18 Ocak 2010 Pazartesi

Ermenilerden özür diliyorum(*)



Saat 16:30. Bir arkadaşımın resim atölyesinde otururken radyodan duydum acı haberi: "Ermeni asıllı yazar-gazeteci Hrant Dink'i vurdular." Olamaz dedim sadece. İlk tepkim "olamaz" kelimesinin bir isyan gibi sıkılan dişlerimin arasından fırlaması oldu.

Daha bir ay önce İstanbul'da, Özgür Düşün Dergisi'nin düzenlediği "Aydınlık Sorgular Sempozyumu"nda konuşmacıydık ikimiz de. Ve ben Hrant Dink'i ilk kez orada görmüş ve dinlemiştim. İki gün süren, onlarca bilim insanı, şair, yazar ve gazetecinin katıldığı sempozyum hakkında izlenimlerimi soran arkadaşlara, beni en çok etkileyen Hrant Dink'in konuşması oldu demiştim.

"Ağrı dağını bilirsiniz değil mi arkadaşlar" demişti Hrant Dink. "Dünyanın her yerine zorla dağıtılan Ermenilerin evlerinde mutlaka Ağrı dağının fotoğrafı vardır. Düşünebiliyor musunuz dört bin yıllık bir tarihin, uygarlığın yok edilişini. Ağrı dağının yerinden sökülüşünü tahayyül edebiliyor musunuz? O Ağrı dağı ki, yüksekliği kadar da kökü vardır yerin altında. Ve siz o kökü söküp atmayı başardınız. O halkı, birlikte yaşadığınız, o toprakların sahiplerini, dört bin yıllık bir kültürü yok ettiniz."

"Ya sonra" diye devam etmişti Hrant Dink. "Hadi o olayların sorumluluğunu Osmanlı'nın üzerine attınız. Ya sonra ne oldu biliyor musunuz? Cumhuriyetin kuruluş aşamasında bu ülkenin nüfusu on beş milyondu. Tehcirden sağ kurtulup, Türkiye'de yaşamaya devam eden Ermenilerin sayısı ise üç yüz bindi. Bu gün itibariyle artan nüfusa paralel olarak, Türkiye'de bir buçuk milyon Ermeni olması gerekiyordu. Oysa kalan Ermenilerin sayısı kırk beş bin. Ne oldu? Kısır mıydı bu insanlar? Hayır. Cumhuriyet Türkiye'sinde de Ermenilere baskılar devam etti. Ve Ermeniler psikolojik, maddi baskılara dayanamayıp göç ettiler. Hâlâ da ediyorlar. Gözleri arkada kalıyor. Topraklarında. Ülkelerinde."

"Bana göre" demişti Hrant Dink, sempozyumun konusuna gönderme yaparak, "Türk aydını sınıfta kalmıştır. Tarihiyle yüzleşmeyi göze alamamış, Ermeni sorununu tartışmaya açamamış, resmi ırkçı söylemlerden etkilenmiş ya da korkmuş susmuştur. Birkaç istisna dışında."
Dinleyicilerden birinin "Soykırıma inanıyor musunuz? Soykırım yapılmış mıdır? Yoksa Ermenilerin ihaneti üzerine yaşanan iç savaşta karşılıklı katliamlar mı yaşanmıştır?" sorusu üzerine Hrant Dink iki elini havaya kaldırmış "evet" demişti: "Ne yazık ki evet. Nedenleri ne olursa olsun. Kim haklı, kim haksız tartışması bir yana, savaştan sonra çocuk, kadın ihtiyar herkes katliama ve tehcire tabi tutulmuştur."

Soruyu sorana dönerek, "Sen" demişti, "İyi bir insansın ve inanmak istemiyorsun atalarının soykırım yaptığına. Ben de istemezdim. Empati yapabiliyorum. Sen soykırımın kötü ve utanç verici olduğunu biliyorsun ve inanmak istemiyorsun..."

Hrant'ı vurdular

Hrant'ı vurdular. Hrant Dink'i destekleme kampanyasına imzamla destek veren, onu uzaktan izleyen, ermeni arkadaşları olan ben, acı ve utançla kıvrandım. Acı duydum çünkü Hrant Dink gibi insanlar kolay yetişmezdi. Utanç duydum çünkü düşünmeme rağmen Ermeni sorununda yazı yazmamıştım. Geçenlerde Güney dergisinden arkadaşlar benimle röportaj yaparken, "Birçok konuda duyarlısınız. Kürt sorununu da çok işlediniz. Yazdınız. Neden Antakya'lı olduğunuz halde Araplarla veya Ermenilerle ilgili bir yazı yazmadınız" diye ilginç ve yerinde bir soru sormuşlardı. Ben de evet demiştim. Ermeni sorunu hakkında yazmam gerekiyordu. Ama yetişemedim. Dünyada ve ülkemizde o kadar çok sorun var ki yazacak. Ve bizim hayatımız rutin telaşlarla geçiyor. İş, aş, aşk ve çocuk, hayatımızın merkezine oturuyor. Üstümüze düşen görevleri yerine getiremiyoruz. Ve bu gün, "o yazıyı", Hrant'ın katledilmesinden sonra yazdığım için utanç duyuyorum.

Hrant'ı vuran-vurduran gözü dönmüş insanlık düşmanlarından, ırkçı milliyetçilerin varlığından, onları destekleyen "devlet güçlerinden" ve "yasalardan", bu ülkenin bir vatandaşı ve Türk olarak utanç duyuyorum. Dört bin yıllık bir tarihi, uygarlığı, halkı yok ettiğimiz için utanç duyuyorum.

Sünnet dramı

Sürgün yıllarımda Paris'te tanıştığım, sonra aile dostları olduğum Türkiye Ermeni'si Vahan ve Liza'yı anımsıyorum. Vahan'ın günün birinde bana bir sır gibi mahcup ve öfkeli bir biçimde söylediği sünnet olayını. "Biliyor musun Adil" demişti Vahan, "Ben Hristiyanım ve sünnetliyim. Neden sünnet oldum? Türkiye'de askerde Ermeni ve Hıristiyan olduğum anlaşılıp baskı görmeyeyim diye babam sünnet ettirmiş." Sarsılmıştım bunu öğrenince. Bir insanı istemediği, inançlarına aykırı olduğu halde sünnet olmaya zorlayan, adı konulmamış toplumsal baskıyı düşünebiliyor musunuz! Ermenilerin Ermeni, Kürtlerin Kürt, Alevilerin Alevi olduğunu, göğüslerini gere gere söyleyemediği, kimi zamanlar kökenlerini-inançlarını konu komşudan, iş arkadaşlarından saklamak zorunda kaldıkları bir ülkenin vatandaşı (üstelik köken olarak egemen ulus ve mezhepten) olmaktan utanç duymamam mümkün mü?

1915 Tehcirinden sonra geride kalan bir avuç Ermeni'yi, Süryani'yi, Keldani'yi, Rum'u Cumhuriyet Türkiye'sinde ne tür baskılara maruz bıraktık, nasıl taciz ettik ve kaçırdık. Gönüllü sürgüne yolladık. Bellek tazeleyelim: 1942 varlık vergisi, 20 kura askerlik uygulaması, 6-7 Eylül 1955 talanı, 1971 yılından sonra gayrimüslim vakıf mallarına el konulması, 28 Aralık 1988 tarihli "sabotajlara karşı koruma yönetmeliği"nde potansiyel suçlular arasında "yerli yabancıların" yani gayri-Müslimlerin işaret edilmesi, politikacıların ağzını açtığı zaman "Ermeni" kelimesini küfürle özdeş tutması ve diğer toplumsal baskılar.

İşte biz, "kardeşlerimiz" dediğimiz Hrant'ları, Vahan'ları, Liza'ları bu uygulamalarla, faşist yasalarla, saldırılarla yorduk, yıprattık, psikolojik olarak katlettik ve kaçırdık. Hadi 1915 tarihte kaldı diyelim ama cumhuriyet Türkiye'sinde, başta Ermeniler olmak üzere tüm gayrimüslimlere eziyet etmeye devam ettik. Onları korumadık. Hrant'ı korumadık. Koruyamadık.

Hrant Dink, 10 Ocak 2007 tarihli son yazısında şöyle diyordu:
"Kalmak ve direnmek. İyi de, gidersek nereye gidecektik. Ermenistan'a mı? Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi? Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi. Şunun şurasında üç gün Batı'ya gitsem, dördüncü gün 'Artık bitse de dönsem' diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım? Rahat bana batardı! 'Kaynayan cehennemler'i bırakıp, 'Hazır cennetler'e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık. Türkiye'de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi. Kalacaktık ve direnecektik. Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915'teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı... Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse. Ürkek ve özgür. Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten..." Ruh halimin güvercin tedirginliği. Hrant Dink (Agos'un Merceğinden Sayı:564-10 Ocak 2007 )

Hrant'ın katili, silahı kullanan kalleş kiralık tetikçi değil tek başına. Onun katilleri ve onu yüzlerce defa öldürenler; halkı ona-onlara karşı kışkırtan kiralık kalemler, ırkçı-milliyetçi-faşistler, 301. maddeyi değiştirmeyip savunanlar, mahkeme kapısında onu linç etmek isteyen çapulcular ordusu yani insanlık düşmanlarıdır.

Hrant'ı vurdular. Beni vurdular. 1978 yılıydı, Adana'da faşist bir pusuda onlarca mermiye hedef olmuş ve hastaneye kaldırılmıştım. Üniversiteden arkadaşlarım günlerce nöbet tutmuşlardı başımda. Ve bir kız arkadaşım ağıt yakmıştı başucumda. Hastane odasında. Aynı ağıtı ben, Hrant Dink için yakıyorum bu gün: "Hey gidi aslan oğlum/ Sana nasıl kıydılar/ Seher vakti tan sökende/ Sana nasıl kıydılar."

Hrant'ı vurdular.
Hrant'ın katlinde hepimizin sorumluluğu var.
Ruhun şen olsun Hrant.
Bu gecikmiş özrümü kabul et.
Senden ve tüm Ermenilerden özür diliyorum.
---------------------

(*)Bu yazı Hrant Dink katledildikten bir gün sonra yazılmış ve 22 Ocak 2007 tarihli Birgün gazetesinde 'Emenilerden özür diliyorum' başlığıyla yayınlanmıştı. o tarihte henüz aynı adla başlayan özür kampanyası yoktu. Aynı yazıyı yeniden paylaşırken Hrant'ı saygıyla anıyorum

http://www.adilokay.com/

Hiç yorum yok: