BÜLENT TEKİN
Tarih:21 Haziran 2008. Saat: 20.30 Yer: Mardin-Diyarbakır karayolu. İçinde eşim ve oğlumun olduğu aracımla (Mardin’den) Diyarbakır’a gidiyoruz. Mardin çıkışından sonraki bir yerlerde sağda durdurulmuş bir kamyon var. Ansızın bir polis elini kaldırdı. Sağa yanaşarak durdum. “Uzun ışık yakmışsınız. Sağa çekin ve evraklarınızı verin!” “Ceza mı keseceksiniz?” “Konuşmayın beyefendi.” Dediğini yaptım sarışın polisin, aracımı yolun sağına çektim. “Bakın,” dedim. “Şehirlerarası yoldayım ve hiçbir trafik kuralını (kemer, sinyalizasyon, şerit, hız ihlali gibi) ihlal etmedim. Böylesi yolda(yol, gidiş-geliş olarak çift yoldur) uzun farla gitmem normaldir. Kısa farla gittiğimde, karşıma çıkan bir insanı ya da hayvanı-geç fark etmemden dolayı-ezebilirim.” “İsterseniz gidin ben plakanızı alıyorum (plakama bakıyor).” Bunun üzerine elimdeki evrakları polise veriyorum. (Aslında çekip gitsem, tebligatsız bir cezanın mahkemece bozulabileceğini düşünüyorum bir an ve vazgeçiyorum.) Yeniden diyalog kurmak istiyorum. Sarışın polis dinlemiyor, diğer polise evraklarımı verirken talimat(!) veriyor. “72” Ne anlama geldiğini bilmiyorum. Diğer polisin yanına gidiyorum, durumu izah etmeye çalışıyorum, o, elindeki evraklarımı tekrar sarışın polise veriyor. Onunla konuşuyorum bu kez. “Yaptığınız doğru değil,” diyorum. “Trafik kurallarının ihlal edilmesine ben de karşıyım. Ama siz, hiçbir suçum yokken ceza kesmeye çalışıyorsunuz, doğru değil bu!” “Biz görevimizi yapıyoruz!” “Görev böyle mi yapılır?” diyorum. “Biz cezayı keseriz, yaptığımızı doğru bulmuyorsanız istediğiniz yere şikâyet edin!” Bu kez kendimi tanıtıyorum. “Ben bir yazarım (Gırgır yazar kimliğimi gösteriyorum).” “Kim olduğunuz bizi ilgilendirmiyor. İstediğiniz yere başvurabilirsiniz.” “Kimsiniz o halde? Adınız ne?” “Bölge Trafik gece ekibi deyin yeterlidir!” Polis aracının plakasını yazıyorum (47 A 5931) O karanlıkta yarım saate yakın bir beklemeyle tutanağımı doldurup bana imzalatıyorlar. [Trafik suçumun hangi maddeye sokulduğunu doğrusu merak ediyorum. Şehirlerarası gidiş-gelişli (çift) yolda uzun far yakmanın nasıl bir suç olduğunu bilemiyorum. Ayrıca polisin güçlü farları olan aracımda uzun farı kısa fardan nasıl ayırt ettiğine de hayret ettim.] Teşekkür edip, benimle konuşan (sarışın olmayan) polisin elini sıkıp aracıma yürüyorum. Sarışın polis aracın içinde yüzünü çevirmiş, bana bakmıyor.
Çalışanlardan yana olan dünya görüşümden dolayı bu olayı yazmamam gerektiğini düşünüyorum bir an. (Bana hoşgörülü ve samimi davranılsaydı polisin 12 saatlik nöbet terine saygı duyacağımdan kuşku yoktu.) Ancak bana böyle davranan polisin zavallı, sıradan bir yurttaşa neler yapabileceği aklıma geliyor bu kez. [Bir iki yıl önce, Cumhuriyet yazarı bir bayanın (adını anımsamıyorum) Anamur’da hız ihlalinden kendisine yazılan cezayı köşesine taşımasını garipsemiştim.] Cezamı ödedim. Söz konusu polislerden de şahsım adına şikâyetçi değilim. (Bu tip davranışların ülkemiz genelinde yapılmaması için polisin ciddi bir eğitimden geçirilmesi gerekir. Yurttaştan kesilecek paranın birer para makinesi ürünü gibi düşünülmesi yerine, milli gelirden eksilme olarak algılanması daha doğru olmalıdır. Ülke bütçesi için daha başka kaynaklar vardır derim.) Ancak Sinemardin (20-24 Haziran)festivalinin yapıldığı o günde sinevizyon (Sinemardin) tipi bir skeç yaşadığım bu trajikomik durumu yaz(ma)maktan da kendimi alamıyorum. Cezayı yememin nedeni olarak da bende yaptığım itiraz olduğu kanaati oluşuyor.
Mardin garip bir Türkiye kenti. Tek sineması olmadığı halde sinema festivali yapılan bir kent. Sanata, sanatçıya önem veren Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar’ın valiliği döneminde Sinemardin festivalinin yapıldığı günlerde Mardin’de bir sinema salonu açılması önemlidir. Bana göre bugüne dek Mardin’e atanan valiler içinde Mehmet Kılıçlar’ın, usul erkân bilmesi, ciddiyeti, sorumlu davranışları ile en yerinde atanmış olanıdır. Hiçbirimizin, polis, bürokrat, yazar ya da siyasetçi olarak böylesi bir duruş gösteren (Vali) Mehmet Kılıçlar’ın karizmasını çizmesinde hakkı bulunmamaktadır. Gözünün üstünde kaşın var anlayışıyla hiç yoktan bir suç (ceza) yaratarak yurttaşa zaten yaşanmaz hale gelmiş yaşamı zorlaştırmak kimseye bir şey kazandırmaz. Görevli (sorumlu) olduğumuz konularda kamu görevi yaparken itirazları (mantıklı gerekçeleri) dinlemek zorundayız diye düşünürüm. [Bizim itirazımız (konuşmamız), gerekçemiz kamu görevlisinin hoşuna gitmeyebilir ama bu, onun doğruyu yapmasını engellemez.] Yurttaşların itiraz ve gerekçelerine hislerimizle karşılık vermek, ne yapıp edip alt etmek gibi düşünceler tüm güzel duygularımızı silip süpürmemeli(dir). (İnsanoğlunun yapısından kaynaklanan bir refleksi vardır. Maksim Gorki’nin “Arkadaş” romanında bu durum romanın bir yerlerinde-aklımda kaldığı kadar-insanın kendisine benzeyen bir insanın yakınlığını istememesi olası değildir. Bizler ancak suçlarımızı başkalarında gördüğümüzde o zaman affedebiliriz. Ne yazık ki düşünmek hoşgörülü olmanın yoludur diye düşünüyorum.)
Sinemardin adlı festivalin bir özel şirket tarafından düzenlendiği bilgisini aldım. Telefonla konuştuğum şirket yöneticisinin (Zihni Tümer) şu anda Mardin’de yaşayan bir yazar olarak benle-festival öncesi-yüz yüze konuşacağını söylemesine karşın gerçekleşmemesi ve festivale davet edilmememi unutkanlığa ya da işlerin yoğunluğuna bağlamaktayım. (Bizim de davet edilmediğimiz yere gitmeyiz gibi bir düşüncemiz var.) Ancak Mardin’in hikâyesini (Kartal Yuvası) yazmış biri olmamız nedeniyle Mardin’deki sinema ya da sanatla ilgilenme hakkımızın olması gerektiği inancındayız. Biraz da bu işlere sahiplenmemizin nedeni de budur. Sanatı, sanatçıyı, üniversiteyi seven bir valinin (Mehmet Kılıçlar’ın) şu anda Mardin’de bulunması iyi değerlendirilmelidir derim. [Gırgır’daki köşemi yıllardır izleyenlerin, bizim herhangi bir bürokrat ya da siyasetçiye ihtiyacımızın olmadığını iyice bilirler. Ancak Vali Mehmet Kılıçlar’ı dürüstlük, ahlâk, etik değerler açısından takdir etmemizi-kendisiyle benzer bir dünya görüşümüz olmasa dahi-yazar sorumluluğumuz zorunlu tutmaktadır.] Kadim Mardin kentinin tarihi mekân ve evlerinde film çeken sinemacıların popüler kültür furyasıyla feodalizmi, toprak ağalığı, beyliği, şiddeti, kan davasını, gericiliği kutsayan senaryolara bağlı kalmalarını doğrusu hiç benimsemiyorum. Film sahnelerinde ellerinde kalaşnikoflu, 14’lü silahlarla dolaşan adamlar Mardin’e hiç yakışmamaktadır. Bu kadim kentte bu kadim uygarlığa yakışan burada yaşanmış birçok (Türk, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni) öyküyü senaryo etmektir. Popüler kültür senaryoları ya da başımızdan geçen trafik cezası tipi skeçlerin bu topraklarda işi olmamalıdır. Ülkemize 1914’de giren sinema (film), binlerce yıllık geçmişi olan tiyatronun omuzlarına, bir ömürlük yaşı olmasına karşın oturmuştur. Tiyatronun malzemesi üzerine oturan sinema çok kısa sürede-edebi eserlere ve belgelere bağlı kaldığı ölçüde-edebiyatı insanlara sevdirdi, edebiyatı yaygınlaştırdı. Tiyatroyla dram, sahne, diyalog gibi ortak yönleri olan sinema tiyatronun elitistliğine karşın popülist bir sanattır. Tarihi örgülerin yaşandığı Mardin’in hemen hemen her mekânı bir film platosudur. Mardin’in kendisi bir film platosudur. İnsanımız belki çok ta klasik romanları okumuyor ama film seyrediyor. Halkımız nedense seyretmeyi okumaktan çok seviyor. Mardin’de çekilen tv dizileri tipi filmler insanımızın hafızasını karıştıran nitelikler içererek düşünmeyen bir insan tipi yaratarak dizikolik yaratma görevi üstlenmiştir. Mardin kentine yakışan filmler bu kadim mekânda yaşanmış özgün örgülerin hikâye edildiği senaryoları iyi bir estetik ve edebiyat sanatıyla birleştirerek onu seçkin duygularla örülen seçkin filmler haline getirmektir. Bu tip senaryolara kaynak olacak edebi romanları yazmış, özel çıkarı yerine genel çıkarı savunmuş çok sayıda yazar vardır.
Tarih:21 Haziran 2008. Saat: 20.30 Yer: Mardin-Diyarbakır karayolu. İçinde eşim ve oğlumun olduğu aracımla (Mardin’den) Diyarbakır’a gidiyoruz. Mardin çıkışından sonraki bir yerlerde sağda durdurulmuş bir kamyon var. Ansızın bir polis elini kaldırdı. Sağa yanaşarak durdum. “Uzun ışık yakmışsınız. Sağa çekin ve evraklarınızı verin!” “Ceza mı keseceksiniz?” “Konuşmayın beyefendi.” Dediğini yaptım sarışın polisin, aracımı yolun sağına çektim. “Bakın,” dedim. “Şehirlerarası yoldayım ve hiçbir trafik kuralını (kemer, sinyalizasyon, şerit, hız ihlali gibi) ihlal etmedim. Böylesi yolda(yol, gidiş-geliş olarak çift yoldur) uzun farla gitmem normaldir. Kısa farla gittiğimde, karşıma çıkan bir insanı ya da hayvanı-geç fark etmemden dolayı-ezebilirim.” “İsterseniz gidin ben plakanızı alıyorum (plakama bakıyor).” Bunun üzerine elimdeki evrakları polise veriyorum. (Aslında çekip gitsem, tebligatsız bir cezanın mahkemece bozulabileceğini düşünüyorum bir an ve vazgeçiyorum.) Yeniden diyalog kurmak istiyorum. Sarışın polis dinlemiyor, diğer polise evraklarımı verirken talimat(!) veriyor. “72” Ne anlama geldiğini bilmiyorum. Diğer polisin yanına gidiyorum, durumu izah etmeye çalışıyorum, o, elindeki evraklarımı tekrar sarışın polise veriyor. Onunla konuşuyorum bu kez. “Yaptığınız doğru değil,” diyorum. “Trafik kurallarının ihlal edilmesine ben de karşıyım. Ama siz, hiçbir suçum yokken ceza kesmeye çalışıyorsunuz, doğru değil bu!” “Biz görevimizi yapıyoruz!” “Görev böyle mi yapılır?” diyorum. “Biz cezayı keseriz, yaptığımızı doğru bulmuyorsanız istediğiniz yere şikâyet edin!” Bu kez kendimi tanıtıyorum. “Ben bir yazarım (Gırgır yazar kimliğimi gösteriyorum).” “Kim olduğunuz bizi ilgilendirmiyor. İstediğiniz yere başvurabilirsiniz.” “Kimsiniz o halde? Adınız ne?” “Bölge Trafik gece ekibi deyin yeterlidir!” Polis aracının plakasını yazıyorum (47 A 5931) O karanlıkta yarım saate yakın bir beklemeyle tutanağımı doldurup bana imzalatıyorlar. [Trafik suçumun hangi maddeye sokulduğunu doğrusu merak ediyorum. Şehirlerarası gidiş-gelişli (çift) yolda uzun far yakmanın nasıl bir suç olduğunu bilemiyorum. Ayrıca polisin güçlü farları olan aracımda uzun farı kısa fardan nasıl ayırt ettiğine de hayret ettim.] Teşekkür edip, benimle konuşan (sarışın olmayan) polisin elini sıkıp aracıma yürüyorum. Sarışın polis aracın içinde yüzünü çevirmiş, bana bakmıyor.
Çalışanlardan yana olan dünya görüşümden dolayı bu olayı yazmamam gerektiğini düşünüyorum bir an. (Bana hoşgörülü ve samimi davranılsaydı polisin 12 saatlik nöbet terine saygı duyacağımdan kuşku yoktu.) Ancak bana böyle davranan polisin zavallı, sıradan bir yurttaşa neler yapabileceği aklıma geliyor bu kez. [Bir iki yıl önce, Cumhuriyet yazarı bir bayanın (adını anımsamıyorum) Anamur’da hız ihlalinden kendisine yazılan cezayı köşesine taşımasını garipsemiştim.] Cezamı ödedim. Söz konusu polislerden de şahsım adına şikâyetçi değilim. (Bu tip davranışların ülkemiz genelinde yapılmaması için polisin ciddi bir eğitimden geçirilmesi gerekir. Yurttaştan kesilecek paranın birer para makinesi ürünü gibi düşünülmesi yerine, milli gelirden eksilme olarak algılanması daha doğru olmalıdır. Ülke bütçesi için daha başka kaynaklar vardır derim.) Ancak Sinemardin (20-24 Haziran)festivalinin yapıldığı o günde sinevizyon (Sinemardin) tipi bir skeç yaşadığım bu trajikomik durumu yaz(ma)maktan da kendimi alamıyorum. Cezayı yememin nedeni olarak da bende yaptığım itiraz olduğu kanaati oluşuyor.
Mardin garip bir Türkiye kenti. Tek sineması olmadığı halde sinema festivali yapılan bir kent. Sanata, sanatçıya önem veren Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar’ın valiliği döneminde Sinemardin festivalinin yapıldığı günlerde Mardin’de bir sinema salonu açılması önemlidir. Bana göre bugüne dek Mardin’e atanan valiler içinde Mehmet Kılıçlar’ın, usul erkân bilmesi, ciddiyeti, sorumlu davranışları ile en yerinde atanmış olanıdır. Hiçbirimizin, polis, bürokrat, yazar ya da siyasetçi olarak böylesi bir duruş gösteren (Vali) Mehmet Kılıçlar’ın karizmasını çizmesinde hakkı bulunmamaktadır. Gözünün üstünde kaşın var anlayışıyla hiç yoktan bir suç (ceza) yaratarak yurttaşa zaten yaşanmaz hale gelmiş yaşamı zorlaştırmak kimseye bir şey kazandırmaz. Görevli (sorumlu) olduğumuz konularda kamu görevi yaparken itirazları (mantıklı gerekçeleri) dinlemek zorundayız diye düşünürüm. [Bizim itirazımız (konuşmamız), gerekçemiz kamu görevlisinin hoşuna gitmeyebilir ama bu, onun doğruyu yapmasını engellemez.] Yurttaşların itiraz ve gerekçelerine hislerimizle karşılık vermek, ne yapıp edip alt etmek gibi düşünceler tüm güzel duygularımızı silip süpürmemeli(dir). (İnsanoğlunun yapısından kaynaklanan bir refleksi vardır. Maksim Gorki’nin “Arkadaş” romanında bu durum romanın bir yerlerinde-aklımda kaldığı kadar-insanın kendisine benzeyen bir insanın yakınlığını istememesi olası değildir. Bizler ancak suçlarımızı başkalarında gördüğümüzde o zaman affedebiliriz. Ne yazık ki düşünmek hoşgörülü olmanın yoludur diye düşünüyorum.)
Sinemardin adlı festivalin bir özel şirket tarafından düzenlendiği bilgisini aldım. Telefonla konuştuğum şirket yöneticisinin (Zihni Tümer) şu anda Mardin’de yaşayan bir yazar olarak benle-festival öncesi-yüz yüze konuşacağını söylemesine karşın gerçekleşmemesi ve festivale davet edilmememi unutkanlığa ya da işlerin yoğunluğuna bağlamaktayım. (Bizim de davet edilmediğimiz yere gitmeyiz gibi bir düşüncemiz var.) Ancak Mardin’in hikâyesini (Kartal Yuvası) yazmış biri olmamız nedeniyle Mardin’deki sinema ya da sanatla ilgilenme hakkımızın olması gerektiği inancındayız. Biraz da bu işlere sahiplenmemizin nedeni de budur. Sanatı, sanatçıyı, üniversiteyi seven bir valinin (Mehmet Kılıçlar’ın) şu anda Mardin’de bulunması iyi değerlendirilmelidir derim. [Gırgır’daki köşemi yıllardır izleyenlerin, bizim herhangi bir bürokrat ya da siyasetçiye ihtiyacımızın olmadığını iyice bilirler. Ancak Vali Mehmet Kılıçlar’ı dürüstlük, ahlâk, etik değerler açısından takdir etmemizi-kendisiyle benzer bir dünya görüşümüz olmasa dahi-yazar sorumluluğumuz zorunlu tutmaktadır.] Kadim Mardin kentinin tarihi mekân ve evlerinde film çeken sinemacıların popüler kültür furyasıyla feodalizmi, toprak ağalığı, beyliği, şiddeti, kan davasını, gericiliği kutsayan senaryolara bağlı kalmalarını doğrusu hiç benimsemiyorum. Film sahnelerinde ellerinde kalaşnikoflu, 14’lü silahlarla dolaşan adamlar Mardin’e hiç yakışmamaktadır. Bu kadim kentte bu kadim uygarlığa yakışan burada yaşanmış birçok (Türk, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni) öyküyü senaryo etmektir. Popüler kültür senaryoları ya da başımızdan geçen trafik cezası tipi skeçlerin bu topraklarda işi olmamalıdır. Ülkemize 1914’de giren sinema (film), binlerce yıllık geçmişi olan tiyatronun omuzlarına, bir ömürlük yaşı olmasına karşın oturmuştur. Tiyatronun malzemesi üzerine oturan sinema çok kısa sürede-edebi eserlere ve belgelere bağlı kaldığı ölçüde-edebiyatı insanlara sevdirdi, edebiyatı yaygınlaştırdı. Tiyatroyla dram, sahne, diyalog gibi ortak yönleri olan sinema tiyatronun elitistliğine karşın popülist bir sanattır. Tarihi örgülerin yaşandığı Mardin’in hemen hemen her mekânı bir film platosudur. Mardin’in kendisi bir film platosudur. İnsanımız belki çok ta klasik romanları okumuyor ama film seyrediyor. Halkımız nedense seyretmeyi okumaktan çok seviyor. Mardin’de çekilen tv dizileri tipi filmler insanımızın hafızasını karıştıran nitelikler içererek düşünmeyen bir insan tipi yaratarak dizikolik yaratma görevi üstlenmiştir. Mardin kentine yakışan filmler bu kadim mekânda yaşanmış özgün örgülerin hikâye edildiği senaryoları iyi bir estetik ve edebiyat sanatıyla birleştirerek onu seçkin duygularla örülen seçkin filmler haline getirmektir. Bu tip senaryolara kaynak olacak edebi romanları yazmış, özel çıkarı yerine genel çıkarı savunmuş çok sayıda yazar vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder