Adil OKAY / adilokay@hotmail.fr
Kimisi slogan üretir, şiir yazar. Kimisi sadece slogan atar, şiir okur. Kimisi attığı sloganı ve okuduğu şiiri yaşar. Bunların hepsini birden yapmayı, yani Temel Demirer gibi olmayı da kimseden bekleyemeyiz. Tabi bir de slogan atmaya ve şiir okumaya korkanlar da vardır. Oysa Temel Demirer o muhalif sloganları onların, yani susturulmuş, sindirilmiş, umudunu kaybetmiş büyük çoğunluğun mutluluğu için atmakta, o kitapları onlar için yazmakta ve kent kent, ülke ülke dolaşıp konuşarak onlara ışık saçmaktadır.
“Temel Demirer Hrant Dink’in devlet tarafından taammüden ve hunharca katledilişinin hemen ardından yapılan protesto eyleminde irticalen yaptığı konuşmada söylediklerinden TCK’nın 301’inci maddesinden yargılanıyor. Duruşma Ankara 2’inci Asliye Ceza mahkemesinde 6 Mart saat 09:30’da Temel Demirer düşüncelerini ifade ettiği için yargılananlardan sadece biri ve sadece TCK’nın 301’inci maddesinin hedefinde değil, başka maddelerin de tehdidi altında... Şimdilerde haysiyetli tavır almanın bedeli sadece ırkçılığın ve bağnaz milliyetçiliğin timsali TCK’nın 301’inci maddesinden yargılanmak, hapse atılmak, katledilmek değil. Ondan daha etkili maddeler var: TCK 215, 302, 314/2, 318’inci maddeleri ve daha niceleri.“(1)
Dün Hrant Dink’le, Fikret Başkaya’yla, Haluk Gerger’le, İsmail Beşikçi’yle, Perihan Mağden’le, Ethem Dinçer’le, Eren keskin’le ve 301. maddeden yargılanan yüzlerce aydınla dayanışma günüydü. Bu gün sıra Temel Demirer’le dayanışmaya geldi. Kimdir Temel Demirer? Bir 68’li, bir 78’li, bir 90’lı. Türkiyeli. Filistinli. Fransız. Türk. Kürt. Arap. O bir dünyalı. Kimimizin yolu onunla 1970’lerde bir nümayişte kesişmiştir. Kimimizin Lübnan’da Filistinlilerle dayanışmada. Kimimizin yolu ise Irak Kürdistan’ında. Benim yolum onunla Paris’te sürgün mektebinde kesişti. Elinde bir tomar zarf, pul yapıştırırken tanıdım onu. 12 Eylül tutsaklarına, Türkiyenin tüm cezaevlerine bıkmadan, usanmadan moral mektupları yazarken postalarken. Kimi zaman pul parası bulamadığına tanık oldum. Kimi zaman da benim gibi, Paris’in, o renkli, o sözüm ona zengin kentin ortasında yiyecek ekmek bulamaz halde. Tuvaleti, banyosu olmayan çatı katı odalarında kesişti onunla yolum. 16 metre karede en az dört kişi yattığımız günlerde.
Cuntanın idamlarına karşı kamuoyu oluşturmak için yapılan eylemlerde Fransız polisinden cop yerken de birlikteydik. Parisin bit pazarında eski elbise ararken de. Ahmet Arif’ten, Mayakovski’den, Nazım’dan kavga şiirleri okurken de birlikteydik. Aşk şiirleri okurken de.
Ve Temel Demirer 12 Eylül dosyaları kapanır kapanmaz Avrupanız sizin olsun deyip, bir ömür geçirdiği, her sokağında bir anısı olduğu, aşklar yaşadığı bu renkli kenti, Paris’i terk etti. Ülkeye döndü. Döner dönmez mücadeleye bıraktığı yerden başladı. Eskilerden kimileri ticarete soyunurken, kimisi Eylülfobi hastalığından kurtulamazken, kimisi de ev-iş-eş-çocuk-dershane-hafta sonları da batak partileri- ‘mutlu-mesut’ yaşarken, Temel’in ve Temel gibi aydınların kitapları el yakar diye dokunmaya korkarken, o daha iyi bir dünya şiarıyla politikaya devam etti. Okudu. Konuştu. Tartıştı. Örgütlü mücadeleye girdi. Kitaplar yazdı. Yazdığı kitapları üst üste koyduğumda boyumu geçmeye başladı.
Ve temel Demirer’le yeniden ülkede kesişti yolum. Benim de 12 Eylül dosyalarım kapanmış ve ben de yarım bıraktığım mücadeleye devam kararıyla ülkeye dönmüştüm. Bıraktığımız yerden devam etti dostluğumuz, yoldaşlığımız. Onun ve hayat arkadaşı Sibel’in kitapları başucu kaynaklarım oldu (Temel Demirer Türkiyenin saygın bilim kadınlarından antropolog-yazar Sibel Özbudun’un eşidir). Hazır hap dedim Temel’in kitaplarına. Bir konuda araştırma yaparken çok yorulmama gerek kalmıyordu. Onun hazırladığı, yazdığı derlediği, katkı sunduğu kitaplardan aradığıma ulaşıyordum kolaylıkla. (Yararlandığım, dönüp dönüp okuduğum, ortak bir çalışma ürünü olan ’21. Yüzyılla gelenler’ adlı kitabını ve daha onlarca kitabı örnek verebilirim.)
Temel’le ‘Aydınlık sorgular sempozyumunda’ birlikte konuşacıydık. Temel’le, Sibel’le, Hrant Dink’le ve onlarca aydınla. Sempozyumdan bir ay sonra Hrant öldürülünce öfkeyle konuşuyor ve yazıyordu Temel. Gözyaşı döküyordu Hrant’ın cenaze töreninde.
Ve bu gün Temel Demirer 301’den yargılanıyor.
Cuntanın idamlarına karşı kamuoyu oluşturmak için yapılan eylemlerde Fransız polisinden cop yerken de birlikteydik. Parisin bit pazarında eski elbise ararken de. Ahmet Arif’ten, Mayakovski’den, Nazım’dan kavga şiirleri okurken de birlikteydik. Aşk şiirleri okurken de.
Ve Temel Demirer 12 Eylül dosyaları kapanır kapanmaz Avrupanız sizin olsun deyip, bir ömür geçirdiği, her sokağında bir anısı olduğu, aşklar yaşadığı bu renkli kenti, Paris’i terk etti. Ülkeye döndü. Döner dönmez mücadeleye bıraktığı yerden başladı. Eskilerden kimileri ticarete soyunurken, kimisi Eylülfobi hastalığından kurtulamazken, kimisi de ev-iş-eş-çocuk-dershane-hafta sonları da batak partileri- ‘mutlu-mesut’ yaşarken, Temel’in ve Temel gibi aydınların kitapları el yakar diye dokunmaya korkarken, o daha iyi bir dünya şiarıyla politikaya devam etti. Okudu. Konuştu. Tartıştı. Örgütlü mücadeleye girdi. Kitaplar yazdı. Yazdığı kitapları üst üste koyduğumda boyumu geçmeye başladı.
Ve temel Demirer’le yeniden ülkede kesişti yolum. Benim de 12 Eylül dosyalarım kapanmış ve ben de yarım bıraktığım mücadeleye devam kararıyla ülkeye dönmüştüm. Bıraktığımız yerden devam etti dostluğumuz, yoldaşlığımız. Onun ve hayat arkadaşı Sibel’in kitapları başucu kaynaklarım oldu (Temel Demirer Türkiyenin saygın bilim kadınlarından antropolog-yazar Sibel Özbudun’un eşidir). Hazır hap dedim Temel’in kitaplarına. Bir konuda araştırma yaparken çok yorulmama gerek kalmıyordu. Onun hazırladığı, yazdığı derlediği, katkı sunduğu kitaplardan aradığıma ulaşıyordum kolaylıkla. (Yararlandığım, dönüp dönüp okuduğum, ortak bir çalışma ürünü olan ’21. Yüzyılla gelenler’ adlı kitabını ve daha onlarca kitabı örnek verebilirim.)
Temel’le ‘Aydınlık sorgular sempozyumunda’ birlikte konuşacıydık. Temel’le, Sibel’le, Hrant Dink’le ve onlarca aydınla. Sempozyumdan bir ay sonra Hrant öldürülünce öfkeyle konuşuyor ve yazıyordu Temel. Gözyaşı döküyordu Hrant’ın cenaze töreninde.
Ve bu gün Temel Demirer 301’den yargılanıyor.
“Temel Demirer ve düşüncelerinden ve eylemlerinden ötürü yargılanan, engellenen, işkence gören, hapsedilen, katledilenlere borcumuz var. Özgürlük ve demokrasi için mücadele ettikleri için rejimin hışmına uğrayan dostlarımızla dayanışmak, rejimi teşhir etmek, bu amaçla mücadele etmekte kararlı olan biz aşağıda ismi ve imzası bulunanlar, herkesi bu saldırılar karşısında tavır almaya, bir şeyler yapmaya çağırıyoruz. Unutulmasın ki “özgürlük başkasının özgürlüğüdür” ve düşünmek hayır demektir”... ve unutulmasın ki, orada söz konusu olan bizim haysiyetimiz, yaşamımız ve geleceğimizdir... Haysiyetli yaşamanın yolu her zaman mücadeleden geçiyor. Bu sefil oyunu bozmak bizim irademizi aşan bir şey değildir ve asıl sorun da potansiyel gücümüzün farkında olmak, mücadele gücümüzü ve potansiyelimizi hafife almamak, küçümsememektir. Velhasıl elimizin armut toplamadığını gösterebildiğimiz ölçüde, birilerinin de köpeksiz köyde değneksiz gezmesi kolay olmayacak. Eğer gerçekten umudumuzu büyütmek istiyorsak, mücadeleyi büyütmekten başka çare yok...”(2)
Yıldırım Türker’in Eren Keskin için çok yerinde söylediklerini ben Temel Demirer için söyleyerek yazımı noktalıyorum:
Ama o, mutlaka bizi rahatsız etme, huzurumuzu kaçırma, bastırıp susturmaya çalıştığımız vicdanı kışkırtma görevini sürdürecek. Hakkı çiğnenen, hayatı paralanan, sözü ketlenenlerin yanında durmayı sürdürecek. Çünkü bu göreve kendi kendini memur etti. Bu, hayatını saf vicdanın, saf adaletin peşine salmış tuhaf insanlara akıl erdirebildiğimizde, insanın yepyeni, olağanüstü bir tanımını yapabileceğiz. O tanıma yakışacağız.
--------------------------------------------------------------
(1,2) Temel Demirer’le Dayanışma Girişiminin ‘çağrı’ metninden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder