muslum_kabadayi@hotmail.com
Ülkemizde son 30 yıldır geleneksel hale gelen “kitap fuar”ının başlatıcısı TÜYAP’tır. İstanbul’da başlayıp İzmir, Ankara’yla genişleyen kitap fuarı, Adana’da “Çukurova Kitap Fuarı” adıyla 3. kez yapıldı. İlk ikisine gitme olanağı bulamadığım için doğrudan bir karşılaştırma yapabilme olanağım bulunmamakla birlikte, üçüne de katılan arkadaşlarımdan edindiğim bilgiye göre, her yıl biraz daha geriye gidiş gerçekleşmiş. Bu hem fuara katılan yayınevi, kitabevi, şair-yazarların sayısında azalma hem de fuarı gezenlerin, kitap alanların sayısında düşme olarak kendini göstermiş. Ayrıca, önceki fuarların gün sayısı fazla olduğu halde, bu kez 6 günle sınırlandırılmış.
12-17 Ocak 2010’da gerçekleşen fuarın, hafta içi öğretmenleriyle gelen öğrencilerin daha öne çıktığı ama yine de katılımın az olduğu günlerden sonra benim katıldığım cumartesi gününde daha hareketli olduğunu söyleyebilirim. Yine de yukardan bakıldığında alanın arka tarafında bir boşluk olduğu, bazı bölümlerin de kitap ya da yayıncılıkla hiç ilgisi olmayan kurumlarca işgal edildiği görülebiliyordu. Bu; bir yandan “ekonomik kriz” adıyla ülkemizin kaynaklarını derinden yağmalayan kapitalizmin yarattığı aydınlanmaktan, güzellikten uzaklaştırılan bir halkın ilgisizliği olarak değerlendirilebileceği gibi, diğer yandan gericiliğin bu alanda da hakimiyet kurmaya başlaması nedeniyle toplumcu sanat-edebiyata, bilimsel yayınlara yer açılmamasının bir sonucu olarak da görülebilir. Bunların yanında, toplumcu şair-yazarların, genel olarak sanatçı ve aydınların, toplumun nabzını tutan yapıtlar ortaya koyamamalarının, koyanların da okuyucuyla buluşamamalarının, ayrıca şair-yazarlar ve örgütleri arasında yaşanan kısır, törpüleyici ilişkilerin de etkili olduğu vurgulanabilir. Fuar boyunca söz konusu kişiler ve örgütler arasındaki “sığ”lığın birçok yansımasına tanık olan kişilerden gözlemlerini dinlediğimi belirtmekle yetineyim.
Genel çerçevede vermeye çalıştığım kötüye gidiş yanında öğretmeni, anne-babası ya da bir arkadaşıyla gelen ilk ve ortaöğretim çağındaki öğrencilerin kitapları karıştırmaları, şair-yazarını tanımaya çalışırken ilginç sorular yöneltmeleri, ışıltılı bakışlarıyla öğrenme-okuma coşkularını dışarıya vurmaları da sevinç kaynağımız olmaya devam ediyor. Burada yan yana olduğumuz Hatay’dan şair Mustafa Akyürek ve yazar Mehmet Karasu, Tarsus’tan araştırmacı-yazar Uğur Pişmanlık’la dayanışma atmosferinde çok güzel saatler yaşadık. Kitaplarımızı paylaştığımız gibi yanımıza gelen onlarca dost ve arkadaşımızı tanıştırdık birbirimize. 1995’te İnsancıl Dergisi Temsilciliği’nden beri tanışıp dostluğumuzun geliştiği şair Hasan Hüseyin Gündüzalp ve şair-yazar Ali Ozanemre’yle Çukurova Edebiyatçılar Derneği ve Lül Dergisi sürecinde tanıştığımız diğer Çukurovalı edebiyatçılarla buluştuk. Fuar sırasında, bunlardan Çetin Yiğenoğlu, Sadık Çil, Osman Erkan, İlhan Kemal, Adnan Gül, Durmuş Ali Özkale, Bekir Dağsever, Zeki Oğuz, Muhammet Güzel’le söyleşme olanağımız oldu. Öykü ve incelemelerinden haberdar olduğum Remzi Karabulut’la sevgili Uğur Pişmanlık’ın sayesinde tanıştım. Yıllardır atom karınca misali Tarsus üzerine çalışma yürüten Uğur kardeşimin, Çukurovalı akademisyenlerin de desteğiyle birkaç yıldır çıkardıkları Aratos adlı felsefe-sanat-edebiyat ağırlıklı bir derginin hem kafa hem kol emekçisi olduğunu belirtmeliyim. Yerelden yola çıkıp üniversitelerin de başvuru kaynağı haline gelen böyle bir dergi çalışmasının yaygınlaştırılması, önem arz etmekte değil midir?
Kızı Gülhan’la birlikte fuarı gezmeye gelen İvriz Köy Enstitüsü’nden mezun Necati Baysal öğretmenle tanışmamı da büyük kazanç haneme yazmalıyım. Standımızdaki kitapları tek tek eline alıp önünü-arkasını ve içini inceleyen bu yaşlı insan hemen dikkatimi çekmiş ve doğrudan “Köy Enstitülü müsünüz?” diye sormuştum. Onunla konuştukça, kısa bir süre Düziçi Köy Enstitüsü’nde öğrencilik yaptığını öğrendiğimde, “Ben de İlköğretmen Okulu döneminde orada okumuştum.” cümlemi coşkuyla, onurla kurmuştum. Şimdilerde Torosların eteğindeki köyünde bitki ve hayvanlarla zenginleştirdiği bir kır yaşamı sürdüğünü dile getirmesine hiç şaşırmadım. Çünkü onlar yüksek binalara değil, toprağa türkü yakan bir kuşağın temsilcileriydiler. Telefonlarını aldım ve en kısa sürede kendilerini ziyarete geleceğimi söyledim.
Çukurova “bereketli toprak” derken, insan ilişkileri bakımından da bunun doğrulandığını söylemek isterim. Her ne kadar kapitalizm giderek hızlanan bir yabancılaşmayı topluma dayatıyorsa da buna direnen bir damar da yok değil bu topraklarda. İşte fuar sırasında, uzun yıllardır görüşemediğim bazı arkadaşlarımla karşılaştım ve ilişkilerimizi tazeleme olanağı buldum. Prof.Dr. Mustafa Apaydın bunlardan biri, 1980’lerin ortalarından beri Çukurova Üniversitesi’nde edebiyat hocalığı yapıyor. En son 1990 başlarında Balcalı Kampusünde görüşmüştük. Bundan böyle daha sık görüşmeye karar verdik.
Adana’da edebiyat öğretmenliği yapan Nuri Sağaltıcı’yla tanıştığıma da sevindiğimi belirtmeliyim. “Söz Sanatı” adlı kitabını imzalarken, “kentteşlik”iğimizi vurgulamasına sevindim. Yine öykü kitabını imzalayarak bize armağan eden Necla Karataş’ın mütevazı yaklaşımı da anlamlıydı. Fuara Antakya’dan bir otobüs tutarak gelenler arasında şair dostum Bedran Cebiroğlu’yla yazar arkadaşım Muhsin Boz varlardı. Bedran’la fuarı şöyle bir dolaşmaya çıktığımızda Trabzon’dan tanıdığım iki karikatüristle karşılaştık; Muammer Kotbaş ve Cumhur Gazioğlu. Onların önceki yıl da buraya geldiklerini, Gırgır dergisinde çizen eski kuşakla karikatüre yeni başlayanları bir araya getiren bir çalışma yaptıklarını öğrendim. Bu tanıtma-tanışma faslından birkaç andaduran[1] (fotoğraf) çekmeyi ihmal etmedim.
Fuarın taşıdığı bir kötü gidişe dikkat çekerek, çıkartımlarımı ve gözlemlerimi noktalamak istiyorum. Alanın orta bölmelerine büyük standlar kuran dinci yayınevleri, nerdeyse bedava ciltli kitaplar dağıtıyorlardı. Özellikle çocukları ve gençleri buralara yönlendiren cemaatçi öğretmen ya da yurt görevlilerinin “maharetleri”nin ne denli yoğunlaştığı ortadaydı. Aklı ve bilimi evreni okumanın ölçütü olarak önemseyen herkesin, artık örgütlü davranmak gerektiğini beyninin merkezine koymasından başka çare olmadığını da vurgulamalıyım. Çocuklarımızla daha çok ve yoğun ilgilenerek bu çürümeyi tersine çevirebiliriz.
Bütün eksiklik ve olumsuz yönelimlere karşın, böyle bir kitap fuarı atmosferini yaşamanın da ayrı bir güzelliği olduğunu söyleyebilirim. Fuardan getirdiğim dergi, kitap ve broşürleri Ankara’daki öğrencilerime tanıtarak ve dağıtarak, bu güzelliğin yeni kuşak tarafından hissedilmesini sağlayarak, Akdeniz sıcaklığını edebiyatın kucağında buluşturmaya çalıştım.
-------------
[1] Bu sözcük, Hasan Hüseyin Gündüzalp’in türetip kullanıma sunduğu ve yaygınlaştırılması gerekenlerdendir.
2 yorum:
Değerli Dostum Sayın Müslüm Kabadayı,
Kitap fuarındaki tanışmamız en az sizin kadar bana da keyif verdi, emin olabilirsiniz. Bu, yalnızca kentteş iki insanın duyduğu keyifle açıklanamaz elbet, siz de bilirsiniz. Edebiyata gönül verenlerin gönül güzelliğinin buluşması diyelim isterseniz buna. Benimle ilgili güzel düşüncelerinize teşekkür ediyorum. Saygı ve sevgilerimle...
Nuri SAĞALTICI
Sevgili Müslüm Kabadayı,
Benim hakkımdaki ince düşünceleriniz için size çok teşekkür ediyorum.
Selam,SEVGİ VE SAYGILAR.
Necla Karataş
necla.karatas@hotmail.com
Yorum Gönder