: