Müslüm Kabadayı
muslum_kabadayi@hotmail.com
muslum_kabadayi@hotmail.com
1928 Antakya doğumlu Süleyman Okay, 1940’lı yıllardan öldüğü 1999’a kadar gazete ve dergilerde yayımlanan şiirleri, öyküleri, deneme, halkbilimi ve politik yazılarıyla edebiyat-siyaset dünyasında yer almış önemli sosyalist kişiliktir. Hayattayken “Mermi Konuşuyor”, “Sevda Tutuklanamaz”, “Şakayık” adlı şiir kitapları yayınlanan Süleyman Okay’ın gazete ve dergilerde kalan şiir ve yazıları, oğlu Arif Okay tarafından yoğun çabayla derlenip düzenlenerek yeni kuşağın bilgisine sunulmaya devam ediliyor.
2001’de “Hoşçakalın Dostlarım” adıyla şiirleri, 2004’te “Hişşşttt” adıyla öyküleri, 2008’de “Nerde Benim Oruğum” başlığıyla folklorik özellikler taşıyan kitabını yayımlayan vefalı oğul Arif Okay, 2009’da da “Midesel Eğitim” başlıklı yemek kültürü ve bir dönemin ekonomik-siyasi atmosferini yansıtan kitabı edebiyat dünyasına kazandırdı. Babalarının, kitap biçiminde yayımlanacak 5 kitabının daha yayımlanacağı haberini de veren bu kitabın önsözünde Arif Okay’ın dile getirdiği şu düşünce önemlidir : “Bütün bu yazılar göstermektedir ki sosyalist birikimiyle donanmış insanların, söylenegelenin aksine yerel kültüre büyük katkıları olmuştur.” (s.13)
Kitabın içeriğiyle ilgili değerlendirmeye girmeden önce, oğul Okay’ın yukarıdaki cümlesini somutlamakta yarar var. “Nerde Benim Oruğum” ile “Midesel Eğitim” kitaplarında yer alan yazılar, Antakya merkezli olmak üzere Hatay’ın folklorik unsurlarını tanıtmak bakımından çok önemli malzeme sunmuştur. Arif Okay’ın özenle hazırladığı kitapların sonundaki “sözlük” bölümleri bile tek başına, Antakya ağzı üzerine çalışmak isteyenlere zengin veri sunmaktadır. Buralarda geçen bazı sözcük, deyim ve söz öbeklerinin Hatay Ağzı üzerine hazırlanan kitaplarda geçmediğini biliyoruz çünkü. Bazı sözcüklerin, deyimlerinse anlam farklılıkları bakımından örnekli metinlerle verilmesi ayrıca değer teşkil etmektedir. Bu halkbilimi boyutu yanında metinlerde 1970’li yıllardaki Antakya odaklı Hatay’daki kültürel dokuya, seçimler başta olmak üzere halkın yaşayışıyla ilgili ekonomik-kültürel ve siyasal duruma dair veri, değerlendirme ve eleştirilere yer verilmesi, sosyalist bir yazarın, aydının tavrı bakımından önem arz etmektedir. Bugüne kadar sosyalist aydınları, ülkeden ve halktan kopuk olmakla, hatta kabaca “kökü dışarıda olmak”la suçlayanların yüzüne vurulmuş ciddi bir şamardır. Daha önceleri Nâzım Hikmet’lerin, Orhan Kemal’lerin, Aziz Nesin’lerin yaptığı gibi…
Arif Okay, sözlük yanında “Midesel Eğitim”in sonunda “Kitapta Adı Geçen Kişiler ve Mekanlar”la ilgili bir bölüm koyarak, yeni kuşak Antakyalıların bile bilemeyeceği yerler ve kişiliklerle ilgili tanıtıcı bilgiler vererek, tarihsel bir kaynak oluşturmuş. Babasının şair arkadaşlarından Arif Coşkun başta olmak üzere dönemin gazetecilerinden bazıları, matbaa emekçileri tanıtılmıştır. Yine babasının kalem oynattığı gazete ve dergiler yanında Süleyman Okay’la ilgili yazıların yayımlandığı - 2006-2009 arasında Ankara’da yayımladığımız Yoğunluk dergisi de içinde yer almakta - gazete ve dergiler hakkında bilgi verilmiştir. Kitabın değişik sayfalarında konuyla ilgili fotoğraflara yer verilmesi de önemli bir belge niteliği taşımaktadır.
“Midesel Eğitim” başlığıyla yayımlanan yazılar 1973-1978 yılları arasında Antakya’da yayımlanan Kurtuluş ve Denge gazetelerinde yer alır. Yazıların yoğunluğu 1973’e, dolayısıyla Kurtuluş Gazetesi’ne aittir. Bu gazetenin sahibi Mehmet Bekir Soydan’ı “işçi-patron” olarak niteleyen Süleyman Okay, gazetenin konumu hakkında bir yazısında şöyle demektedir: “Kurtuluş Gazetesinin patronu, aslında bir emekçidir. Ona ne diyeceğimizi şaşırdık kaldık. En iyisi ona işçi-patron demeli. (s.38) …Yahu şu Kurtuluş amma da tuhaf gazete ha… Yazarı züğürt, işçisi züğürt, patronu züğürt. Sözleşmiş gibi tüm çıplaklar bir araya gelivermiş. (s.169)”
Yazar, Antakya’da yapılan yemeklerde kullanılan malzemelerle ilgili ayrıntılı, mizahi dille bilgiler verdiği gibi, yemeklerin yapılışını anlatırken okuyucuyla samimi bir diyaloga geçmeyi de ihmal etmemektedir. Bazı bölümlerde bu samimiyet “senli benli olma” noktasına varmaktadır. Bu dilin okuyucunun ilgisini çektiği gibi bazı bölümlerde okuyucudan gelen mektuplara gönderme yapılarak canlılık sağlanmıştır. Bunların yanında Atahan Oteli sahibi Bekir Atahan başta olmak üzere kimi yakın dostlarını da köşesine davet ederek anlatımı somutlaştıran Süleyman Okay’ın, aynı gazetede zaman zaman “Orkun”, “Yaylacı” imzalarını da kullandığı görülmektedir. Zaman zaman bu imzaların birbiriyle atıştığı bölümlere de rastlanmaktadır. Oğul Okay’ın verdiği bilgiye göre, farklı imzalarla yazılarının yayımlanmasındaki bir etken de, babasının İstanbul’a gittiği zamanlar, önceden hazırladığı bu yazıların, kendisi dönene kadar köşesinde aksamadan sürmesini sağlamaktır.
Yazarın okuyucuyla, dostlarıyla diyalog kurma biçimine birçok örnek verilebilir ama şu bölümü örneklemek, yeterli veri sunacaktır: “…Zaten Uzunçarşı’yı iyi bilirsin. Evet Uzunçarşı…Gezin orda. Baktın ki taze baklanın bayatı nerde varsa, yaklaş, pazarlık et, alma sakın, bir başkasına git, yine sor. Yine alma sakın, bir başkasına sor. Kafanda evir çevir, sonunda hangisi beş kuruş aşağı veriyorsa oradan al bir kilo baklayı.” (s.41) Bu metin, Antakya’nın en baharat kokan çarşısı olarak Ali Yüce tarafından nitelendirilen Uzunçarşı’nın, süpermarketler öncesi gerçek halk çarşısı olduğunu yansıtması bakımından önemlidir. Antakya’yı tanıtan “Köprübaşı/ Uzunçarşı/ Bulgur aşı” üçlemesini hatırlatmakta yarar var bu noktada. Metinden çıkarılması gereken bir diğer nokta da, Antakyalıların “pazarlıkçılık”larının nedenini ele vermektedir. Aynı zamanda dönemin hayat pahalılığına da gönderme yapılmaktadır.
“Kuru Fasulya” başlıklı metnin son paragrafı ve arkasından bir dörtlükle noktalanması örneğinde görüldüğü üzere bazı metinlerinde şiir de kullandığını görmekteyiz, hatta bazı düzyazı bölümlerinde seciye başvurduğunu da.
“Fasulya, et, salça, su, bir miktar tuz kondu tencereye, başladı kaynamaya. Sen o zaman istersen oynamaya başla, zira birazdan kabadayı ve etli bir yemek gelecek sofraya. Kaşıkla bayım kaşıkla…
‘Oğlum Bahri / Fasulyadır yemeklerin piri / Fazla yersen bu mereti / Kalkmaz hiçbir yerin biri’ ” (s.35)
Yazar, yemekleri tanıtırken “pir, padişah, kabadayı” gibi nitelemelerde bulunur. Mercimekli bulgur aşı başta olmak üzere Antakya yemeklerinde öne çıkan baharatların, özellikle biber ve nar ekşisinin önemini de hep vurgular. Son dönemde kimi hastalıklara karşı bunların öne çıkarıldığı dikkate alınırsa, yerinde bir yöntem izlediği anlaşılmaktadır.
Deyimlerin kazandıkları anlamlarla ilgili sebze ve meyvelerden örnekler vermesi de ilginç… Şöyle: “Vaktiyle birini aşağılamayı istedin mi ‘sarımsağın teki’ denirdi. Eski deyimler manalarında ters yüz edilmiş cinsinden değişime uğradı. Şimdi birine ‘anan soğan, baban sarımsak’ dersek, adam memnun olacak, teşekkür bile edecek. Yalnız sarımsak mı başını alıp giden, topraktan tutun da yeşil eriğe kadar her şey yukarıya doğru tırmanıyor. Yerinde sayan tek şey var, o da insan.” (s. 56) Burada, halkın zam politikasıyla nasıl sömürüldüğüne dikkat çekilmiştir. “Sarımsağın teki” deyimi gibi “kabak gibi adam” deyiminin de nasıl değişime uğradığını “Kabak Kavurması” başlıklı yazıda değerlendirildiğine tanık olmaktayız. (s.59) “Kavurma” sözcüğünün mecazlaştırılarak “Seçim Kavurması” başlığıyla 14 Ekim 1973’te yapılan Milletvekili Genel Seçimleri sürecinde yaşananlara dikkat çekildiği bölümden bir alıntı yapmakta yarar var.
“Şimdi geldik çok önemli ve mevsimlik yemeğimize. Bu yemek bundan önce yaptıklarımızın en kabadayısı ve en pahalı olanıdır. Üstelik de isteklisi çok. Kimler mi, aday adayları başta. Onları izleyenler, delegeler. Onlardan sonra gelen aracılar. Aracıların kuyrukları, kuyruğunun gölgeleri. Şimdi uzatmadan bu kabadayı yemeğin nasıl yapılacağına geçelim. Bakkaldan bir miktar umut aldık.” (s.117)
Süleyman Okay’ın anlatımında, Hatay’da konuşulan Arapçanın etkisiyle Türkçe konuşulurken bazı sözcükleri şeddeleyerek söyleme (ünsüz ikizleşmesi) dikkat çekmektedir. Bunu bir dörtlükle örnekleyelim: “Keşşirden dolma yaptım
Açtım tuzuna baktım
Ağzını açar açmaz
Hemen zehiri sıktım” (s.124)
Burada geçen “keşşir” sözcüğü, “keşir”dir. Bu da “siyah havuç”tur. Antakya da turşusu yanında dolması da yapılmaktadır. “Carra, kassap” sözcüklerinde de aynı olay (ünsüz ikizleşmesi) söz konusudur.
Evet, kitaptan kesitler sunduğumuz 228 sayfalık “Midesel Eğitim”, Ağustos 2009’da İstanbul’da yayımlandı. Arif Okay’ı bu anlamlı çabası için kutlarken, Antakyalılar başta olmak üzere yemek kültürüyle, folklorla ilgili çalışma yapanların bu kitaba ulaşmalarını salık veririz.
Arif Okay, sözlük yanında “Midesel Eğitim”in sonunda “Kitapta Adı Geçen Kişiler ve Mekanlar”la ilgili bir bölüm koyarak, yeni kuşak Antakyalıların bile bilemeyeceği yerler ve kişiliklerle ilgili tanıtıcı bilgiler vererek, tarihsel bir kaynak oluşturmuş. Babasının şair arkadaşlarından Arif Coşkun başta olmak üzere dönemin gazetecilerinden bazıları, matbaa emekçileri tanıtılmıştır. Yine babasının kalem oynattığı gazete ve dergiler yanında Süleyman Okay’la ilgili yazıların yayımlandığı - 2006-2009 arasında Ankara’da yayımladığımız Yoğunluk dergisi de içinde yer almakta - gazete ve dergiler hakkında bilgi verilmiştir. Kitabın değişik sayfalarında konuyla ilgili fotoğraflara yer verilmesi de önemli bir belge niteliği taşımaktadır.
“Midesel Eğitim” başlığıyla yayımlanan yazılar 1973-1978 yılları arasında Antakya’da yayımlanan Kurtuluş ve Denge gazetelerinde yer alır. Yazıların yoğunluğu 1973’e, dolayısıyla Kurtuluş Gazetesi’ne aittir. Bu gazetenin sahibi Mehmet Bekir Soydan’ı “işçi-patron” olarak niteleyen Süleyman Okay, gazetenin konumu hakkında bir yazısında şöyle demektedir: “Kurtuluş Gazetesinin patronu, aslında bir emekçidir. Ona ne diyeceğimizi şaşırdık kaldık. En iyisi ona işçi-patron demeli. (s.38) …Yahu şu Kurtuluş amma da tuhaf gazete ha… Yazarı züğürt, işçisi züğürt, patronu züğürt. Sözleşmiş gibi tüm çıplaklar bir araya gelivermiş. (s.169)”
Yazar, Antakya’da yapılan yemeklerde kullanılan malzemelerle ilgili ayrıntılı, mizahi dille bilgiler verdiği gibi, yemeklerin yapılışını anlatırken okuyucuyla samimi bir diyaloga geçmeyi de ihmal etmemektedir. Bazı bölümlerde bu samimiyet “senli benli olma” noktasına varmaktadır. Bu dilin okuyucunun ilgisini çektiği gibi bazı bölümlerde okuyucudan gelen mektuplara gönderme yapılarak canlılık sağlanmıştır. Bunların yanında Atahan Oteli sahibi Bekir Atahan başta olmak üzere kimi yakın dostlarını da köşesine davet ederek anlatımı somutlaştıran Süleyman Okay’ın, aynı gazetede zaman zaman “Orkun”, “Yaylacı” imzalarını da kullandığı görülmektedir. Zaman zaman bu imzaların birbiriyle atıştığı bölümlere de rastlanmaktadır. Oğul Okay’ın verdiği bilgiye göre, farklı imzalarla yazılarının yayımlanmasındaki bir etken de, babasının İstanbul’a gittiği zamanlar, önceden hazırladığı bu yazıların, kendisi dönene kadar köşesinde aksamadan sürmesini sağlamaktır.
Yazarın okuyucuyla, dostlarıyla diyalog kurma biçimine birçok örnek verilebilir ama şu bölümü örneklemek, yeterli veri sunacaktır: “…Zaten Uzunçarşı’yı iyi bilirsin. Evet Uzunçarşı…Gezin orda. Baktın ki taze baklanın bayatı nerde varsa, yaklaş, pazarlık et, alma sakın, bir başkasına git, yine sor. Yine alma sakın, bir başkasına sor. Kafanda evir çevir, sonunda hangisi beş kuruş aşağı veriyorsa oradan al bir kilo baklayı.” (s.41) Bu metin, Antakya’nın en baharat kokan çarşısı olarak Ali Yüce tarafından nitelendirilen Uzunçarşı’nın, süpermarketler öncesi gerçek halk çarşısı olduğunu yansıtması bakımından önemlidir. Antakya’yı tanıtan “Köprübaşı/ Uzunçarşı/ Bulgur aşı” üçlemesini hatırlatmakta yarar var bu noktada. Metinden çıkarılması gereken bir diğer nokta da, Antakyalıların “pazarlıkçılık”larının nedenini ele vermektedir. Aynı zamanda dönemin hayat pahalılığına da gönderme yapılmaktadır.
“Kuru Fasulya” başlıklı metnin son paragrafı ve arkasından bir dörtlükle noktalanması örneğinde görüldüğü üzere bazı metinlerinde şiir de kullandığını görmekteyiz, hatta bazı düzyazı bölümlerinde seciye başvurduğunu da.
“Fasulya, et, salça, su, bir miktar tuz kondu tencereye, başladı kaynamaya. Sen o zaman istersen oynamaya başla, zira birazdan kabadayı ve etli bir yemek gelecek sofraya. Kaşıkla bayım kaşıkla…
‘Oğlum Bahri / Fasulyadır yemeklerin piri / Fazla yersen bu mereti / Kalkmaz hiçbir yerin biri’ ” (s.35)
Yazar, yemekleri tanıtırken “pir, padişah, kabadayı” gibi nitelemelerde bulunur. Mercimekli bulgur aşı başta olmak üzere Antakya yemeklerinde öne çıkan baharatların, özellikle biber ve nar ekşisinin önemini de hep vurgular. Son dönemde kimi hastalıklara karşı bunların öne çıkarıldığı dikkate alınırsa, yerinde bir yöntem izlediği anlaşılmaktadır.
Deyimlerin kazandıkları anlamlarla ilgili sebze ve meyvelerden örnekler vermesi de ilginç… Şöyle: “Vaktiyle birini aşağılamayı istedin mi ‘sarımsağın teki’ denirdi. Eski deyimler manalarında ters yüz edilmiş cinsinden değişime uğradı. Şimdi birine ‘anan soğan, baban sarımsak’ dersek, adam memnun olacak, teşekkür bile edecek. Yalnız sarımsak mı başını alıp giden, topraktan tutun da yeşil eriğe kadar her şey yukarıya doğru tırmanıyor. Yerinde sayan tek şey var, o da insan.” (s. 56) Burada, halkın zam politikasıyla nasıl sömürüldüğüne dikkat çekilmiştir. “Sarımsağın teki” deyimi gibi “kabak gibi adam” deyiminin de nasıl değişime uğradığını “Kabak Kavurması” başlıklı yazıda değerlendirildiğine tanık olmaktayız. (s.59) “Kavurma” sözcüğünün mecazlaştırılarak “Seçim Kavurması” başlığıyla 14 Ekim 1973’te yapılan Milletvekili Genel Seçimleri sürecinde yaşananlara dikkat çekildiği bölümden bir alıntı yapmakta yarar var.
“Şimdi geldik çok önemli ve mevsimlik yemeğimize. Bu yemek bundan önce yaptıklarımızın en kabadayısı ve en pahalı olanıdır. Üstelik de isteklisi çok. Kimler mi, aday adayları başta. Onları izleyenler, delegeler. Onlardan sonra gelen aracılar. Aracıların kuyrukları, kuyruğunun gölgeleri. Şimdi uzatmadan bu kabadayı yemeğin nasıl yapılacağına geçelim. Bakkaldan bir miktar umut aldık.” (s.117)
Süleyman Okay’ın anlatımında, Hatay’da konuşulan Arapçanın etkisiyle Türkçe konuşulurken bazı sözcükleri şeddeleyerek söyleme (ünsüz ikizleşmesi) dikkat çekmektedir. Bunu bir dörtlükle örnekleyelim: “Keşşirden dolma yaptım
Açtım tuzuna baktım
Ağzını açar açmaz
Hemen zehiri sıktım” (s.124)
Burada geçen “keşşir” sözcüğü, “keşir”dir. Bu da “siyah havuç”tur. Antakya da turşusu yanında dolması da yapılmaktadır. “Carra, kassap” sözcüklerinde de aynı olay (ünsüz ikizleşmesi) söz konusudur.
Evet, kitaptan kesitler sunduğumuz 228 sayfalık “Midesel Eğitim”, Ağustos 2009’da İstanbul’da yayımlandı. Arif Okay’ı bu anlamlı çabası için kutlarken, Antakyalılar başta olmak üzere yemek kültürüyle, folklorla ilgili çalışma yapanların bu kitaba ulaşmalarını salık veririz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder