6 Haziran 2008 Cuma

Öcalan: İmralı Diyarbakır Cezaevi'ne dönüştü




İSTANBUL (06.06.2008) - Öcalan'a son bir ay içinde peş peşe 3 hücre cezası daha verildi. Böylece toplam hücre cezalarının sayısı 9'a yükseldi. 30 Mayıs tarihinden itibaren 20 günlük hücre cezasına alınan Öcalan, "Burada 12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'ndeki uygulamaların inceltilmiş bir benzeri uygulanıyor. Her taraftan baskı var" dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla bir araya geldi. Edinilen bilgilere göre, Öcalan, görüşmede kendisine verilen hücre cezalarına değinerek, son bir ayda kendisine dördüncü kez hücre cezası verildiğini, böylece toplam hücre cezası sayısının 9'a ulaştığını söyledi. 7. hücre cezasının uygulamaya geçirildiğini anlatan Öcalan, "Her konuştuğumuz bizim aleyhimize kullanılıyor. 20 gün daha ceza verdiler. Daha önceden verilen Hücre cezası uygulanmaya başladı. Artık kâğıt-kalem bile vermiyorlar. İlkin yirmi, sonra on, sonra da yirmi gün daha verdiler. Son verilen 20 günlük cezayı 14 Mayıs konuşmasından dolayı verdiler. Gerekçeleri de '30 milyon Kürt'ü karşınıza alırsınız' diyerek, 30 milyon Kürdü onlara karşı kışkırttığımı iddia ediyorlar, bu son cezanın gerekçesi bu" dedi.

HER TARAFTAN BASKI VAR

Öcalan, şöyle devam etti: "Bu konuda, sorumluluk Avrupa Birliği'ndedir; bu konuda bir şeylerin yapılması lazım, bir karar alması lazım AİHM'in. AİHM bu konuda duyarsız; hukukun gereğini yapmıyor. Savunma hakkıma saldırılıyor bu duruma herkesin tepki göstermesi gerekmez mi? Çünkü bu şekilde bütün savunma haklarım elimden alınıyor. Aslında bu konuda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ikiyüzlü davranarak bir karar almıştı. Buna da ABD'nin baskısını gerekçe yapmıştı. ABD'nin siyasi baskısı deniliyor. Bunu biliyoruz ama Avrupa da bir karar vermeli, hukuksa hukuku uygulasınlar, değilse hukuk yok desinler. Hukuk yok mu? Bana savunma yapmam için sadece bir yaprak kâğıt veriliyor, bunu kabul etmiyorum. Üzerimde her taraftan birçok baskı var. Benim bunlara karşı binlerce sayfa savunma yazmam gerek. Eğer ben kendimi savunmayacaksam, savunma yapamayacaksam, istediğim savunmayı hazırlayamayacaksam hukukun bir anlamı kalmıyor."

AVRUPA DURUMUMU GÖRMELİ

Avrupa Konseyi bunu görmeli, Avrupa Konseyi'nden birileri gelip benimle görüşebilir. Savunmanın bu şartlarda yapılamayacağını kendileri gözlemleyebilir. Burada hukuk çiğneniyor. AİHM, savunma hakkının ihlal edildiğine dair karar vermişti ama bunu Bakanlar Komitesi engelledi. AİHM de bu konuda bir karar vermeli; ya hukuk uygulanacak ya da uygulanmayacak. Çünkü Avrupa hukuku da çiğneniyor. Eğer güçlü olanın hukuku uygulanıyorsa, güç ilişkileri hukuku belirliyorsa, bunu da dile getirsinler, biz de bilelim. Benim buraya teslim edilmemde Türkiye'nin rolü çok azdır. ABD, Türkiye'nin her türlü desteğini almak, Türkiye'yi teslim almak için siyasi olarak beni teslim etti. AB de buna destek verdi ve bunun hukuki zeminini hazırladı. Hepsinin sorumluluğu var. Bana hem örgütün lideri olduğum için ceza verilmiş, hem de ben örgütün lideriyim dediğim için ayrıca hücre cezaları veriliyor. Madem her gün bana, "terörist başısın, sen en büyük teröristsin, en büyük bölücüsün" diyorsunuz, o halde bırakın da savunmamı yapayım. Nasıl bölücü olunuyormuş, kim bölücü, ifade edeyim.

İNCELTİLMİŞ DİYARBAKIR UYGULAMALARI

Öcalan, hücre cezalarının mantığını şu şekilde ele alıp değerlendi: "Yeni bir hegemonya var. Bu yapılanlarla bana Kürtlüğümden, örgütümden, düşüncelerimden vazgeçmem dayatılıyor. Burada fevri bir harekete kalkışmaya zorluyorlar beni. Yani ya infilaka ya teslimiyete zorluyorlar. Burada 12 Eylül'de Diyarbakır'daki uygulamaların inceltilmiş bir benzeri uygulanıyor. Bilindiği gibi o zamanki arkadaşlar, Mazlum onlar, uygulamalara karşı direnişlerini ya kendilerini yakarak ya da ölüm oruçlarıyla dile getirmişlerdi. Benden de benzeri bir tavır almam bekleniyor. Benim halkıma karşı sorumluluğum var, bir halkın kaderi söz konusu, bunu telaffuz dahi etmeye çekiniyorum. Bu tarz eylemlere girmemem gerekiyor herhalde. Bunun sonuçlarının ağır olacağını biliyorum, tahmin ediyorum, altından kalkılamaz. Basit bir açlık grevi bile fazla gelir. Ama böyle savunmanın yapılamayacağı biliniyor, hiçbir yerde bu tarz savunma anlayışı yok. Burada bu şekilde savunma hakkının ırzına geçiliyor."

İMRALI'DAKİ BASKIDA ABD DESTEĞİ VAR

Öcalan, değerlendirmelerine şu şekilde devam etti: "Beni bu şekilde bitirmeye çalışıyorlar. Zaten dışarıda orayı burayı bombalıyorsunuz ABD'nin desteğiyle, burada da benim üstüme geliyorsunuz. Bunu daha önce planlamışlardı; Osman alçağı, onlar gittiklerinde, "Biz Apo'nun babasını tuttuk, annesine koca arıyoruz" demeye getirdiler. İşbirlikçi Kürtler de onlara destek veriyor. Benim teslimimde rol alanlar sadece ABD ve diğer devletler değil, işbirlikçi Kürtler de var. Benim teslim edilmeme en çok bunlar sevindiler. Şimdi Diyarbakır'a yerleştirilenler de bunlar. İşbirlikçi ailelerin sayısı toplasan 500 aileyi geçmez. Bunların kim olduklarını biliniyor. Ben bu konuları düşündüğümde hep Kemal Pir'in bir sözünü hatırlıyorum: "Kürtler bu kölelikte kaldığı sürece Türkler de iflah olmaz, ilerlemez. Ben en çok kendi halkıma hizmet etmek istediğim için senin yanındayım, Ey Apo", diyordu. Kemal Pir'in düşüncesinin özü buydu. Kemal Pir büyük adamdı, bunları biliyordu. Soylu direnişinin özü de bu büyüklüğüydü. On bin yıllık bir halkın tarihini, kültürünü, kendisini inkâr edeceksin, ismini bile ağzına almayacaksın, bu şekilde yürümez. Bu inkârcılığın altında Kürt işbirlikçilerinin de büyük payı var. Onlar da belirli çıkarlar karşılığında bu halkı yok sayabiliyorlar. ABD, AB, diğer siyasi güçler Türkiye'ye "her konuda bize destek ver, Apo da sizindir, ne yapıyorsanız yapın" diyorlar. Osman, Botan alçağı bunları anlayamadılar. Kürt siyasetçileri de, bunları yeteri kadar ifade edemiyorlar. Bazen Kürdü bile ağızlarına almaya cesaret edemiyorlar. Bütün bunlara büyük öfke duyuyorum."

HERKESİN KÜRT KARTI VAR

Öcalan, milliyetçilik, Kürt sorunu ile Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişki konusunda ise şöyle konuştu: "Burada Türkiye'ye biçilen bir rol var. Bu rolü mal bulmuş mağribi misali üstlendiler. Yeni bir hegemonya var; Turkuaz milliyetçiliği diyorlar. Bu yapılan Türk milliyetçiliği de değil. Ben 40 milyon Kürdü kimseye karşı kışkırtmıyorum. Ama ben gerçek olanı, doğru olanı dile getiriyorum. Savcı da, hâkimler de benim bu söylediklerimi duymuyorlar mı? Aslında onlar da durumu biliyorlar. Buradaki yönetimin de onlarında hiçbir insiyatifi yok. Daha önce disiplin soruşturmaları sırasında KCK konusundaki düşüncelerimi aktardım. Aynen şunu söyledim: KCK sivil bir örgütlenmedir, 50 tane sivil kurum bir araya gelip bir temsiliyete kavuştuğu zaman, bu benim için KCK'dir; KCK sivil toplum örgütlenmesinin koordinasyonudur. KCK sistemini her yer için önermişim; Irak'ta, Suriye, İran'da önermişim. 30-40 milyon Kürdü burada yaptığım konuşmalarla kışkırttığım söyleniyor. Hayır, ben sadece gerçekleri söylüyorum, tespit yapıyorum. Suriye, Türkiye'ye karşı Kürtleri kullanmaya çalışıyor. Suriye, İsrail ile arasındaki sorunda Türkiye'yi en azından nötr pozisyonda tutmak için Kürtleri kullanıyor. Esad'ın bir Kürt kartı her zaman vardır, bunu görmezden gelemeyiz, bu bir gerçek. İran'ın, Türkiye ile ABD müttefik olduğu için doğal bir çelişkiden dolayı her zaman Kürtlerle uzlaşma imkânı vardır. PKK konusunda, Türkiye ile aynı safta görünmesine rağmen her zaman bir Kürt kartı vardır ve Kürtleri kullanmak ister. İran'ın asıl yapmak istediği, ABD ile Türkiye ittifakını bozmaktır."

GÜNEYDE EMİRLİK KURULACAK

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: "Irak; PKK kullanılarak orada bir Kürt devleti kuruldu. Mahir Kaynak da "Bence PKK bahane, asıl meselenin PKK olduğuna inanmıyorum. Asıl olan karanlık derin devleti yaratma ve yaşatma çabasıdır" demişti. Bunu MİT Müsteşarı, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın Başkanı ayarında biri söylüyor. Yani burada Mahir Kaynak kendi devletini suçluyor. Bunu bana verilmeyen kitabında söylüyor. Bunu basından takip edebildiğim kadarıyla söylüyorum. Yani kendi kurumlarının üst düzey bir yetkilisinin kitabının bana verilmesinin ne sakıncası olabilir, onu da bilemiyorum. Güney'de Arap emirlikleri gibi bir emirlik kurmak için bizi buraya getirdiler. Bu oyun halen oynanıyor. Bütün bunları görmüyorlar mı? Kendileri bunları dile getirmeye cesaret edemiyorlar, biz dile getirdiğimizde de bizi suçluyorlar." Öcalan, "Mahir Kaynak "Türkiye'nin boğazından elinizi çekin" diyor. "Bunlar" dediği kim, açıklamıyor. Ben de soruyorum, "Türkiye'nin boğazından elinizi çekin" dediğiniz güçler kim, Mahir? "Açıklayamam" diyor ve sonra da "Size masal anlatacağım" diyor. Bildiğimiz masal yani. Ve başlıyor bir sürü masal anlatmaya. Ben masaldan anlamıyorum. Mahir Kaynak'a kendi adıma sormak isterim, "bunlar" dediğiniz kim? Aslında biliyor, açıklayamıyor. Açıklasa kendi devletinin menfaatine ama açıklayamıyor. Yalçın Küçük de gerçekleri biliyor ama o da açıklayamam, masal anlatacağım size diyor." şeklinde konuştu.

NEDEN MUSTAFA KEMAL'DEN BAHSEDİYORUM

1999 tarihinde İmralı'ya getirildiğinde kendisiyle görüşen devlet görevlilerine ilişkin bilgi veren Öcalan, "Beni buraya getirdiklerinde benimle görüşen yetkililere de söyledim. Siz ne düşünüyorsunuz, güvenceniz nedir diye sordum. Onlar da "her şey size kalmış" dediler. Ben de kendilerine "Ben demokratik siyaset, demokratik çözüm için elimden geleni yaparım; tek istediğim demokrasinin uygulanmasıdır ama öyle kandırmaca bir demokrasi değil, gerçek bir demokrasi, evrensel standartlarda uygulanan bir demokrasi. Önemli olan demokratik siyasetin önünün açılmasıdır. Kürt ve Türk halkının sürdürülebilir beraberliklerini sağlayacak hukuki zemin ve demokratik şartlar oluşmalıdır" demiştim." diye konuştu. Öcalan, şöyle devam etti: "Benim ikide bir M. Kemal'den bahsetmemin nedeni bundandır. M. Kemal sadece bir cumhuriyet kurmuştur. Cumhuriyeti kurarken de etrafını saran İttihatçı bir kadro, bir grup var, M. Kemal'e devletin ismini Türk Cumhuriyeti koyalım diye 50 defa gidiyorlar, söylüyorlar. M. Kemal bu tuzağı biliyor ve her defasında reddediyor. Namık Kemal Zeybek'in Radikal'de bir yazısını okudum. Diyor ki, 1935 yılında bir ekip İtalya'ya gidip Mussollini yasalarını inceliyor, Recep Peker bunların CHP'nin o zamanki programına alınması için M. Kemal'e öneride bulunuyor. M. Kemal'in çok yorgun olduğu için o gece uyuyacağını, bunları incelemeyeceğini düşünüyor. M. Kemal uyumuyor, sabaha kadar bunları inceliyor. Sabah gittiğinde M. Kemal'in hepsini okumuş olduğunu görüyor. Ve M. Kemal ona diyor ki, "Çocuk, çocuk, bunlar ne yapıyorlar? Biz cumhuriyeti böyle kurmadık". Recep Peker-İnönü ikilisi daha sonra bu programı CHP'nin tüzüğüne aldırıyorlar. M. Kemal sadece cumhuriyeti kurmuştur, hatta başta "Biz bir padişahlık yönetiminin kurulmasına bile razıyız" der."

İSTANBUL TÜRKÇESİ HALK TÜRKÇESİ DEĞİLDİR

"Şimdi yeni bir hegemonya, yeni bir Türkçülük anlayışı yaratılmaya çalışılıyor." diyen Öcalan, şunları söyledi: "Bu, 30 yıldır yerleştirilmeye çalışılıyor. Hürriyet gazetesinin milliyetçiliği, "Türkiye Türklerindir" deyimi Türkler dışındaki bütün halkları, etnik unsurları yok sayan, hiçleştiren bir söylem, bir anlayıştır. Neo-İttihatçı terimini kullanmıştım daha önce. Bu kavramı ilk ben kullanmadım. Nihal Atsız belirtmişti. Nihal Atsız'ın bütün hayatı hapishanelerde geçmiş, Nazım Hikmet gibi. Nazım Hikmet sınıf, proletarya propagandasından, Nihal Atsız ise soyculuktan hapis yattılar. Nihal Atsız Türkçüdür ama Kürtleri inkâr etmiyor. Tamam, kendine göre bir Türkçülük anlayışı var, Kürtleri geri kalmış bir dağ halkı olarak tanımlıyor, kendine göre bir tanımı var. Ama kendisinin Türkçülüğü de sonradan yaratılan bu Türkçülük, Orta Asya Türkçülüğü değildir. Bu Turkuaz milliyetçiliği sahtedir, sonradan yaratılan yapay bir Türkçülük anlayışıdır. Bu anlayış ta 1925-26'dan beri var fakat son dönemlerde daha da geliştirilmeye çalışılıyor. Bir İstanbul Türkçesini öne çıkardılar, "Türklerin ortak dili budur" dediler, "bundan sonra herkes birbiriyle bu şekilde anlaşacak" dediler. Hayır, İstanbul Türkçesinin Anadolu kültürüyle, halkıyla bir alakası yok. Anadolu'nun zengin kültür kaynakları var. Bu Türkçenin Karacaoğlan'la, Yunus Emre'yle alakası yok. Bu durum aslında Türkçeyi zayıflatmaktır, onu kendi kökünden kurutmaktır."

TÜRKİYE'Yİ TESLİM ALMIŞLAR

Tarihsel arka plandan günümüz Türkiye'sini analiz eden Öcalan, şu çarpıcı hususların altını çizdi: "Meşrutiyet döneminde Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İttihat ve Terakki Fırkası var. 1908-2008, bugün de Hürriyet ve İtilaf'ın varyasyonu bir anlayış var. Bu anlayış sadece AKP ile sınırlı değil, bu anlayışı temsil eden başka gruplar da var. Bu anlayış geniş bir kesimi kapsıyor. Bir de İttihat ve Terakki anlayışı var bugün. Almanlar o zamanlar İttihat ve Terakki'yi destekliyordu, İngilizler ise Hürriyet ve İtilaf'ı destekliyordu. Alman-İttihat ve Terakki ittifakı Osmanlı'yı mahvetti. Almanlar bu geleneksel desteğini sürdürerek bugün hala CHP'yi destekliyor. Bugün de İngilizler Hürriyet ve İtilaf'ın anlayışını destekliyor. Yani bir taraftan İttihat ve Terakki zihniyeti, diğer taraftan Türk-İslam mı İslam-Türk mü bilemiyorum, bu her iki anlayışa da karşıyım. Çünkü her ikisinin de ipi pazarda başkalarının elinde, dışarıdan kontrol ediliyor. Türkiye'yi zaten teslim almışlar. Askeriyenin içinde, tümüyle buna teslim olduklarını düşünmüyorum, buna karşı olanlar var ama güç getiremiyorlar. Bu yeni hegemonyayı İngilizler geliştiriyor. Bu politikayı Talabani çok iyi biliyor. Başbakan Erdoğan'ı da Medeniyetler Sekreterliği'ne seçmişler. O, bu işi yapamaz, yapabilecek biri değil, aslında Başbakan Erdoğan basit bir görevlidir."

GAP HALKI AÇ BIRAKILACAK ZENGİNLER İHYA EDİLECEK

Başbakan Erodğan'ın Diyarbakır'da açıkladığı GAP Paketi'ne değinen Öcalan, sözlerine şöyle devam etti: "Şimdi de bir paket açıkladı; "Biz 4 milyon kişiye istihdam sağlayacağız" diyor. GAP projesi eski bir projedir, yeni bir proje değil. Doğu-Güneydoğu küresel sermayeye peşkeş çekiliyor. Ben daha önce "burayı bana verseler 10 milyon insanı doyururum" demiştim. Başbakan şimdi gidip paket açıklıyor ve 4 milyon insana istihdam sağlayacağım diyor. İşsizlik artmıyor mu? Herkes görüyor, nerede istihdam? GAP projesini ilk yaptıklarında ben bizzat oraları incelemeye gittim. Baraj yaptıkları yerden dümdüz bir kanalla su borularını Harran'a götürmüşlerdi. Neden Hilvan, Siverek, Viranşehir ve diğer yerlere değil de sadece Harran'a götürmüşlerdi? Harran adı biliyorsunuz, İbrahim'in kardeşi Harun'dan geliyor. O zamanlar Harran'da arazi satın alınmıştı holdingler bazı aileler almıştı buraları. Suyun diğer yerlere değil de Harran'a gitmesinin sebebi, suyun bunlara gitmesidir. Ben sonra araştırdım, oradaki sermayeyi, hatta bir şirketi takip ettim; bunların Bursa merkezli bir holdingle ilişkileri olduğunu öğrendim. Bunu da biraz araştırınca bunların da New York merkezli Citibank ile ilişkileri olduğunu gördüm. Bunlar direk Yahudi kuruluşları değil ama dolaylı sermayeleri var ve onlar tarafından kontrol ediliyor. Başbakan şimdi de gitmeyen yerlere de su götüreceklerini söylüyor. Aslında suyu halka götürmüyorlar, göreceksiniz orada, suyun gitmediği yerlerde yeni işbirlikçi aileler eliyle holdingler kuracaklar ve suyu bunlara götürecekler. Halk yine işsiz ve aç kalacak. Oradaki holdingler de küresel sermayeyle birlikte hareket edecekler. Zaten bu işi yapmak için ve bu işleri, oradaki sermayeyi, küresel sermayeyi kontrol etmek için özel görevli gönderdiler, Mehmet Şimşek'ten söz etmiştim. Bir de orada işlenmemiş topraklar var, mayın bölgesi olarak adlandırılan yerlerde. Oraları da satın alacaklar. Böylece oraların hepsi küresel sermayeye, dışarıya peşkeş çekilecek. Oradaki halk da Amerika'daki Gazap Üzümleri romanında da anlatılan bir açlık ve sefalet içerisinde bırakılacak."

TÜRKİYE KAMUOYUNA SESLENME FIRSATI VERİN

Kürt sorununun çözümüne değinen Öcalan, kendisine Türkiye kamuoyuna seslenme fırsatı verilmesini isteyerek, şunları söyledi: "Ben burada devlet yetkililerine sesleniyorum. Kürt sorunu demokrasiyle çözülebilir. Bizim istediğimiz Türklerin ve Kürtlerin sürdürülebilir demokratik birliktelikleridir. Bizim sınırlarla bir sorunumuz yok. Kürt sorunu demokratik değer ve ilkelerle anayasada yapılacak bir takım değişikliklerle çözülebilir. Hatta kendilerine söylemiştim; Bizim istediğimiz, demokratik bir siyasetin önünün açılmasıdır. Bu gerçekleşirse, Türkler ve Kürtler Ortadoğu'nun en gelişkin toplumları olurlar. Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğinden bahsediliyor, sadece söylemelerine gerek yok, Kürler ve Türkler zaten kardeştir ama bu kardeşlik ve birlikteliklerini demokratik stratejik bir noktaya getirebilirlerse, bu önemlidir. Yani ihtiyaç olan, aralarındaki ilişkilerin demokratizasyonu ve koordinasyonudur. İlişkilerin demokratikleşmesidir. Ben daha önce de ifade etmiştim; bana demokratik siyaset yapma fırsatı verilirse, ben bütün Türkiye halkına hitap edersem, halkım yüzde 90'ı beni desteklemezse, o zaman beni asabilirsiniz. Bana demokratik siyaset imkânı verilirse, bir bölücülük görürseniz, o zaman bana bölücü diyebilir, beni asabilirsiniz. Bizim isteğimiz, gerçek demokrasi ilkeleridir, demokratik birlikteliktir. Yine de demokratik bir adım gelişirse, halkların demokratik ilişkileri için önemli olur. Kemal Pir'in de isteği buydu, biliyorum, Türklerin içinde de gerçek demokrasi istemleri olan çok kimse var. Ama bunların hayata geçirilmesi önemlidir."

1 HAZİRAN MİTİNGİNE KATILIM OLUMLU

Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: "Türkiye de artık şunu bilmeli, Talabani-Barzani PKK ile çatışmaz, PKK de onlarla çatışmaz. Hatta onlar halkın eline silah verseler bile, halk, çocuklarının silah alıp PKK ile çatışmasına izin vermez. Türkiye, onlara imkân sunsalar da, onlar PKK' ye karşı savaşmaz. Bu artık anlaşılıyor. 1 Haziran mitingine katılım iyi olması önemlidir ama önemli olan içeriktir. Bunlar önemlidir ama sadece bir-iki miting yetmez. Daha geniş şekilde örgütlenmelerini yapmalı, Edirne'den Hakkâri'ye kadar barış çalışmalarını yürütmelidirler. Geniş bir örgütlenme yapabilirler. İnanıyorum ki çok çalışsalar iyi şeyler olur. Kürt siyaseti için anlamlı olan, siyasetçilerin bulundukları konumda üstlendikleri yükümlülükleri en iyi şekilde yerine getirmeleridir. Aralarındaki sorunları da kesinlikle aşmalıdırlar. DTP iyi çalışırsa oylarını üçe katlayabilir. Bu zemin mevcut. Ben umutluyum. DTP diğer konularda da çatı örgütlenmesi çalışmaları gibi, çalışılırsa iyi şeylerin olacağı kanaatindeyim. Kadınlar da, gençler de iyi çalışmalı, çok çalışmalı akademi gibi ki çok önemlidir. Akademi ciddi ve demokratik olmalı, demokratik ilkeler çerçevesinde çalışmalar yürütülebilinir. Onlara cezaevindekilere ve halkımıza selamlarımı iletiyorum ayrıca Aram'a da selamlarımı iletiyorum."

Kurdistan-Post.Com

Hiç yorum yok: