6 Kasım 2011 Pazar

TERÖRLE DEPREŞEN DEPREM

Bülent Tekin
bulenttekin47@gmail.com

Bülent Arınç’ın TRT Haber’e verdiği röportaj oldukça anlamlıdır. Görevlerinin resmen “kök kazımak ve kurutmak” olduğunu söyledi. “Bu terörün (Kürtleri kastediyor) inşallah, kökünü kazıtmak, kurutmak, hükümet olarak görevimiz.” Bu, AKP içinde vicdanlı olarak bildiklerimizdendir. Ya bir başkası nasıl olur(du) acaba? “Halkımızın hissiyatı çok makuldür, anlamlıdır. Bayrak taşıyorlar, yürüyüş yapıyorlar, teröre lanet okuyorlar. Bu her Türk vatandaşının yapması gereken doğal yol.” Linçi normal görüyor. Ülkenin her tarafında Kürtlere olan saldırı ve nefreti “doğal” karşılıyor. “Allah’ım bu askerlerimizi de komutanlarımızı da her kötülükten korusun. İnşallah görevlerini (sınır ötesi operasyonu kastediyor) tam anlamıyla yerine getirerek Türkiye’yi büyük bir başarıyla, zaferle dönmeyi nasip etsin.” Bülent Arınç’ta bu kadar “komutan ve asker aşkı” olduğunu bilmiyordum. Bu büyük aşkı depreşti herhalde. Allah bu aşkını artırsın diyorum, ne diyeyim?! Bu demeç Hükümet’in en vicdanlı adamının demecidir. Bu demecin 24 askerimizin şehit edilmesiyle ilgisi olamaz! BDP binalarına, Kürtlerin işyerlerine, kahvelerine, Kürtlerin şahsına yapılan saldırıları normal karşılıyor. Kürt öğrencilerinin dövülmesini de. Ancak Bülent Arınç ve AKP’nin atladığı çok önemli bir gerçek var: Türkiye çok milletli bir ülkedir ve bir kere bu kabul edilmelidir. Irkları yadsıyarak, yok sayarak, din, dil ve kültür haklarını ihanet olarak görerek asla savaşın dışında bir yoldan çıkamazsınız. Siz devletsiniz ve yöneticiler PKK’nin saldırılarını toplumun isteklerinden ayırt etmeli ve dünyanın benzer sorunlarının olduğu yerlerdeki çözümlere bakarak barış ve huzur sağlamalıdırlar. Başka türlü hükümet olmanın bir anlamı yoktur.

Başbakan gazetecilere bir ayar verdi. Kürt sorununu-resmen!-yazmayın dedi. Hükümetten korkan-hemen hemen tüm medya korkuyor ya!-ajanslar Kürt sorununa sansür uygulamaya başladı. Gazeteciler bu emre uyarak yanlış yaptılar. Güneş balçıkla sıvanmaz! Gazetecilik (basın)-dördüncü kuvvet diyenler var!-kamusal bir görevdir ancak, asla bunu siyasi iktidarın emrine girme şeklinde anlamamak gerekir. Halkın özgür, bağımsız, tarafsız ve gerçek haber alma damarlarını kurutanlar ve emre uyanlar asla “demokrasi yanlısı” değildirler. Bunu dünyada en çok faşistler, diktatörler ve onların yönettiği ülkelerdeki basın uygular. Ne yazık ki ülkemizde medya büyük çoğunlukla Başbakan ve AKP’nin emrine girmiş ve özgür haber yapmamaktadır. Bu medyadaki yazarlar da AKP ve Başbakan’ın emirlerini yerine getiren birer kalemşor olmuşlardır. Çok yazık!

Ve KKTC’de resmen bir KCK operasyonu(?!) yapıldı. 24 askerimizin şehit edilmesini bahane eden Ülkü Ocakları mensupları (büyük çoğunluğu Türkiye kökenli oradaki çalışanlardır) YDÜ’deki Kürt öğrencilere saldırdılar. Yaralananlar Kürt öğrenciler olduğu halde (bir ölü olduğundan bahsedenler var?) KKTC Hükümeti alelacele 25 Kürt öğrencinin sınır dışı edilmesini kararlaştırdı. Ve işin ilginç tarafı-sınır dışı edilen öğrenci temsilcisi dâhil-çoğunun bu saldırı sırasında orada olmamasıdır. KKTC polisinin elinde bir liste olduğu ve o listedekilerin sınır dışı edildikleri/edilecekleri söyleniyor. AKP Hükümeti’nin KKTC Hükümeti’ne bu konuda talimat verdiği ve talimatı KKTC Hükümeti’nin uyguladığını ve bunun da adı konulmamış bir KCK operasyonu olduğunu söyleyebiliriz. Kıbrıslı Türklerin Türkiyeli Türklerden haz duymadıklarını biliyoruz. Buna rağmen böyle bir uygulamanın yapılması oldukça anlamlıdır. Faşist grupların saldırısına uğrayan öğrencilere düşmanca ve şovence yaklaşmak doğru bir davranış değildir. Eğer sınır dışı edilen öğrencilerin bir suçu varsa onları KKTC Yargısı’na havale ederdiniz. Suçları varsa, cezalandırıldı. Siz bunu böyle yapmayacaksınız ve siyasi bir karar olan sınır dışı uygulamasını yapacaksınız? O öğrencilerin geleceğiyle oynadınız. Ayıptır, günahtır!

Ve “Van ve Erciş”te (23 Ekim günü) deprem oldu. Depremin ilk anlarında (en önemli anlardır!) enkaz altında kalanların yardımına halktan başka kimse koşmadı. 17 Ağustos 1999 depreminde anında kurtarmalara katılan ordu ve polis bu depremde saatlerce ortalıkta görülmedi. Operasyonda mıydılar acaba? 8-10 saat sonra, yani enkaz altında kalanlar öldükten sonra, dünyaya karşı ayıp olmasın diye askerler görülmeye başladı. Çünkü burası Van’dı; İzmit, Gölcük değildi, ölmeyi hak etmişlerdi! Öyle oralarda-aynı gün içinde gittik edasıyla-üzülme numarasıyla boy göstermeyin beyler! (Yandaş müteahhitlerinize iş çıktı!) Çok komik oluyorsunuz! Siz de sosyal medya ağlarında “oh oldu!” diyenler gibi davranamıyorsunuz, değil mi? [En naziklerini (ılımlılarını) yazmak isterim: “Beter olun inşallah!” “Şehitlerin kanı yerde mi kalacaktı?” “Allah’ın sopası yok, beter olsun!” “Allah Diyarbakır’a da nasip eder inşallah!”] Bakın, Habertürk Tv spikeri Duygu Canbaş ne güzel duygularını açığa vurdu: “Deprem her ne kadar Van’da da olsa üzüldük.” Bu gaf değildi, onun gerçek duygularıydı. atv spikeri Müge Anlı: “Herkes haddini bilecek. Yeri geldiğinde taş atacaksınız, Mehmetçik’i kuş avlar gibi avlayacaksınız, sonra zor günlerde canım cicim deyip, yardım isteyeceksiniz. O polisler yardımına koştu oradakilerin. Hem polise taş atıyorsunuz, hem de yardım istiyorsunuz. O taş atanların eli kırılsın. Askerlerimize, polislere zeval vermesin.” Ülkemizde saçı açık/kapalı, sakallı ya da sakalsız, lâik/antilâik ne kadar ırkçı varsa herkesin duygularıydı. Çünkü insanlık gerçekten deprem altında kalmıştı.

Hiç yorum yok: