24 Haziran 2008 Salı

HATAY SORUNU

Kemalizmin İlhak Zincirinde HATAY

- Bir Tarihsel İnceleme

Sevra KURTULUŞ

















Giriş:

Türkiye’nin sınırları nerede? Nasıl çizilmiştir bu sınırlar? Çizilen bu sınırlar, gerçekten Türkiye’nin ”tam yerini” gösteriyor mu? İşte TC’nin kuruluşundan bu yana, bu sorular hep tartışma konusu olmuş; tartışma konusu olan bu sorular, Türkiye’nin ”sorunları” haline gelmiştir.

Osmanlı devletinin yıkıntıları üzerinde kurulan TC; tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi ”gecekondu” bir tarzda ve başka halklar üzerinde kurularak, ”fetihçi” ve ”çapulcu” geleneğini bugünlere dek, sürdürmüştür. Bir de ”kemalizm” adını alan bir resmi ideolojiyle şekillenmiştir.

Peki, bu ideoloji nedir?

Bu ideoloji, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun tüm deneyimlerini miras olarak alan bir ideolojidir. Bu bazen islami giysi içinde, ”pan-islamizm”; bazen de dünyadaki tüm Türkleri toplama, birleştirme, pan-türkizm” adı altında, günümüze kadar sürdürülmüştür. Özü de hep aynı kalmıştır: Irkçılık, sömürgecilik, işgal ve ilhak.

Kemalistler, ince taktik ve oyunlarla – iç ve dış koşulları da çok iyi kullanarak – Kuzey Kürdistan, Liva İskenderun ( Hatay ) ve en son da Kuzey Kıbrıs’ı işgal ve ilhak etmişlerdir.

Önce Kürtlerden yana görünen Kemalistler, 1923 Lozan antlaşmasıyla, dışta resmiyet kazanmaları ardından hemen sonra, Kürt halkına saldırmış, Kürdistan’ın Kuzeyini işgal ve ilhak etmişlerdir. Bununla yetinmeyen Kemalistler, Kürt halkını, ”adıyla – sanıyla” ortadan kaldırmak için, hep uğraş verdiler.

1939’lara kadar ”Bağımsız Hatay Devleti”nden yana görünen Kemalistler, 2.dünya savaşındaki güç dengeleri çok iyi kullanarak ve Fransa ile yaptıkları pazarlık sonucu, Liva İskenderun’u (Hatay) kendi(!) ”sınırlarına” dahil ettiler. İlhak ettiler.

Keza, 1960 yılında İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında varılan ve Londra Anlaşması’yla kabül edilen ’Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyet’i 1974 yılında ırkçı Bülent Ecevit Başbakanlığı döneminde ortadan kaldırılmış ve Kıbrıs’ın Kuzeyi işgal edilmiştir.

Ancak buradaki konumuz, Liva İskenderun; yani Kemalizmin ilhak zincirinde yer alan Liva İskenderun’dur.

Liva İskenderun Sorunu, Unutturulmuş Bir Sorundur
Liva İskenderun sorunu, gerçekten unutturulmuş bir sorundur. Dünya tarihinde, bel ki de, en fazla haksızlık yapılan sorunlardan bir tanesi olmasına karşılık, bu sorun hep rafta kalmış; bu sorunla ilgili olarak, ne bu sorunun doğrudan muhatabı olan Suriye, ne de Liva İskenderunlu ilericiler, sosyalist ve alevi Arap devrimcileri ilgilenmiş; sanki böylesi bir sorun yokmuş gibi, bu konuda, nedense, hep sessiz kalınmıştır.
Suriye, İsrail tarafından işgal edilmiş topraklarını hep gerekçe göstererek, Liva İskenderun sorununu gündeminden çıkarmış ve daha sonraları da bu sorunu ”unutmak” zorunda kalmıştır.

Liva İskenderunlu ilericiler, sosyalistler ve alevi Arap devrimcileri ise; ”enternasyonalist devrimci” olma adı altında, kendi sorunlarını da ”unuttular. 12 Eylül den sonra, Acilcilerin bu sorunla ilgili olarak, çabaları hep cılız kalmış; daha sonraları onlar da ”Anadolu Devrimcisi” olma adı altında bu sorunu da ”unuttular”. (*)

İşte bir yandan sorunun doğrudan muhatabı Suriye; diğer yandan Liva İskenderunluların kendi sorunlarına sahip çıkmayışları, bu sorunu çok karmaşık ve çözümü zor bir sorun haline getirmiştir.

Peki bu sorun nasıl çözülür?

Sorunun doğrudan muhatabı olan Suriye’nin şuanki tavrı ne?

Liva İskenderunlular, bu sorunla ilgili olarak ne düşünüyor ve nasıl bir çözüm istiyorlar?

Bu soruların yanıtlarını, bir başka çalışmaya bırakarak, önce Liva İskenderun’un nasıl ilhak edildiğini, kısaca da olsa, göstermekte fayda var. Zira Liva İskenderun’un ilhakıyla ilgili, Türkiye’de ve Türkçe olarak yazılan hiç bir yazı bulunmaktadır. (**) Şimdilik özetleyerek yazıyorum. Zira bu dava, bir kitap çalışmasıdır. İlerde kitap olarak, Liva İskenderun sorununu bütün yönleriyle incaleyeceğiz.

Liva İskenderun: Biraz Tarih
Hatay’ın gerçek adı, Liva İskenderun’dur. Liva İskenderun, İskenderun Sancağı anlamına geliyor. Başta İskenderun, Antakya ve bu sınırlar içinde yer alan tüm, köyler, beldeler ve ilçelerden oluşmaktadır. Kemalistler, Liva İskenderun’a ”Hatay” adını verdiler. Yani Hititlerin ülkesi. Hititler de ”ilk Türkler” olduğu saçmalığına dayandırılıyordu. Kemalistler, ”Güneş – Dil Teorisi” gibi bir saçmalıkla, Anadolu ve Ortadoğu’daki her olguyu, her şeyi, Türk olmaya bağladılar; ve Liva İskenderun da bundan nasibini almış oldu: Hatay adı verilerek, Türkleştirildi!
Bu ”ilk Türk” saçmalığını bir yana bırakırsak; Liva İskenderun, tarihte, Ortadoğu’nun üçüncü önemli merkezi olarak geçiyor. Bu nedenle, bu topraklar sürekli işgale uğramış; Grek, Roma, Pers, Bizans, Haçlılar…derken, en son Liva İskenderun, 1515’ten 1.dünya savaşı snrasına kadar Osmanlı imparatorluğunun işgali altında kalmıştır.

Osmanlıların işgali altına giren Liva İskenderun, sürekli Osmanlıların zulmüyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu zulüme karşı mücadele vermek için, geç te olsa, 1915 yılında Emin Lutfi al Hafız öncülüğünde başlıyor. Emin Lutfi al Hafız öncülüğünde kurulan gizli örgüt, Osmanlı zülümüne karşı mücadele etmiş; Emin Lutfi al Hafız da 6 Mayıs 1916 yılında bu yolda kendini feda etmiştir.
Bu yıllarda 1. dünya savaşı var. Osmanlı İmparatorluğu, Almanya – Avusturya’yla birlikte; İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı, muhalif kampta yer alıyordu. Osmanlı devleti, yer aldığı kampla birlikte yenilgiye uğruyor. Bu yenilgi, hem Osmanlı imparatorluğunun çöküşünü, hem de Ortadoğu’da ”yeni bir dönemin” başlangıcını getiriyordu.

Yenilgi, İngiltere ile Fransa’nın Ortadoğu üzerinde siyasi, askeri ve ekonomik olarak tam hakimiyetlerini sağlıyordu. Başta anadolu olmak üzere, Ortadoğu, İngiltere ve Fransa arasında taksim ediliyor: İngiltere’ye Irak; Fransa’ya Suriye, Liva İskenderun ve Lübnan gibi manda ( sömürge) devletler düşüyor. Böylece 1.dünya savaşı, Ortadoğu’da yeni güçler dengesini ortaya çıkarıyor: İngiltere ve Fransa.

İşte böylesi bir ortamda başlayan ”Türk burjuva devrimi” Liva İskenderun’da yaşayan Araplar tarafından olumlu karşılandı. Zira Türkiye’nin ”bağımsızlığını” kazanması, Liva İskenderun’un da kurtuluşunu sağlayacaktı. İşte böylesi bir düşünce ve umut ile, Liva İskenderunlu Araplar, Türk burjuva devrimine sempatiyle baktılar.

1920’de Türk burjuva devrimi gerçekleşiyor. Liva İskenderun, Fransa’nın yetkisinde kalıyor. Devrimden bir yıl sonra, 1921 yılında, Lozan’da, Fransa ile Türkiye arasında yapılan bir antlaşmada zaten Liva İskenderun, TC sınırları dışında bir bölge olarak kabûl ediliyor; ve Liva İskenderun’da yaşayan ”Türk azınlığının kültürel haklarını muhafaza etme” konusunda da Türkiye ile Fransa anlaşmaya varıyorlar…


Fransa, Suriye’ye Bağımsızlık Veriyor
Eylül 1936’da Fransa, Suriye’ye bağımsızlık vereceğini; Liva İskenderun’un da tekrar Suriye’ye ”iade” edileceğini açıklıyor. Bu beyan üzerine, Fransa ile Suriye arasında Liva İskenderun’un kaderiyle ilgili görüşmeler yapılıyor. Suriye’yi temsil eden Sadullah al-Cabiri şu açıklamada bulunuyor:

”Suriye’nin, Türkiye ile kesin sınırlarını belirleme, iyi komşuluk ve dostluk temelinde sorunlarını çözmek niyetinde olduklarını belirterek” devamla şunları ekliyor:

”Suriye Hükümeti, Liva İskenderun’da yaşayan Türk azınlıklarının tüm haklarını koruyacaktır.”

Sadullah al-Cabiri’nin demeci, nedense TC’nin tepkisini topluyor; ve Türk gazeteleri:

”Hatay, Suriye’nin değil, Türkiye’nin ayrılmaz bir parçası!”

”Hatay, Türkiye’ye verilmesi gerekir” şeklinde ve büyük başlıklar altında, çirkin bir kampanya başlattılar.

Bu çirkin kampanyadan sonra, o dönemin dışişleri bakanı Rüştü Aras, Fransa dışişleri bakanı Venot’la görüşerek, Fransa ile Suriye arasında varılan anlaşma dışında, tekrar ”yeni bir antlaşmanın” yapılmasını talep ediyor. Rüştü Aras, büyük bir utanmazlıkla;

”Hatay’ın Türkiye’ye verilmesi gerektiği, zira Hatay’da yaşayanların büyük bir bölümünü Türklerin; Araplar ise, küçük bir azınlık oluşturduklarını” söylüyor.

Gerçekte durum, tam tersidir. Araplar ne ilhak öncesinde, ne de ilhak sonrasında, hiç bir zaman azınlık durumda olmadılar. 1938 yılında yapılan nüfus sayımı bizlere şu rakamları veriyor:
- Liva İskenderun, toplam nüfus sayısı: 350 bin

- 280 bini Arap.

- 70 bini Arap olmayan Türk ve azınlıklar oluşturuyordu.

Yalnız bu kadar değil. Liva İskenderun’un ilhak edilmesinden sonra başlatılan, Liva’yı Türkleştirme çabaları da pek kâr etmedi. Zira 1964 yılında yapılan bir başka nüfus sayımında şu rakamlar var:

- Liva İskenderun, Toplam Nüfus: 600 bin.

- 500 bini Arap.

- 100 bini de Arap olmayan diğer azınlıklardan oluşuyordu.

TC’nin kendi yaptırdığı nüfus sayımı neticesinde elde edilen bu rakamlar, bizlere Rüştü Aras’ın yalanını göstermeğe yetiyor.

Ama tüm bu gerçekliğe karşın, Türkiye’nin Fransa’ya olan itirazı, Liva İskenderun sorununu, Milletler Cemiyeti kararına sunulmasının sağlıyor. Fransa, 29 Mayıs 1937 yılında, Liva İskenderun’la ilgili olarak, Milletler Cemiyeti kararları doğrultusunda hareket edeceğini beyan ediyor. Bu kararlara göre:

1) Liva İskenderun, Suriye devletinden ayrı bir ”Bağımsız Cumhuriyet” olarak kabûl edilmesi.

2) İçişlerinde bağımsız, dışişlerinde ise, Suriye tarafından temsil edilmesi

3) Liva İskenderun’da yaşayan ve tüm azınlıkları temsil edecek olan 40 üyelik bir Meclis’in oluşturulması.

4) Meclis’ten sorumlu bir Cumhurbaşkanı seçilmesi.

5) Fransa’nın - gerektiğinde - Meclis’in alacağı kararları reddetme yetkisine, yani ”VETO” hakkına sahip olması.

6) Liva İskenderun’un iki resmi dili; Arapça ve Türkçe olarak kabûl edilmesi.

Suriye’nin Milletler cemiyeti Kararına İtirazı
Suriye, Milletler Cemiyeti’nin kararıyla varılan bu antlaşmaya anında itiraz ediyor. Suriye Meclisi, 3 Haziran 1937’de acil toplanarak, şu açıklamada bulunuyor:

”Suriye Bakanlar Kurulu, Liva İskenderun’un tümü dahil olmak üzere, Suriye topraklarının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu yüzden, Milletler Cemiyeti’nin, Liva İskenderun’un geleceği ile ilgili olarak alınan bu karar ve antlaşmayı reddediyor.”

Suriye, aynı ayda, Haziran ayında, bir temsilcisini Fransa’ya göndererek, Fransa’dan ”Liva İskenderun’da yaşayan arapların korunmasını ve bu mıntıkanın Suriye’den ayrılmamasını talep ediyor.”

Bu doğrultuda, Suriye Suriye Bakanlar Meclisi Başkanı Cemil Merdam, Türkiye’ye üç kez giderek, bu sorunu hem Mustafa Kemal’e, hem de İsmet İnönü ile görüştü.

Cemil Merdam, yine Ankara’daki Fransız konsolosluğu ile yaptığı görüşmede de, Suriye’nin itirazını açık bir şekilde iletiyor. Fakat yapılan tüm itirazlar, herhangi bir sonuç vermiyor.

Livalıların Tepkisi
Liva İskenderun’da yaşayan Araplar, hemen bu durumu protesto ederek, Fransa karşıtı gösterilerde bulundular. Bütün Liva’da, Fransız işgalcilerine karşı büyük bir öfke oluştu. Direniş ve isyan, Fransız işgalicileri tarafından bastırılmaya çalışıldı. Karşı koyanlar, tutuklandı. Özellikle, Samandağ, Harbiye, Amik ve civar köylerde tutuklamalar ve baskılar yoğunlaştırıldı. Antakya ve İskenderun’daki tüm Arap Cemiyetleri ve tüm Arapça gazeteler kapatıldı. Yasaklandı. Böylece protesto, direniş ve isyan, zor kullanılarak, Fransız işgalcileri tarafından bastırıldı…



Milletler Cemiyeti’nin Kararlarını Hayata Geçirmek

Liva İskenderun’daki direniş ve protesto bastırıldıktan sonra, bir Fransız temsilcisi, Milletler Cemiyeti’nin kararlarını hayata geçirmek için, 6 Eylül 1937 de Antakya’ya geliyor. Orada yaptığı bir konuşmada, Liva İskenderun’daki Arapları tehdit ederek:

” Bu kararlara saygı göstermelerini; tekrar böylesi bir direniş ve protestolara kalkışmamalarını” talep ediyor.

Kararlar doğrultusunda, 29 Kasım 1937 de Liva İskenderun’daki Suriye bayrağı indirilip, yerine Fransız bayrağı çekiliyor. Bu durumu protesto eden Antakyalı gençler, Suriye bayrağını tekrar göndere çekiyorlar.

Bu arada Liva’da protestolar sürerken, Milletler Cemiyeti’nin kararlarını hayata geçirmek için çalışmalar hızlandırıldı…

Milletler Cemiyeti’nin kararlarında ve azınlıklarla ilgili maddede, azınlıklar şöyle sıralanıyordu:
1) Araplar ( Alevi Arap, Hiristiyan Arap ve Sunni Arap).

2) Türkler

3) Rum Ortadoksları

4) Ermeniler

5) Kürtler

6) Diğer küçük azınlıklar ( Çerkezler v.b…)

Aynı maddede, ”her azınlık, seçme ve seçilme hakkına sahip” olduğu vurgulanıyordu.

Liva İskenderun’da seçimlerin yapılması için, son çalışmalar da tamamlanarak; 4 Ekim 1937 de seçimi kontrol edecek bir ”Seçim Komitesi” oluşturuldu. Komite, şu ülkelerden oluşuyordu:

- Belçika

- Hollanda

- İngiltere

- Norveç

- İsviçre

- Romanya.

Bu kurulun denetiminde, Liva İskenderun’da refarandum / seçim yapıldı. Sonuç: yüzde 70 kadar bir ağırlığın Araplar da olduğu ortaya çıktı. Ama nedense Türkiye, bu sonuca itiraz ediyor. Sonucu kabûl etmiyor. Seçim kurulunu, ”Suriye taraflısı” , ”Arap sempatizanı” bir kurul olarak suçladı.

Yalnız bu kadar değil. TC, seçim kurulun, Liva’daki çalışmalarını engellemek için de herşeyi yaptı. Önce kurulun, Liva’daki büroları kurşunlandı. Sonra, büyük bir tehdit ve taciz altında, kurul iş yapamaz duruma getirildi. Seçim kurulu Liva’yı terketmek zorunda kaldı.

TC’nin bu tutumuna karşı, Livalılar tekrar ayaklandı. Liva İskenderun’un her tarafında protesto ve gösteriler başladı. Ayaklanma, Fransız işgalcileriyle birlikte, yine zor kullanılarak bastırıldı.

İşte böylesi bir ortamda TC, Liva İskenderun’u ”Türkleştirmek için, elden gelen herşeyi yaptı. TC, fırsat bu fırsat diyerek, Liva İskenderun’daki tüm Arap memurlar, görevlerinden alınıp, yerlerine Türkler atandı. Araplara yönelik baskı ve sürgün, had safhaya ulaştı. Bu arada TC, önemli siyasi adamlarını, Dr. Abdurrahman Melek, Abdulgani Türkmen gibi… Liva İskenderun’a naklatti. Bunu takiben, Liva İskenderun’da, aniden bir ”HALK PARTİSİ” yaratıldı… Bunun yanında askeri temsilci olarak ta Liva İskenderun’a Albay Fevzi Mengüç getirildi. Antakya Belediyesi Başkanlığına Avukat Vadii Mansur atandı. Albay Fethi Vanlı’ da İskenderun için askeri sorumlu sorumlu olarak görevlendirildi…

TC, Liva İskenderun’u aşama aşama işgal ederken, uluslararası durum da Fransa için, pek iyi sayılmıyordu. Frans ane olursa olsun, Almanya ve İtalya’ya karşı, Türkiye ile anlaşmaya ve Türkiyenin tam desteğini almaya hazırlı ve istekliydi.

Uluslarası seçim kurulunun kovulduğu, Liva’yı işgal ve ilhak etmenin çalışmaları yapıldığı böylesi bir ortamda, Fransa ve Türkiye’nin denetiminde, sözümona, seçim tekrarlanıyor. 40 üyelik Temsilcilikler Meclisi’nin 22’sini aldığı söylenen Türkler, seçim ”galibi” olarak açıklanıyor. Bunun üzerine, Liva İskenderun’lu Araplar bu sahte seçime itiraz ediyorlar. Ama yapılan itiraz, seçim sonucunu değiştirmiyor.

5 Temmuz 1938’de Türk askerleri, İskenderun kentini; 7 Temmuz 1938’de Antakya’yı, açık olarak işgal ediyorlar.

O dönemin Yenigün gazetesi olayı:
”Askerlerimiz Hatay’da”

”Atatürkün en büyük eserlerinden biri daha tahakkük etti: yirmi yıldan beri hasretini çekerek özlediğimiz Kahraman Memetçiye Kavuştuk”

”Ordumuz, bu sabah iki noktadan hududu geçerek, Hatay’a girdi”.

Hatay, sevgilisine kavuştu!”

Kabûl edilen, bu sahte seçim doğrultusunda Yeni Meclis, ilk toplantısında,

Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’ni” ilan ediyor. Hatay Cumhurbaşkanlığına, Tayfur Sökmen, Başbakanlığa ise, Dr. Abdurrahman Melek getiriliyor.

Meclis, çalışmalarını bir yıl süreyle devam ettirdi. Daha sonra Türkiye, Fransa arasında ve dış dengelerle ilgili olarak yaptığı pazarlık sonucu ( Fransa’nın, İtalya ve Nazi-Almanya’sına karşı, Türkiye’nin tam desteğini alma gibi), Liva İskenderun 23 Haziran 1939’da Türkiye’ye ilhakı krarlaştırıyor. İlhak kararından hemen sonra, tüm Liva’da tutuklamalar yapılıyor. Yüzlerce Arap, cezaevlerine atılıyor.

Antakya Cezaevi’e atılan Livalılardan bazıları: Nesip Arsuzi, Vecip İbrahim Togani, Ali Hacı, Süleyman Togani, Ali Kazzuh, Selim Ebu Evlad, Şeyh Salim Hüddam.

Bir yıl sonra, TBMM’ lisi, 30 Haziran 1939’da Liva İskenderun’un Türkiye’ye ilhakını onaylıyor.

Böylece, tüm dünya gözleri önünde, Liva İskenderun’da Kemalizmin ilhak zincirinde yerini alıyor…

SONUÇ
Açıkça görüldüğü gibi Kemalistler, bazen uluslararası çelişkilerden, bazen de ince taktik ve oyunlarla, cambazlıkla, ”Türk hakları”, Hatay Bağımsızlığı” v.b diyerek, Liva İskenderun’a daldılar. Dış dengeleri de çok iyi kullanarak, Fransa’yla yaptıkları pazarlık sonucu, Liva İskenderun’u ilhak ettiler… Bu da Kemalizmin dünden günümüze kadar devam eden bir taktiği ve oyunu oluyor. Sürüyor…

- Kemalizmin ilhak zincirinde Hatay. broşür. 23 Haziran 1997

--------------------------------------

(*) Yıllar öncesinde, Cephe Dergisinde, Hatay Sorunuyla ilgili değişik örgütlerle yapılan bir soruşturma okuduğumu hatırlatmak isterim.


(**) Hiç kimsenin hakkını yememek gerek. Mihrac Ural’ın da 2006 da yazmış olduğu 7. Ordu ve Hatay Davası başlıklı bir çalışması var, yeni öğrendim.

(***) ZORUNLU NOT:Sevgili Antakyalılar ve Okuyucular; Blogda eklenen Hatay Sorunu yazım, 23 haziran 1997’de yazmış olduğum, “Kemalizmin İlhak Zincirinde Hatay” broşürümden alınmıştır. Broşür; Antakya, Suriye, Libya, Ürdün, Lübnan, İngiltere, Almanya, Avusturya, Fransa, İsviçre, Polonya, Bulgaristan, Macaristan ve bir çok ülkede dağıtılmıştır. Bunu bildirmeyi zorunlu gördüm. EYLEMSEL YETKE bloguna başarılar. Tüm okuyucu ve yazarlara da sevgiler, selamlar. Sevra KURTULUŞ / ANTAKYA / sevra.kurtulus@gmail.com

------------------------------------------------------

Yararlanılan Kaynaklar:
1) Liva İskenderun’un Hukuki Yönü. Avukat Seyid Adil Şaban. Arapça broşür. Kahire, 1965.

2) Liva İskenderun – Yorumlar ve belgeler – Clit I ( 1993), Cilt II (1994), Cilt III (1995).: Muhammed Ali Zarka. Arapça. Beyrut.

Hiç yorum yok: