“...her şey “ortaklaşma”da kenetlenmelidir...”
Yirmi yıldır Dünya, soğutulmakta olan vicdanların ve sulanmakta olan beyinlerin egemenliği altında inliyor. Bir bakıma insanlık felaketin eşiğinde dolandırılıyor.
“Biyolojik silah devri”nde emperyalizm, genetiği değiştirilmiş organizmalarla insanın bedeni yanında bilincini tahrip ediyor. Büyük kârlar sağladığı medikal ve ilaç sanayini, virüsler yayarak palazlandırıyor. Çocuk ve yaşlılar başta olmak üzere insanlar, kuş ve domuz gribiyle “garip”leştiriliyor. Kapitalizmin “küresel garabeti”, doğanın ve insanın felaketini hızlandırıyor.
“Kriz”lerle “keriz”leştirilen topluluklar, kartellerin değirmenine su taşıyor. Emperyalizme bağımlılık, matruşkanın karıncıkları gibi şişiyor. Ülkeler, doğrudan müdahaleler yanında, emperyalist bürolardan yönetiliyor. Dolayısıyla burjuva “sosyal devlet”in bile esamesi okunmuyor. Bu vahşet haline dönüşen sömürü çağında, “küresel ısınma”yla doğa can çekişiyor.
“Felaketin eşiği”nden, eşit ve özgür bir uygarlığın beşiğine nasıl dönülür?
“Küresel ısınma”yı tersine çevirecek tek mekanizma, soğutulan vicdanlarımızı, sulanan beyinlerimizi, eşitlik ve özgürlük mücadelesiyle ısıtmaktır.
Bugün, ateşlememiz gereken bu mücadelenin tıkanmasının ve giderek sönümlenmesinin önemli nedeni, mücadele araçlarımızın ve bu araçların başında bulunanların, emek yaratan dinamiklere yabancılaşmış olmasıdır. İnsanın vicdanını ve dünyayı değiştirme bilincini körelten “mülkiyet” düşkünlüğü, paylaşma körlüğünü yaygınlaştırmıştır. Kapitalizm, “dişi piyasa” sayesinde tüketim manyaklığını topluluklara dayatırken, kurtuluşumuzu güçlendirecek eşitlik ve özgürlük mücadelesine, çubuğu tersine bükerek öncelikle kadınların etkin biçimde kazandırılması zorunluluk arz ediyor. “Mülkiyet”e, “tüketim çılgınlığı”na kadınlarımız dirseklerini çevirmedikçe, bu mücadeleyi kazanmamız zor görünüyor.
Çürüme, çok yönlüdür; kadın-erkek ilişkisi bundan en çok etkilenen temel bir boyuttur. Samimiyetin, sevginin ve paylaşmanın güzelliğiyle bezendiği zaman ayağa kalkacak olan insan, kadın-erkek ilişkisindeki “mülkiyet” ve “kıymet” zafiyetinden arınmaya başlayacaktır.
Sınıflar mücadelesinde siyasal iktidar perspektifi, her koşulda toplumsal iktidar mekanizmalarını öncelemek durumundadır. “Zorunda” olunmayan koşullar sonucunda gerçekleşen siyasal devrimler, geriye dönüş zeminleri güçlü bir süreçten ilerlemek durumunda kalmışlardır. Önemli bir kısmı da kapitalizmin “işbölümü, teknolojik hegemonya, meta estetiği dayatması” karşısında da “ortakçı kişiliği” kökleştirmedikleri için çözülmekten, yıkılmaktan kurtulamamışlardır. Sovyet devriminin ve ardından sosyalist sanayileşme hamlesinin başarıya ulaşmasında, Bolşeviklere, Rus köy komün geleneğinin toplumsal iktidar mekanizması sunduğu bilinmektedir. Aynı gerçeklik; Paris komüncüleri, Çin kır kolektifleri, Anadolu imececiliği ve ahilik geleneği için de geçerlidir.
Türkiye işçi sınıfı siyasetini oluşturan örgütlerin toplumsal iktidar mekanizmalarını eksikli de olsa var eden sendikalar, dernekler, kooperatifler, gecekondular, yoksul-topraksız köylü hareketleri, özellikle 1960-1980 arasında önemliydi. Bu “devinim mekanizmaları”, neo-liberalizmin ideolojik saldırılarının yoğunlaştığı ve post-modern felsefenin toplumun günlük yaşam dokusuna sindiği son 30 yılda büyük oranda aşınmıştır. Bu mekanizmaların yeniden uç verdiği her alanda bir süre sonra yeni bir çürüme ve çözülme olgusu gündeme gelmiştir. 20 yıl önce bahar eylemleriyle işçi sınıfının sesi yükselirken hemen ardından kamu emekçilerinin ayağa kalkması gerçekleşmiş ama 10 yıl içinde çürüme ve çözülme garabetiyle karşı karşıya gelinmiştir. Gençlik eylemlilikleri de saman alevi seyri izlemiştir. Aydın ve sanatçı hareketi ise, Türkiye tarihinde en kozmopolit ve bir o oranda da etkisiz hale bürünmüştür. Sınıf siyasetimizin etkisizleşmesinde belirleyici unsurlardan biri de, ABD ve AB başta olmak üzere emperyalizmin tümüyle içsel bir olgu haline gelmesidir. Bu olgunun, halkların ortak kurtuluşunu dinamitleyen etnik ve dinsel hareketleri “özgürlük” problemi olarak başat hale getirmesi de çok etkili olmuştur. Özellikle ülkemizde Türk ve Kürt emekçilerin siyasal mücadele ortaklığını, toplumsal kurtuluşun ulusal sorunu çözecek biçimde ikna edici bir zenginliğe kavuşturulamaması, önümüzdeki en önemli sorunlardan biridir.
Mücadele araçlarımızı samimiyet, eşitlik ve özgürlük ateşiyle yenilemek için her şey “ortaklaşma”da kenetlenmelidir. Bu kenetlenme, üretken emeğin “ortakça yaşam” düzeneğine kilitlenmesiyle başlayıp insanların “toplumsal aşk”la her türlü sömürü biçimine karşı mücadele azmiyle donatılmasıyla güçlenecektir. Türkiye, bu coğrafyada yaşayan tüm halkların “ortak yurt”u olmayı eşitlik ve özgürlük ülkesi olarak hak edecektir. Kentlerin küçük burjuva yaşantılarıyla avunan, doyumsuz ve kirlenmiş ruhların cıvıklaştırdığı “bataklık yaşam”ın reddi temelinde yeteneklerini hangi alanda örgütleme olanağı daha güçlüyse orada geliştirerek başka yeteneklerle birleştiren işçiler, emekçiler, öğrenciler, sanatçı ve aydınların yaratacakları komünler, alternatif odaklar halinde büyütüldükçe, toplumsal iktidarın oluşumuna zemin yaratılacaktır. Bu zemin üzerinde yükselen emek hareketi ve onun öncü siyaseti devrimci, sosyalist örgütleri, geniş kitlelerle devinim olanağı bulacaklardır.
Müslüm Kabadayı
muslum_kabadayi@hotmail.com
Ankara, 1 Kasım 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder