Mustafa Elveren (Em.Öğrt)
mustafaelveren@gmail.com
İslam dini mensuplarının büyük çoğunluğu; “gerici”, “dinci” ve benzeri sözcüklerden neden çok rahatsız olduklarını hala anlamış değilim. Bu sözcükleri ben de çok kullanmaktayım. Burada ibadet anlamındaki dürüst dindarları tenzih ederim. Bu sözcükler dini kendi çıkarları için kullanan kişileri kapsar. Yani, insan bazen öyle durumlarla karşılaşıyor ki, bu “gerici” ve “dinci” sözcüklerini kullanmamak elde değildir.
İşte Diyanet işleri eski başkanlarından Süleyman Ateş’in İslam dini ile ilgili evlilik konusunda yazdığı makalesinden bir alıntıyı buraya aktarmak istiyorum. “…Bakire olarak aldığı tek hanımı Hz. Ayşe 18-20 yaşlarında, kendisi de o sırada 52 yaşındaydı. Musnedu Ömer el-Faruk’da kaydedildiğine göre Hz. Ömer de Hz Ali’nin kızıyla evlenmiştir ki, kendisi o sırada 57 yaşlarında, kız ise 13-14 yaşlarındaydı. Taraflar birbirlerini kabul ettikten ve aralarında karşılıklı sevgi bulunduktan sonra yaş farkı önemli olmayabilir.” (Süleyman Ateş, 06.09.2009 / Vatan) Diyanet İşleri Eski Başkanlarından Süleyman Ateş’in yazdığı bu cümleler gerici bir tutumu gözler önüne sermektedir. Hatta, insanı dehşete düşürmektedir.
Süleyman Ateş bilerek şu saptamayı yapıyor; “Ayşe 18-20 yaşlarında” demek suretiyle, Ayşe’nin yaşını büyük gösterip, bilinçli bir şekilde okuyucularını da yanıltmaya çalışmıştır. Halbuki, bir çok İslami kaynaklardan, Ayşe’nin 11-13 yaşlarında olduğunu biliyoruz. 11 yaşındaki bir kız çocuğuyla gerdeğe giren 52-57 yaşlarındaki bu ihtiyarları nasıl haklı gösterebilir? Böyle bir din anlayışı olabilir mi?
52-57 hatta 87 yaşındaki erkeklerin evlilik maskesi altında 11-13 yaşındaki kız çocuklarıyla cinsel ilişkiye girmesini “taraflar birbirlerini kabul ettikten ve aralarında karşılıklı sevgi bulunduktan sonra…” gibi bir gerekçeyle Müslümanlara tavsiyede bulunmak, bu kesime en büyük kötülüğü yapmaktadırlar.
1300 yıl önce yapılan bir uygulamayı neden Müslümanlara tavsiye ediyorsun?
1300 sene önce insanlar beyaz don giyiyorlardı. Süleyman Ateş o zaman neden bu gün beyaz don giymiyor, takım elbise giyiyor?
1300 yıl önce din adına yapılan erkek egemenliği uygulamalarını günümüze uyarlamak en büyük gericilik değil midir?
Diyanet işleri Başkanlığını yapmış yaşlı bir din uzmanının bunu onaylaması ve Müslümanlara tavsiye etmesi, geleceğimiz olan çocuklarımız açısından korkunç bir “gericilik”tir.
Süleyman Ateş aynı zamanda Elazığlıdır. Dolayısıyla Elazığ’da görev yaptığım sırada bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Hukuki sorunların çıkmaması için Köyün ve imamın ismini yazmadan olayı anlatmak istiyorum;
Köyün imamı ile ara-sıra görüşür, bazen de dini konularda (ikimiz yalnız) tartışıyorduk. Ben görev yaptığım bir çok yerde kimliğimi gizlememeye çalıştım. O nedenle köyün imamı benim Alevi ve sosyalist olduğumu biliyordu. İmamın ikisi kız, biri erkek olmak üzere toplam üç çocuğu vardı. En büyüğü okulun 4.sınıf öğrencisi olan 11 yaşındaki kızıydı. İmam beni Müslüman yapmaya karar vermiş olacak ki, yine bir gün köyün biraz uzağındaki bir bostan çeperinin gölgesinde evlilik konusunda tartışmaya başladık.
İmam:
-Peygamber Efendimiz de Ayşe Anamızla 13 yaşındayken evlenmiştir. Çünkü Arabistan ikliminde 13 yaşındaki kızlar 20 yaşında gibi gösteriyor.
Ben:
-Bir çok İslami kaynak 9-11, bir kısmı da 11-13 yaşında olduğunu yazıyor. Peygamberiniz bu evlilikleri siyasi amaçlarla yapmıştır. Bence siyasi çıkar uğruna yapılan bu tür evlilikler cinayettir. Peygamber hata yaptı diye siz de mi aynı hatayı yapacaksınız?
İmam:
-Haşa, Haşaaa… Günaha giriyorsun. Peygamber hata yapmaz. Senin Cehennem’de yanmana gönlüm razı olmaz. Çünkü, dinsiz de olsan, iyi birine benziyorsun. Seni inşallah Müslüman yapacağım.
Ben:
-Bizim de kız çocuklarımız var. Benim kızım 4, senin kızın 11 yaşındadır. Bir an kızımın 11 yaşında olduğunu farz edelim. 57 yaşındaki yaşlı bir amca gelip benim kızımla evlenmek istediğini söylese, o anda vücudumun kimyası ve ruhsal dengemin bozulacağını şimdi bile hissediyorum.
-Aynı durum senin başına gelse, 11 yaşındaki kızını o amcaya verecek misin? Diyelim Ebubekir’in yerinde sen olsaydın, sen de şu anda 11 yaşında olan kızını Peygamber’e verir miydin? Eğer Allah’a, islam’a ve Peygamberine inanıyorsan, lütfen bana doğru cevabı ver.
İmam kısa bir şaşkınlık geçirdikten sonra, iki elini havaya açarak söylediği şu sözlerini hala unutamıyorum.
İmam:
-Ya rabbim! Bana biraz kuvvet, akıl ihsan eyle ki, ben bu Mustafa Hoca’ya cevap vereyim. Yoksa bu Hoca beni dinsiz yapacak. Amin… (Bu tartışma 1991 yılında yapıldı)
Atatürk’ün 80 yıl önce söylediği sözlerinin Kuran’ın ayetleri gibi hiç değişmeyeceğini savunan Kemalist laikçiler ile İslam Peygamberi Muhammed’in 1300 yıl önce söylediği hadisleri günümüze uyarlamaya çalışan “İslamcı dinci”ler arasında çok büyük bir benzerlik olduğunu söylemek, abartılı olmaz.
Bence, Muhammed Mustafa ile Mustafa Kemal’i sevaplarıyla-günahlarıyla birlikte kendi dönemlerine göre değerlendirip, orada bırakmak gerekir. Bu iki liderin arkasına sığınarak kendilerine rant sağlayan kişi ve kuruluşları ortaya çıkarıp, teşhir etmek sosyalist ve demokrat aydınların görevleri arasında olmalıdır.
07.09.2009
Web : http://www.gomanweb.com/
----------------------------
Yazıyla ilgili Mihrac Ural’ın yaptığı yorum:
SOYUTLAMA
Mihrac Ural
mircihan@gmail.com
Mustafa hoca’nın yazılarına yorum yapmak, onları okumak kadar zevkli. Bildiğimiz bir konuyu işliyor, binlerce kez tartışılmış bir konu. Ama tekrar değil.
Mustafa hoca bunu nasıl yapıyor, hiçte kolay olmayan bir yolla. Bu yol ne çok okumaktan geçiyor ne de okunanı papağan gibi tekrar etmekten. Geviş getirme entelektüelliği denilen yola sapmadan, soyutlama denilen müthiş yöntemle yapıyor.
Soyutlama, hazmedilmiş bilgi üzerine tarihsel olarak farklı olay ve konular arasından birbirine benzeyen ve ortak bağını oluşturan formülasyonlar çıkararak, her zaman kullanabileceğimiz bir kıstas ortaya koymamızı sağlar. Soyutlanan bilgi, okuduğunu kavramaktır. Okunandan yararlı bilgi çıkararak, bilgi dönüşümünü yapmaktır, kıstas olabilecek sonuçlar üretmektir.
Soyutlanmayan bilgi kalıcı değildir. Yazıya dökülmeyen bilgi, kısırdır, lokaldir, içe dönüktür, yarar sağlamaktan uzak bilgidir. Ancak yazıya dökmek bilginin birikimi ve ilerlemesi için yeterli değildir. Bunun için soyutlama gerek.
Bilgi, üreticisine yabancılaştıkça, evrensel boyutlarda dönüşüm yapabildikçe, yeni kaynaklardan da zenginleşip farklılaşarak sentezlere ulaştıkça bir tarihsel ilerleme değeri olarak üretimin bir temel unsuru olur. Çağdaş üretimin yeni bir uygarlığa doğru gidişinin en önemli belirtilerinden biri olan soyut üretimin ana maddesi bilgi, tıpkı iş gücü gibi üretim sürecine katılır, emek gibi de yabancılaştıkça zenginlik kaynağı olur ilerleme genişleme ve toplumsal etkilerde artan oranda güçlü olur. Bilgi üretiminde, soyutlama bu görevi görür.
Mustafa hoca binlerce kez tartışılmış bir konuyu işte bu algıyla ele almakta ve yaptığı soyutlamayla eski konuyu bilgiyle aşılayarak yabancılaşmasana yeni ve farklı bir sentez olarak karşımıza çıkmasına yardımcı oluyor.
Bu yazısında Mustafa hocanın dikkat çeken soyutlaması, bir tarihi olayı kendi tarihi içinde değerlendirirken onu farklı bir tarihin içinde yaşanabilir bir olgu olarak ele alınmaması gerektiğini dile getiriyor. Benim için en önemli nokta budur. Hz. Muhammed ya da Atatürk çağlarının birer verisi olarak kendi davranışlarıyla o çağın kesiti içinde anlamlı olabilecek var oluşları bu güne taşınamaz diyor.
Nesnel verileri, tarihleri farklılaşan olguları dünden bu güne taşımak, tarihi dondurmaktır diyor Bu parametreyi bir soyutlama olarak her olay, her olgu ve hadiseye ilişkin kullanabileceğimiz bir kıstas olarak önümüze koyuyor.
Kimse tüm verileriyle, tarihi ve coğrafyasıyla, nedeni ve ilişkisiyle kendine has bir olayı aynıyla bu gün ya da yarın için geçerli diye dayatıp koymamalıdır.
Ellerine sağlık yiğit dostum, kalemine, mürekkebine bereket.
8.09.2009
mustafaelveren@gmail.com
İslam dini mensuplarının büyük çoğunluğu; “gerici”, “dinci” ve benzeri sözcüklerden neden çok rahatsız olduklarını hala anlamış değilim. Bu sözcükleri ben de çok kullanmaktayım. Burada ibadet anlamındaki dürüst dindarları tenzih ederim. Bu sözcükler dini kendi çıkarları için kullanan kişileri kapsar. Yani, insan bazen öyle durumlarla karşılaşıyor ki, bu “gerici” ve “dinci” sözcüklerini kullanmamak elde değildir.
İşte Diyanet işleri eski başkanlarından Süleyman Ateş’in İslam dini ile ilgili evlilik konusunda yazdığı makalesinden bir alıntıyı buraya aktarmak istiyorum. “…Bakire olarak aldığı tek hanımı Hz. Ayşe 18-20 yaşlarında, kendisi de o sırada 52 yaşındaydı. Musnedu Ömer el-Faruk’da kaydedildiğine göre Hz. Ömer de Hz Ali’nin kızıyla evlenmiştir ki, kendisi o sırada 57 yaşlarında, kız ise 13-14 yaşlarındaydı. Taraflar birbirlerini kabul ettikten ve aralarında karşılıklı sevgi bulunduktan sonra yaş farkı önemli olmayabilir.” (Süleyman Ateş, 06.09.2009 / Vatan) Diyanet İşleri Eski Başkanlarından Süleyman Ateş’in yazdığı bu cümleler gerici bir tutumu gözler önüne sermektedir. Hatta, insanı dehşete düşürmektedir.
Süleyman Ateş bilerek şu saptamayı yapıyor; “Ayşe 18-20 yaşlarında” demek suretiyle, Ayşe’nin yaşını büyük gösterip, bilinçli bir şekilde okuyucularını da yanıltmaya çalışmıştır. Halbuki, bir çok İslami kaynaklardan, Ayşe’nin 11-13 yaşlarında olduğunu biliyoruz. 11 yaşındaki bir kız çocuğuyla gerdeğe giren 52-57 yaşlarındaki bu ihtiyarları nasıl haklı gösterebilir? Böyle bir din anlayışı olabilir mi?
52-57 hatta 87 yaşındaki erkeklerin evlilik maskesi altında 11-13 yaşındaki kız çocuklarıyla cinsel ilişkiye girmesini “taraflar birbirlerini kabul ettikten ve aralarında karşılıklı sevgi bulunduktan sonra…” gibi bir gerekçeyle Müslümanlara tavsiyede bulunmak, bu kesime en büyük kötülüğü yapmaktadırlar.
1300 yıl önce yapılan bir uygulamayı neden Müslümanlara tavsiye ediyorsun?
1300 sene önce insanlar beyaz don giyiyorlardı. Süleyman Ateş o zaman neden bu gün beyaz don giymiyor, takım elbise giyiyor?
1300 yıl önce din adına yapılan erkek egemenliği uygulamalarını günümüze uyarlamak en büyük gericilik değil midir?
Diyanet işleri Başkanlığını yapmış yaşlı bir din uzmanının bunu onaylaması ve Müslümanlara tavsiye etmesi, geleceğimiz olan çocuklarımız açısından korkunç bir “gericilik”tir.
Süleyman Ateş aynı zamanda Elazığlıdır. Dolayısıyla Elazığ’da görev yaptığım sırada bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Hukuki sorunların çıkmaması için Köyün ve imamın ismini yazmadan olayı anlatmak istiyorum;
Köyün imamı ile ara-sıra görüşür, bazen de dini konularda (ikimiz yalnız) tartışıyorduk. Ben görev yaptığım bir çok yerde kimliğimi gizlememeye çalıştım. O nedenle köyün imamı benim Alevi ve sosyalist olduğumu biliyordu. İmamın ikisi kız, biri erkek olmak üzere toplam üç çocuğu vardı. En büyüğü okulun 4.sınıf öğrencisi olan 11 yaşındaki kızıydı. İmam beni Müslüman yapmaya karar vermiş olacak ki, yine bir gün köyün biraz uzağındaki bir bostan çeperinin gölgesinde evlilik konusunda tartışmaya başladık.
İmam:
-Peygamber Efendimiz de Ayşe Anamızla 13 yaşındayken evlenmiştir. Çünkü Arabistan ikliminde 13 yaşındaki kızlar 20 yaşında gibi gösteriyor.
Ben:
-Bir çok İslami kaynak 9-11, bir kısmı da 11-13 yaşında olduğunu yazıyor. Peygamberiniz bu evlilikleri siyasi amaçlarla yapmıştır. Bence siyasi çıkar uğruna yapılan bu tür evlilikler cinayettir. Peygamber hata yaptı diye siz de mi aynı hatayı yapacaksınız?
İmam:
-Haşa, Haşaaa… Günaha giriyorsun. Peygamber hata yapmaz. Senin Cehennem’de yanmana gönlüm razı olmaz. Çünkü, dinsiz de olsan, iyi birine benziyorsun. Seni inşallah Müslüman yapacağım.
Ben:
-Bizim de kız çocuklarımız var. Benim kızım 4, senin kızın 11 yaşındadır. Bir an kızımın 11 yaşında olduğunu farz edelim. 57 yaşındaki yaşlı bir amca gelip benim kızımla evlenmek istediğini söylese, o anda vücudumun kimyası ve ruhsal dengemin bozulacağını şimdi bile hissediyorum.
-Aynı durum senin başına gelse, 11 yaşındaki kızını o amcaya verecek misin? Diyelim Ebubekir’in yerinde sen olsaydın, sen de şu anda 11 yaşında olan kızını Peygamber’e verir miydin? Eğer Allah’a, islam’a ve Peygamberine inanıyorsan, lütfen bana doğru cevabı ver.
İmam kısa bir şaşkınlık geçirdikten sonra, iki elini havaya açarak söylediği şu sözlerini hala unutamıyorum.
İmam:
-Ya rabbim! Bana biraz kuvvet, akıl ihsan eyle ki, ben bu Mustafa Hoca’ya cevap vereyim. Yoksa bu Hoca beni dinsiz yapacak. Amin… (Bu tartışma 1991 yılında yapıldı)
Atatürk’ün 80 yıl önce söylediği sözlerinin Kuran’ın ayetleri gibi hiç değişmeyeceğini savunan Kemalist laikçiler ile İslam Peygamberi Muhammed’in 1300 yıl önce söylediği hadisleri günümüze uyarlamaya çalışan “İslamcı dinci”ler arasında çok büyük bir benzerlik olduğunu söylemek, abartılı olmaz.
Bence, Muhammed Mustafa ile Mustafa Kemal’i sevaplarıyla-günahlarıyla birlikte kendi dönemlerine göre değerlendirip, orada bırakmak gerekir. Bu iki liderin arkasına sığınarak kendilerine rant sağlayan kişi ve kuruluşları ortaya çıkarıp, teşhir etmek sosyalist ve demokrat aydınların görevleri arasında olmalıdır.
07.09.2009
Web : http://www.gomanweb.com/
----------------------------
Yazıyla ilgili Mihrac Ural’ın yaptığı yorum:
SOYUTLAMA
Mihrac Ural
mircihan@gmail.com
Mustafa hoca’nın yazılarına yorum yapmak, onları okumak kadar zevkli. Bildiğimiz bir konuyu işliyor, binlerce kez tartışılmış bir konu. Ama tekrar değil.
Mustafa hoca bunu nasıl yapıyor, hiçte kolay olmayan bir yolla. Bu yol ne çok okumaktan geçiyor ne de okunanı papağan gibi tekrar etmekten. Geviş getirme entelektüelliği denilen yola sapmadan, soyutlama denilen müthiş yöntemle yapıyor.
Soyutlama, hazmedilmiş bilgi üzerine tarihsel olarak farklı olay ve konular arasından birbirine benzeyen ve ortak bağını oluşturan formülasyonlar çıkararak, her zaman kullanabileceğimiz bir kıstas ortaya koymamızı sağlar. Soyutlanan bilgi, okuduğunu kavramaktır. Okunandan yararlı bilgi çıkararak, bilgi dönüşümünü yapmaktır, kıstas olabilecek sonuçlar üretmektir.
Soyutlanmayan bilgi kalıcı değildir. Yazıya dökülmeyen bilgi, kısırdır, lokaldir, içe dönüktür, yarar sağlamaktan uzak bilgidir. Ancak yazıya dökmek bilginin birikimi ve ilerlemesi için yeterli değildir. Bunun için soyutlama gerek.
Bilgi, üreticisine yabancılaştıkça, evrensel boyutlarda dönüşüm yapabildikçe, yeni kaynaklardan da zenginleşip farklılaşarak sentezlere ulaştıkça bir tarihsel ilerleme değeri olarak üretimin bir temel unsuru olur. Çağdaş üretimin yeni bir uygarlığa doğru gidişinin en önemli belirtilerinden biri olan soyut üretimin ana maddesi bilgi, tıpkı iş gücü gibi üretim sürecine katılır, emek gibi de yabancılaştıkça zenginlik kaynağı olur ilerleme genişleme ve toplumsal etkilerde artan oranda güçlü olur. Bilgi üretiminde, soyutlama bu görevi görür.
Mustafa hoca binlerce kez tartışılmış bir konuyu işte bu algıyla ele almakta ve yaptığı soyutlamayla eski konuyu bilgiyle aşılayarak yabancılaşmasana yeni ve farklı bir sentez olarak karşımıza çıkmasına yardımcı oluyor.
Bu yazısında Mustafa hocanın dikkat çeken soyutlaması, bir tarihi olayı kendi tarihi içinde değerlendirirken onu farklı bir tarihin içinde yaşanabilir bir olgu olarak ele alınmaması gerektiğini dile getiriyor. Benim için en önemli nokta budur. Hz. Muhammed ya da Atatürk çağlarının birer verisi olarak kendi davranışlarıyla o çağın kesiti içinde anlamlı olabilecek var oluşları bu güne taşınamaz diyor.
Nesnel verileri, tarihleri farklılaşan olguları dünden bu güne taşımak, tarihi dondurmaktır diyor Bu parametreyi bir soyutlama olarak her olay, her olgu ve hadiseye ilişkin kullanabileceğimiz bir kıstas olarak önümüze koyuyor.
Kimse tüm verileriyle, tarihi ve coğrafyasıyla, nedeni ve ilişkisiyle kendine has bir olayı aynıyla bu gün ya da yarın için geçerli diye dayatıp koymamalıdır.
Ellerine sağlık yiğit dostum, kalemine, mürekkebine bereket.
8.09.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder