Hasan Bildirici
bildiricihasan@hotmail.com
Ahmet Altan’ın Kürt sorununa bu kadar ilgi duymasının başlangıç zamanını pek bilmiyorum. Bilmek için, Ahmet Altan arşivine bir göz atmak gerekecek. Fakat Ahmet Altan’ın Kürt sorunuyla bu kadar açık ilgilenmeye başlaması yakın zamana denk düşüyor olmalı. Çürümüş Türk rejiminin çürük cıvatalarıyla bu şiddette uğraşması da yenidir. Eski veya yeni olması önemli değil. Kürt ve Türk gençleri devletin bugünkü çürük ve hileli yapısını çok önce ortaya koymuş ve bu yolda ağır bedeller ödemişlerdi. Ahmet Altan, rejimi sorgulayan radikal Türk liberallerine şu anda büyük ölçüde fikir ve tavır öncülüğü yapıyor. Rejim tepeden tırnağa kirlendiği ve suç ortaklığına bulaştığı için Ahmet Altan’ın temiz devlet arayışı ilgi görüyor. Bu nedenle devlet ve ordu içinden suç dosyaları aktarılıyor kendisine…
Çürümüş bütün rejimlerin özelliğidir. Rejimin suçları ortaya dökülmeye başladığında ve iktidar savaşı kızıştığında, muhaliflere önemli devlet bilgiler akar. İran’da da şu anda benzer bir süreç işliyor. Bilgi sızdıranlar, söz konusu bilgiyi tesadüfen bulanlar değil, bizzat o bilgi ve eylemi paylaşanlardır. O gün Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğu’un basın toplantısını izlerken çaresizliğini gördüm. “Vicdansızlar,” diyordu.
Kürt kamuoyunun Ahmet Altan hakkında görüşleri farklılıklar içeriyor. PKK; kendisine ait eylemleri bulanıklaştırdığı, şaibe yarattığı ve eylemlerden sonra ağır kınama metinleri yazdığı gerekçesiyle Ahmet Altan ve Taraf Gazetesine tavırlı görünüyor…
PKK dışındaki Kürt çevreleri ise Ahmet Altan’ın çabalarını genellikle olumlu buluyor, hatta destek ziyaretlerinde bulunuyorlar…
Her dönem; kendi siyasetçisini, gazetecisini ve aydınını yaratır. Ahmet Altan henüz Türk devletine bu şiddette muhalefet etmemişken, Anadolu’nun nice yiğit Türk ve Kürt çocuğu bu devlete muhalefetten sokak ortalarında kurşunlanıp, idam sehpalarında can verirdi. Sayısını yanlış hatırlamıyorsam, sadece oniki eylül’de yirminin üzerinde solcu asıldı. Hepsi de ipe, devrimci bildiriler okuyup marşlar söyleyerek gittiler…
Ancak onlar düzen dışı oldukları için, defterleri çabuk dürüldü. Görüşleri solduruldu. İsimleri ve idam sehpalarında haykırdıkları metinler konuşulmaz oldu.
Ahmet Altan’ı önemli kılan; her eylem ve olaydan sonra kendisine ve gazetesine aktarılan devlet bilgileridir. Bu bilgiler ya telsiz konuşmaları, ya önemli malzemeler gizleyen bir kroki ya da üst düzey generaller arasında konuşulan darbe planları ya da cinayet ortaklıklarıdır. Demek ki bu bilgiler, Ahmet Altan’a devletin kalbinden geliyor. Ahmet Altan bunu, temiz devlet isteyen subayların, bürokratların, istihbarat elemanlarının yurtseverliğiyle açıklıyor. Daha sonra gelen bilgiler gözden geçiriliyor ve yayınlanıyor. Bu yayınlar daha sonra bilgi sızdıranların basın yayın alanındaki taraftarlarıyla öne çıkarılıyor…
Demek ki, Ahmet Altan’ı önemli kılan devlet içindeki bağlantılarıdır. Yoksa Ahmet Altan’ın bugün için söylediklerinden çok daha ilerisini Türk solcuları yıllar içinde idam sehpalarında söylediler… Ancak faşizm yanlısı Türk liberalizmi, o vakitler onların düzen değişikliği isteyen görüşlerine tenezzül etmedi… Harcanmasına göz yumdu. Bir anlamda faşizmin suç ortaklığını yaptılar.
Kuzey Kürdistan halkı, gasp edilmiş topraklarıyla birlikte Türk sistemine ve Türk hukukuna bağlı olduğu için, Ahmet Altan’ın söyledikleri ve savundukları doğal olarak onları yakından ilgilendiriyor. Burada konuyu kişiselleştirmek istiyor, Türkiye’nin sorunlarını yüksek bir bilinç, inanç ve çabayla gündeme getiren Ahmet Altan’a bir Kürt yazarı olarak karşılık vermek istiyorum.
Ahmet Altan’ın Türk devletini ve Türk ordusunu yenileştirme çabalarını elbette olumsuz bulamayız. Olayı olumlu veya olumsuz çerçevesinin için hapsetmek gerekmiyor aslında. Her devlette ve her toplumda olduğu gibi, Türk devleti ve Türk toplumundan da reformcular çıkacak ve bu yolda mücadele edeceklerdir. Bu açıdan bakıldığında, Türk yurtseverliği, Türk yenileştirme hareketleri, Türk reformculuğu geç bile kalmıştır denebilir.
Çünkü bu ordu ve devlet, seksen altı yıldır toplumun sol kanadına vurmuş; yirmi milyon Alevi’yi gizli inançlı hale getirmiş; yirmi milyon Kürdü kendi dilinde hayatı karşılayamaz noktaya itmiş, iktidara ortak olmak isteyen Siyasal İslam’ın kendisine yakın olmayan kanadını da her defasında ezmiştir. Kısacası bu devlet ve ona bağlı ordu, devletliğini yaptığını söylediği hayatların canına okumuştur… Bu duruma karşı çıkmak bir lütuf değil, bir insanlık görevidir. Türkiye ile birlikte askeri darbe yaşamış ülkelerin darbeci generalleri şu anda ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış olarak cezaevlerinde yatmaktadırlar…
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının önünü açan Gorbaçov bir yerde şöyle demişti:
“Sovyet treni durmuştu. Biz devlet olarak bu treni sallıyor ve gidiyor görüntüsü veriyorduk. Ben bu trenin durmuş olduğunu söyledim.”
İki Almanya’nın birleşmesi üzerine de şöyle demişti:
“Doğu Almanların Batı’ya doğru olan yürüyüşünü gördükten sonra, bu iş bitmiştir dedim.”
Türk rejimi, faşist kurum ve kuruluşlarını koruyarak açılım yapıp, demokratikleşmek istiyor. Faşist kurumların hakim olduğu bir yerde, demokratik kurumlara sandalye olmaz. Faşist bir devletin demokratikleşebilmesi için, bir çok faşist kurum ve kuruluşun gözden çıkarılması gerekiyor.
Ahmet Altan, yeni bir Türk devletinin kurulmasını istiyor. Osmanlı gelenekçiliğinin Ahmet Altan ve ailesinde baskın bir kişilik ve ruh olduğunu yazılarından ve romanlarından anlayabilirsiniz. Bu nedenle zaten dindarlara karşı hoşgörülüdürler. Bunda bir sorun yok. Türk ulusunun aydınlarının, insan haklarına, azınlıklara, çeşitli fikirlere ve dini inançlara saygılı olan bir devleti istemelerinden daha doğal bir şey olamaz. Bunun ne abartılacak ne de küçümsenecek bir yanı vardır…
Fakat sıra Kürt sorununa gelince, Kürtlerin nasıl bir yaşam ve devlet istediklerine de Kürt toplumu, onun siyasetçileri ve aydınları karar verecektir. Bence sorun burada düğümleniyor, Ahmet Altan’a ilişkin görüşlerimiz burada çetrefilleşiyor.
Ahmet Altan bir yazısında, “Kürtler ne istiyorsa onu ortaya koysun, ona göre yeni bir devlet kuralım,” demişti. Aşırı iddialı ve abartılı bir beklentidir bu… Ahmet Altan, yeni devleti oluşturan öznelerden biriyse, Kürdün şu gerçeğini iyi bilmesi gerekir: Hangi Kürdün talepleri öğrenilmek isteniyor?
AKP’li Kürtler mi?
MHP’li Kürtler mi?
CHP’li Kürtler mi?
PKK’li Kürtler mi?
Köy korucuları mı?
JİTEM elamanı Kürtler mi?
HAK-PAR’lı Kürtler mi?
PSK’li Kürtler mi?
Kürt yurtseverlerine Domuz Bağı atan Kürtler mi?
Yoksa bunların tümünün dışında kalan Kürtler mi?
Gördüğünüz gibi ortada ortak çıkarlara dayalı bir Kürt ailesi, bir Kürt oluşumu, bir Kürt bileşimi bırakılmamış. Kürtlerin, aile, ülke ve istem birliği Türk devleti tarafından darmadağın edilmiştir… Bu halk eğer böyleyse, bu halkın, dağılmış bu ailenin her alanda ortak talebi olabilir mi? Olursa ne olabilir? Kürtlerin en örgütlü gücü olan PKK’nin istemlerini devlet muhatap alıyor mu?
Ama Türklerin binlerce ortak kurumu var. Meclis, ordu, basın yayın, milli eğitim… Say sayabildiğiniz kadar…
Bu noktada Ahmet Altan’a tekrar sormak gerekiyor: Yeni bir devlet kurmak için hangi Kürdün görüşü lazım?
Sorun bununla da sınırlı değil. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Kürtlerin önüne bir ret ve inkar barajı çekildi. Bu baraj seksen altı yıldır kan ve irin depoladı. Çamur doldu, su doldu, ret ve inkarı artık kabul etmeyen asi nesillerle doldu. Baraj alttan, üstten, yandan sızıyor. Dolgu çatlamış. Barajın yıkılıp gideceği kesin. Onun için Türk devleti barajın yükünü hafifletecek delikler açmaya karar vermiş. Bu delikleri açarken veya açmaya karar verirken devlet hangi Kürtlere danışmış? Devletin danışma referansları doğru mu? Ya verilen referanslar yanlış operasyonlara neden oluyorsa?
Çünkü ben Paris’te yaşadım. Oturduğum tek odalı evde, yerden kazanmak için duvarlara raf yapmaya karar verdim. Komşu bir arkadaşa duvara çivi çakıp çakamayacağımı sordum. “Çak,” dedi. Köşeden çaktığım ilk çivi gidip apartmanın ana gaz borusunu buldu ve patlattı. Yüzüme gaz fışkırınca dışarı kaçtım. Bina havaya uçmasın diye fedakarlık yapıp tekrar içeri girdim, karşılıklı iki pencereyi açtım. İkinci fedakarlığı da, elektrik kıvılcımına karşı evin sigortasını attırmak ve telefon fişini çekmekle yaptım… İyi ki de yapmışım. O an bir telefon gelse bile içerideki gaz alev alabilirmiş. Yarım saat kadar sonra gelen itfaiyecilerden öğrendim bunu.
Yasak ve katliamlardan sorumlu devlet 86 yıllık ret ve inkar barajında delikler açarken kime danışıyor sahi? Referansları kimlerdir? Bu referanslar doğru mudur? Bu referanslar yıllardır Türk ve Kürt halkını dolandıranlar içinden seçilmiş olmasın? Sahi açılım noktaları nasıl tespit ediyor? Her şeyden önemlisi, eskimiş ve çürümüş bir barajda delikler açarak barajı ayakta tutabileceğine nasıl inanıyor bu devlet, kim inandırıyor?
Kürtlerin Ahmet Altan’la kavga etmesine veya kendisine çok rol biçmesine gerek yok. Sonuçta herkes kendi işini yapıyor. Ahmet Altan’dan bizim gibi düşünmesini beklemek çok anlamsız bir beklentidir. Örneğin “Taraf gazetesinden devlet tarafından öldürülmüş 24 çalışma arkadaşınızın cenazesini kaldırsanız kendinizi nasıl hissedersiniz?” diye bir soru Ahmet Altan’a sorulamaz. Ama biz bunu Gündem Gazetesinde yaşadık… “Kardeşlerinizi, çocuklarınızı ve babanızı failli meçhullere kurban verirseniz tepkiniz ne olur? diye bir soruyu da sormak çok saçma…
Ayrıca, “sabah okula gönderdiğiniz minik yavrunuz ağzından tek Türkçe sözcük kaçırdığı için akşam sopa yemiş mor parmaklarla eve dönerse ne yapardınız?” diye üzücü bir soruya kendisine sormak gerekmiyor. Herkes kendisini, içinde yaşadığı toplumun koşullarıyla hisseder. Onun acısını, mutluluğunu ve sorunlarını yaşar. Başka toplumlara ve uluslara ait dostlar ise ancak daha çok özgürlük isteyip, baskı altındaki insanlarla dayanışma içinde olabilirler. Onlara nasıl davranmaları gerektiğini buyurmazlar. Onun için elbette Türk devletinin yenilenme uğraşı farklı, Kürt sorunun çözümü farklı iki şeydir…
Ancak Ahmet Altan’a şöyle bir şey söylenebilir:
“Ortada kötü bir Devlet Baba var. Kötü Baba 86 yıl çocuklarını dövmüş, öldürmüş, bodruma kapatmış, tecavüz etmiş, yasaklamış, kısacası çocuklara tek mutlu gün göstermemiş. Sonra zaman değişmiş. Çocuklar büyümüş. Devlet Baba, canından bezdirdiği çocukları eskisi gibi yönetemeyecek duruma gelmiş ve şöyle demiş: Evlatlarım, kapı ve pencerelerinizi hafif aralayacağım. Sakın ola ki, bu aralıklardan dışarı sızmaya kalkmayasınız!”
Bu çocuklar kapı ve pencereyi açık görünce o evde ve Kötü Baba’nın hakimiyeti altında kalmayı sürdürürler mi? Sürdürürlerse nasıl sürdürürler?
Kürt sorunu sanal tedbirlerle, sanal açılım numaralarıyla geçiştirilecek bir sorun değildir. Kürt sorunu, 86 yıllık ret ve inkar barajında kan ve irin tutmuş çok bir ağır sorunudur. Ret ve inkar barajının bu saatten sonra dikiş tutmayacağı anlaşılmıştır. Bunun anlaşılması için gerilla ve sivil olarak en az kırk bin kayıp vermiştir. Kürt nesilleri bu saatten sonra çürük temelli barajın arkasında durmaz. Kimsenin onları orada durdurmaya gücü yetmez.
Diğer Kürt aydınları ve siyasetçileri gibi, “sorunu çözemezseniz felaket geliyor” türü öcülü laflar söylemeye gerek yok. Eğer özgürleşmek bir felaketse, felaket zaten geliyor! Bundan kaçış yoktur. Kürtçeden başka bir dil bilmeyen Kürt köylüsünün kendi soyunu Türk soyuna dayadığı inkar zamanlarında bitirilememiş bu toplum, şimdi mi bitirilecek!
Kötü Baba’nın, kapı ve pencereleri hafif aralandıktan sonra öldürmeye, işkenceye ve baskıya dayalı sistemi zaman içinde Kürt şehirlerinde varlığını sürdürebilir mi? … Yüzde sekseni açlık sınırında yaşayan sokağın Kürt çocukları devlet kurumlarına saygılı olur mu? O kurumları sahiplenir mi?
Çünkü bir düzen, o düzeni seven halk tarafından ayakta tutulabilir ancak. Kürtler ise, babalarının ve kardeşlerinin katili olan devleti sevmiyor… Sevemiyor… Korkunun olmadığı yerde, başta askerlik olmak üzere bu devlete ait kurallara uymak istemiyor.
Ahmet Altan, derinliği olan bir Türk aydınıdır. Aydınlanma hareketlerini, rönesansı, devrimleri okumuştur… Reformların ve devrimlerin, faşistleşmiş parti ve devletlerin değil, zinde ve ilerici güçlerin işi olduğunu bilir. Eskiyi sevmedikleri için Kürtler, kendilerine dürüstçe devletlik yapacak yeni bir devletin kurulmasına zaten hazırdırlar..
Yeni devletin kurulmasına hazır olmayan, yan çizen, bin dereden su getiren, ayak direten Türklerdir… Yozgat’tır, Nevşehir’dir, Bursa’dır, Sakarya’dır… Ordudur, bürokrasidir… Yargı ve basındır… Türk devletiyle her koşulda ilkesizce işbirliği yapan dolandırıcı Kürtlerdir. Köy koruculuğunu beslemeyi sürdüren hazinedir… Kendisinin de belirttiği gibi, savaş kışkırtıcılığı yapan Türk basının büyük çoğunluğudur…
Kürt dostu Ahmet Altan’a, tehlikenin ve çözümsüzlüğün yönünü tayin etmek açısından bir öneride bulunmak isterim… Kendisi, Kürdistan’ın bütün şehirlerine gidebilir. Koruma olmadan Hakkari, Şırnak, Bitlis dağlarını dolaşabilir… Buralarda halkın kendisini çiçeklerle karşıladığını görecektir. Saldırı gelirse yine devlete bağlı güçlerden gelir.
Aynı Ahmet Altan, koruma olmadan Trabzon, Edirne, Sakarya veya Yozgat’a gidebilir mi? Köşesinde yazdığı ordu ve sistemle ilgili görüşlerini bu şehirlerde meydanlarda bir basın açıklamasıyla anlatabilir mi? Anlatırsa linçe hazır Türk milliyetçilerinden ve ulusalcılardan nasıl bir tepki görür?
Çürümüş Türk devlet sistemine cesurca eleştiriler yönettiği için Ahmet Altan’ı Kürtlerin takdir etmesi gerekir. Ahmet Altan’ın da, kendisine her dönem cellatlık yapmış devlete karşı mücadelede ve istemlerinde Kürt halkını anlaması lazım…
Asıl o zaman, aynı topraklarda huzur ve güven içinde yaşamak isteyen farklı kökenden insanların önünde eşsiz ufuklar açılır… Kürt yurtseverleri, 86 yıldır topluma cellatlık yapan devletin sahte göz yaşlarına bu kez aldanmayacaktır. Yeni ve demokratik bir devlet kurmak isteyen Türk yurtseverleri de eskinin suçlu gözyaşlarına aldanmamalı…
Çünkü bizlere çok silahlanmış suçlu bir devlet değil, az silahlanmış dost bir devlet gerekiyor…
Bu kez bu olacak… Dört parçada ayağı kalkmış Medlerin torunları bu kez sömürgeci diktatörlüklere teslim olmayacak…
****
NOT: Dönüşü Olmayan Yol(II)SARYA adlı romanım baskıdan çıktı. İlgi duyan arkadaşlara gönderebilirim. Avrupa’da veya dünyanın değişik ülkelerinde bulunan arkadaşlar email adresime bir not bırakarak isim ve adreslerini bildirmek suretiyle, ayrıca “Dönüşü Olmayan Yol(I)”, “Geçmişin Gölgeleri”, “Pusu”, “Şervan” ve "Son Mektup" adlı kitaplarımı isteyebilirler... Yazılarımın altında bazen bu duyuruyu verdiğim için okurlar beni bağışlasın. Yazdığım romanları okurlara ulaştırmanın başka bir yolu ve olanağı yoktur…
Kürdistan – Post
http://www.kurdistan-post.com/
bildiricihasan@hotmail.com
Ahmet Altan’ın Kürt sorununa bu kadar ilgi duymasının başlangıç zamanını pek bilmiyorum. Bilmek için, Ahmet Altan arşivine bir göz atmak gerekecek. Fakat Ahmet Altan’ın Kürt sorunuyla bu kadar açık ilgilenmeye başlaması yakın zamana denk düşüyor olmalı. Çürümüş Türk rejiminin çürük cıvatalarıyla bu şiddette uğraşması da yenidir. Eski veya yeni olması önemli değil. Kürt ve Türk gençleri devletin bugünkü çürük ve hileli yapısını çok önce ortaya koymuş ve bu yolda ağır bedeller ödemişlerdi. Ahmet Altan, rejimi sorgulayan radikal Türk liberallerine şu anda büyük ölçüde fikir ve tavır öncülüğü yapıyor. Rejim tepeden tırnağa kirlendiği ve suç ortaklığına bulaştığı için Ahmet Altan’ın temiz devlet arayışı ilgi görüyor. Bu nedenle devlet ve ordu içinden suç dosyaları aktarılıyor kendisine…
Çürümüş bütün rejimlerin özelliğidir. Rejimin suçları ortaya dökülmeye başladığında ve iktidar savaşı kızıştığında, muhaliflere önemli devlet bilgiler akar. İran’da da şu anda benzer bir süreç işliyor. Bilgi sızdıranlar, söz konusu bilgiyi tesadüfen bulanlar değil, bizzat o bilgi ve eylemi paylaşanlardır. O gün Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğu’un basın toplantısını izlerken çaresizliğini gördüm. “Vicdansızlar,” diyordu.
Kürt kamuoyunun Ahmet Altan hakkında görüşleri farklılıklar içeriyor. PKK; kendisine ait eylemleri bulanıklaştırdığı, şaibe yarattığı ve eylemlerden sonra ağır kınama metinleri yazdığı gerekçesiyle Ahmet Altan ve Taraf Gazetesine tavırlı görünüyor…
PKK dışındaki Kürt çevreleri ise Ahmet Altan’ın çabalarını genellikle olumlu buluyor, hatta destek ziyaretlerinde bulunuyorlar…
Her dönem; kendi siyasetçisini, gazetecisini ve aydınını yaratır. Ahmet Altan henüz Türk devletine bu şiddette muhalefet etmemişken, Anadolu’nun nice yiğit Türk ve Kürt çocuğu bu devlete muhalefetten sokak ortalarında kurşunlanıp, idam sehpalarında can verirdi. Sayısını yanlış hatırlamıyorsam, sadece oniki eylül’de yirminin üzerinde solcu asıldı. Hepsi de ipe, devrimci bildiriler okuyup marşlar söyleyerek gittiler…
Ancak onlar düzen dışı oldukları için, defterleri çabuk dürüldü. Görüşleri solduruldu. İsimleri ve idam sehpalarında haykırdıkları metinler konuşulmaz oldu.
Ahmet Altan’ı önemli kılan; her eylem ve olaydan sonra kendisine ve gazetesine aktarılan devlet bilgileridir. Bu bilgiler ya telsiz konuşmaları, ya önemli malzemeler gizleyen bir kroki ya da üst düzey generaller arasında konuşulan darbe planları ya da cinayet ortaklıklarıdır. Demek ki bu bilgiler, Ahmet Altan’a devletin kalbinden geliyor. Ahmet Altan bunu, temiz devlet isteyen subayların, bürokratların, istihbarat elemanlarının yurtseverliğiyle açıklıyor. Daha sonra gelen bilgiler gözden geçiriliyor ve yayınlanıyor. Bu yayınlar daha sonra bilgi sızdıranların basın yayın alanındaki taraftarlarıyla öne çıkarılıyor…
Demek ki, Ahmet Altan’ı önemli kılan devlet içindeki bağlantılarıdır. Yoksa Ahmet Altan’ın bugün için söylediklerinden çok daha ilerisini Türk solcuları yıllar içinde idam sehpalarında söylediler… Ancak faşizm yanlısı Türk liberalizmi, o vakitler onların düzen değişikliği isteyen görüşlerine tenezzül etmedi… Harcanmasına göz yumdu. Bir anlamda faşizmin suç ortaklığını yaptılar.
Kuzey Kürdistan halkı, gasp edilmiş topraklarıyla birlikte Türk sistemine ve Türk hukukuna bağlı olduğu için, Ahmet Altan’ın söyledikleri ve savundukları doğal olarak onları yakından ilgilendiriyor. Burada konuyu kişiselleştirmek istiyor, Türkiye’nin sorunlarını yüksek bir bilinç, inanç ve çabayla gündeme getiren Ahmet Altan’a bir Kürt yazarı olarak karşılık vermek istiyorum.
Ahmet Altan’ın Türk devletini ve Türk ordusunu yenileştirme çabalarını elbette olumsuz bulamayız. Olayı olumlu veya olumsuz çerçevesinin için hapsetmek gerekmiyor aslında. Her devlette ve her toplumda olduğu gibi, Türk devleti ve Türk toplumundan da reformcular çıkacak ve bu yolda mücadele edeceklerdir. Bu açıdan bakıldığında, Türk yurtseverliği, Türk yenileştirme hareketleri, Türk reformculuğu geç bile kalmıştır denebilir.
Çünkü bu ordu ve devlet, seksen altı yıldır toplumun sol kanadına vurmuş; yirmi milyon Alevi’yi gizli inançlı hale getirmiş; yirmi milyon Kürdü kendi dilinde hayatı karşılayamaz noktaya itmiş, iktidara ortak olmak isteyen Siyasal İslam’ın kendisine yakın olmayan kanadını da her defasında ezmiştir. Kısacası bu devlet ve ona bağlı ordu, devletliğini yaptığını söylediği hayatların canına okumuştur… Bu duruma karşı çıkmak bir lütuf değil, bir insanlık görevidir. Türkiye ile birlikte askeri darbe yaşamış ülkelerin darbeci generalleri şu anda ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış olarak cezaevlerinde yatmaktadırlar…
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının önünü açan Gorbaçov bir yerde şöyle demişti:
“Sovyet treni durmuştu. Biz devlet olarak bu treni sallıyor ve gidiyor görüntüsü veriyorduk. Ben bu trenin durmuş olduğunu söyledim.”
İki Almanya’nın birleşmesi üzerine de şöyle demişti:
“Doğu Almanların Batı’ya doğru olan yürüyüşünü gördükten sonra, bu iş bitmiştir dedim.”
Türk rejimi, faşist kurum ve kuruluşlarını koruyarak açılım yapıp, demokratikleşmek istiyor. Faşist kurumların hakim olduğu bir yerde, demokratik kurumlara sandalye olmaz. Faşist bir devletin demokratikleşebilmesi için, bir çok faşist kurum ve kuruluşun gözden çıkarılması gerekiyor.
Ahmet Altan, yeni bir Türk devletinin kurulmasını istiyor. Osmanlı gelenekçiliğinin Ahmet Altan ve ailesinde baskın bir kişilik ve ruh olduğunu yazılarından ve romanlarından anlayabilirsiniz. Bu nedenle zaten dindarlara karşı hoşgörülüdürler. Bunda bir sorun yok. Türk ulusunun aydınlarının, insan haklarına, azınlıklara, çeşitli fikirlere ve dini inançlara saygılı olan bir devleti istemelerinden daha doğal bir şey olamaz. Bunun ne abartılacak ne de küçümsenecek bir yanı vardır…
Fakat sıra Kürt sorununa gelince, Kürtlerin nasıl bir yaşam ve devlet istediklerine de Kürt toplumu, onun siyasetçileri ve aydınları karar verecektir. Bence sorun burada düğümleniyor, Ahmet Altan’a ilişkin görüşlerimiz burada çetrefilleşiyor.
Ahmet Altan bir yazısında, “Kürtler ne istiyorsa onu ortaya koysun, ona göre yeni bir devlet kuralım,” demişti. Aşırı iddialı ve abartılı bir beklentidir bu… Ahmet Altan, yeni devleti oluşturan öznelerden biriyse, Kürdün şu gerçeğini iyi bilmesi gerekir: Hangi Kürdün talepleri öğrenilmek isteniyor?
AKP’li Kürtler mi?
MHP’li Kürtler mi?
CHP’li Kürtler mi?
PKK’li Kürtler mi?
Köy korucuları mı?
JİTEM elamanı Kürtler mi?
HAK-PAR’lı Kürtler mi?
PSK’li Kürtler mi?
Kürt yurtseverlerine Domuz Bağı atan Kürtler mi?
Yoksa bunların tümünün dışında kalan Kürtler mi?
Gördüğünüz gibi ortada ortak çıkarlara dayalı bir Kürt ailesi, bir Kürt oluşumu, bir Kürt bileşimi bırakılmamış. Kürtlerin, aile, ülke ve istem birliği Türk devleti tarafından darmadağın edilmiştir… Bu halk eğer böyleyse, bu halkın, dağılmış bu ailenin her alanda ortak talebi olabilir mi? Olursa ne olabilir? Kürtlerin en örgütlü gücü olan PKK’nin istemlerini devlet muhatap alıyor mu?
Ama Türklerin binlerce ortak kurumu var. Meclis, ordu, basın yayın, milli eğitim… Say sayabildiğiniz kadar…
Bu noktada Ahmet Altan’a tekrar sormak gerekiyor: Yeni bir devlet kurmak için hangi Kürdün görüşü lazım?
Sorun bununla da sınırlı değil. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Kürtlerin önüne bir ret ve inkar barajı çekildi. Bu baraj seksen altı yıldır kan ve irin depoladı. Çamur doldu, su doldu, ret ve inkarı artık kabul etmeyen asi nesillerle doldu. Baraj alttan, üstten, yandan sızıyor. Dolgu çatlamış. Barajın yıkılıp gideceği kesin. Onun için Türk devleti barajın yükünü hafifletecek delikler açmaya karar vermiş. Bu delikleri açarken veya açmaya karar verirken devlet hangi Kürtlere danışmış? Devletin danışma referansları doğru mu? Ya verilen referanslar yanlış operasyonlara neden oluyorsa?
Çünkü ben Paris’te yaşadım. Oturduğum tek odalı evde, yerden kazanmak için duvarlara raf yapmaya karar verdim. Komşu bir arkadaşa duvara çivi çakıp çakamayacağımı sordum. “Çak,” dedi. Köşeden çaktığım ilk çivi gidip apartmanın ana gaz borusunu buldu ve patlattı. Yüzüme gaz fışkırınca dışarı kaçtım. Bina havaya uçmasın diye fedakarlık yapıp tekrar içeri girdim, karşılıklı iki pencereyi açtım. İkinci fedakarlığı da, elektrik kıvılcımına karşı evin sigortasını attırmak ve telefon fişini çekmekle yaptım… İyi ki de yapmışım. O an bir telefon gelse bile içerideki gaz alev alabilirmiş. Yarım saat kadar sonra gelen itfaiyecilerden öğrendim bunu.
Yasak ve katliamlardan sorumlu devlet 86 yıllık ret ve inkar barajında delikler açarken kime danışıyor sahi? Referansları kimlerdir? Bu referanslar doğru mudur? Bu referanslar yıllardır Türk ve Kürt halkını dolandıranlar içinden seçilmiş olmasın? Sahi açılım noktaları nasıl tespit ediyor? Her şeyden önemlisi, eskimiş ve çürümüş bir barajda delikler açarak barajı ayakta tutabileceğine nasıl inanıyor bu devlet, kim inandırıyor?
Kürtlerin Ahmet Altan’la kavga etmesine veya kendisine çok rol biçmesine gerek yok. Sonuçta herkes kendi işini yapıyor. Ahmet Altan’dan bizim gibi düşünmesini beklemek çok anlamsız bir beklentidir. Örneğin “Taraf gazetesinden devlet tarafından öldürülmüş 24 çalışma arkadaşınızın cenazesini kaldırsanız kendinizi nasıl hissedersiniz?” diye bir soru Ahmet Altan’a sorulamaz. Ama biz bunu Gündem Gazetesinde yaşadık… “Kardeşlerinizi, çocuklarınızı ve babanızı failli meçhullere kurban verirseniz tepkiniz ne olur? diye bir soruyu da sormak çok saçma…
Ayrıca, “sabah okula gönderdiğiniz minik yavrunuz ağzından tek Türkçe sözcük kaçırdığı için akşam sopa yemiş mor parmaklarla eve dönerse ne yapardınız?” diye üzücü bir soruya kendisine sormak gerekmiyor. Herkes kendisini, içinde yaşadığı toplumun koşullarıyla hisseder. Onun acısını, mutluluğunu ve sorunlarını yaşar. Başka toplumlara ve uluslara ait dostlar ise ancak daha çok özgürlük isteyip, baskı altındaki insanlarla dayanışma içinde olabilirler. Onlara nasıl davranmaları gerektiğini buyurmazlar. Onun için elbette Türk devletinin yenilenme uğraşı farklı, Kürt sorunun çözümü farklı iki şeydir…
Ancak Ahmet Altan’a şöyle bir şey söylenebilir:
“Ortada kötü bir Devlet Baba var. Kötü Baba 86 yıl çocuklarını dövmüş, öldürmüş, bodruma kapatmış, tecavüz etmiş, yasaklamış, kısacası çocuklara tek mutlu gün göstermemiş. Sonra zaman değişmiş. Çocuklar büyümüş. Devlet Baba, canından bezdirdiği çocukları eskisi gibi yönetemeyecek duruma gelmiş ve şöyle demiş: Evlatlarım, kapı ve pencerelerinizi hafif aralayacağım. Sakın ola ki, bu aralıklardan dışarı sızmaya kalkmayasınız!”
Bu çocuklar kapı ve pencereyi açık görünce o evde ve Kötü Baba’nın hakimiyeti altında kalmayı sürdürürler mi? Sürdürürlerse nasıl sürdürürler?
Kürt sorunu sanal tedbirlerle, sanal açılım numaralarıyla geçiştirilecek bir sorun değildir. Kürt sorunu, 86 yıllık ret ve inkar barajında kan ve irin tutmuş çok bir ağır sorunudur. Ret ve inkar barajının bu saatten sonra dikiş tutmayacağı anlaşılmıştır. Bunun anlaşılması için gerilla ve sivil olarak en az kırk bin kayıp vermiştir. Kürt nesilleri bu saatten sonra çürük temelli barajın arkasında durmaz. Kimsenin onları orada durdurmaya gücü yetmez.
Diğer Kürt aydınları ve siyasetçileri gibi, “sorunu çözemezseniz felaket geliyor” türü öcülü laflar söylemeye gerek yok. Eğer özgürleşmek bir felaketse, felaket zaten geliyor! Bundan kaçış yoktur. Kürtçeden başka bir dil bilmeyen Kürt köylüsünün kendi soyunu Türk soyuna dayadığı inkar zamanlarında bitirilememiş bu toplum, şimdi mi bitirilecek!
Kötü Baba’nın, kapı ve pencereleri hafif aralandıktan sonra öldürmeye, işkenceye ve baskıya dayalı sistemi zaman içinde Kürt şehirlerinde varlığını sürdürebilir mi? … Yüzde sekseni açlık sınırında yaşayan sokağın Kürt çocukları devlet kurumlarına saygılı olur mu? O kurumları sahiplenir mi?
Çünkü bir düzen, o düzeni seven halk tarafından ayakta tutulabilir ancak. Kürtler ise, babalarının ve kardeşlerinin katili olan devleti sevmiyor… Sevemiyor… Korkunun olmadığı yerde, başta askerlik olmak üzere bu devlete ait kurallara uymak istemiyor.
Ahmet Altan, derinliği olan bir Türk aydınıdır. Aydınlanma hareketlerini, rönesansı, devrimleri okumuştur… Reformların ve devrimlerin, faşistleşmiş parti ve devletlerin değil, zinde ve ilerici güçlerin işi olduğunu bilir. Eskiyi sevmedikleri için Kürtler, kendilerine dürüstçe devletlik yapacak yeni bir devletin kurulmasına zaten hazırdırlar..
Yeni devletin kurulmasına hazır olmayan, yan çizen, bin dereden su getiren, ayak direten Türklerdir… Yozgat’tır, Nevşehir’dir, Bursa’dır, Sakarya’dır… Ordudur, bürokrasidir… Yargı ve basındır… Türk devletiyle her koşulda ilkesizce işbirliği yapan dolandırıcı Kürtlerdir. Köy koruculuğunu beslemeyi sürdüren hazinedir… Kendisinin de belirttiği gibi, savaş kışkırtıcılığı yapan Türk basının büyük çoğunluğudur…
Kürt dostu Ahmet Altan’a, tehlikenin ve çözümsüzlüğün yönünü tayin etmek açısından bir öneride bulunmak isterim… Kendisi, Kürdistan’ın bütün şehirlerine gidebilir. Koruma olmadan Hakkari, Şırnak, Bitlis dağlarını dolaşabilir… Buralarda halkın kendisini çiçeklerle karşıladığını görecektir. Saldırı gelirse yine devlete bağlı güçlerden gelir.
Aynı Ahmet Altan, koruma olmadan Trabzon, Edirne, Sakarya veya Yozgat’a gidebilir mi? Köşesinde yazdığı ordu ve sistemle ilgili görüşlerini bu şehirlerde meydanlarda bir basın açıklamasıyla anlatabilir mi? Anlatırsa linçe hazır Türk milliyetçilerinden ve ulusalcılardan nasıl bir tepki görür?
Çürümüş Türk devlet sistemine cesurca eleştiriler yönettiği için Ahmet Altan’ı Kürtlerin takdir etmesi gerekir. Ahmet Altan’ın da, kendisine her dönem cellatlık yapmış devlete karşı mücadelede ve istemlerinde Kürt halkını anlaması lazım…
Asıl o zaman, aynı topraklarda huzur ve güven içinde yaşamak isteyen farklı kökenden insanların önünde eşsiz ufuklar açılır… Kürt yurtseverleri, 86 yıldır topluma cellatlık yapan devletin sahte göz yaşlarına bu kez aldanmayacaktır. Yeni ve demokratik bir devlet kurmak isteyen Türk yurtseverleri de eskinin suçlu gözyaşlarına aldanmamalı…
Çünkü bizlere çok silahlanmış suçlu bir devlet değil, az silahlanmış dost bir devlet gerekiyor…
Bu kez bu olacak… Dört parçada ayağı kalkmış Medlerin torunları bu kez sömürgeci diktatörlüklere teslim olmayacak…
****
NOT: Dönüşü Olmayan Yol(II)SARYA adlı romanım baskıdan çıktı. İlgi duyan arkadaşlara gönderebilirim. Avrupa’da veya dünyanın değişik ülkelerinde bulunan arkadaşlar email adresime bir not bırakarak isim ve adreslerini bildirmek suretiyle, ayrıca “Dönüşü Olmayan Yol(I)”, “Geçmişin Gölgeleri”, “Pusu”, “Şervan” ve "Son Mektup" adlı kitaplarımı isteyebilirler... Yazılarımın altında bazen bu duyuruyu verdiğim için okurlar beni bağışlasın. Yazdığım romanları okurlara ulaştırmanın başka bir yolu ve olanağı yoktur…
Kürdistan – Post
http://www.kurdistan-post.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder