13 Mart 2008 Perşembe

MAYIS 1968’İN GETİRDİKLERİ (II)


Prof. Dr. M. ŞEHMUS GÜZEL

CHE GUEVARA ÖLDÜRÜLDÜ

Che Guevara’nın 9 Ekim 1967’de, Bolivya dağlarında, artık şimdi en ince ayrıntısına kadar yakından ve iyi bildiğimiz şekilde, haince, alçakca öldürülmesi de öğrenci liderlerinin ve gençlerin önce ABD’ye ve sonra bütün devlet otoritelerine karşı kin beslemelerine neden oldu.

Che Guevara’nın izinin bulunmasında ve öldürülmesinde o günlerde pek tanınmayan ama sonra pek ünlenen Regis Debray isimli genç bir Fransız “gazeteci ve aydınının” rolü de bugün en ince ayrıntısına kadar biliniyor:

Regis Debray, Che ile görüşmesinden sonra, gerilla kampında ayrılıp indiği ilk köyde askerlerce göz altına alındı.Yanındaki Arjantinli ressamla birlikte.Böylece, ama sadece böylece, Bolivya’daki gerilla hareketinin başındakinin Che olduğu anlaşıldı.O zamana kadar gerilla kampında hiç kimse, Che’nin en yakınındaki birkaç Kübalı hariç, evet hiç kimse Bolivya’daki gerilla hareketini yöneten liderin Che olduğunu bilmiyordu.Ve bu gerçek, Che’nin silah arkadaşları için sonuna kadar yine bir sır olarak kalacaktır.Bolivya askerleriyle çatışanlardan hayatta kalanlar liderlerinin Che olduğunu daha sonra öğrenebildiler.Oysa Che’nin peşindeki subaylar ve askerleri durumu Debray sayesinde hemen öğrendiler.Uzun zaman Che’yi “verenin” Arjantinli ressam olduğu sanıldı.(Ve bu yüzden adı geçen ressam Almanya’da gizlenmek zorunluluğunu hissetti.Çünkü Che’nin alçakça öldürülmesine neden olanlar, kararı verenler ve tetiği çekenler nereye giderlerse gitsinler Che Guevera taraftarlarınca öldürüldüler:Örneğin biri Paris’teki Bolivya Büyükelçiliği’nde görevliyken Paris’te öldürüldü…)




Ama bugün herşey çok açık bir biçimde biliniyor:Che’yi “veren” Debray’dir:Dahası Debray, kendisini sorguya çeken subayla anlaşıyor ve hatta bir belge imzalıyor (Bu belgenin bir fotokopisi bugün ciddi ve namuslu tarihcilerin elinde ve konuyu yakından inceleyenler biliyorlar):Ve Debray altına imzasını attığı bu belgeyle ”Che’nin Bolivya’da olduğunu kamuoyuna duyurmayacağını” taahhüt ediyor.Çünkü Bolivya yöneticileri ve bilhassa ordusunu yönetenlerin ve onları da parmaklarında oynatan ABD ile onun istihbarat kuruluşlarının korkusu şudur:Che’nin Bolivya’da olduğu haberi duyulursa Bolivya’ya dünyanın her yerinden akın akın gerilla gelir ve Bolivya’daki gerilla hareketi “kontrol edilebilirlik sınırını aşar”.

Açık konuşmak lazım:Che’nin o sıradaki konumu çok zordu.SSCB, Bolivya Komünist Partisi ve hatta Fidel Kastro bile her türlü yardımı kesmişti.Dolayısıyla Che’nin dışarıdan gelecek gerilla ve her türlü yardıma ihtiyacı vardı.Ve büyük ihtimalle Debray’la söyleşi yapmayı da bunun için kabul etmişti.Ve Debray’ın bu söyleşiyi yayınlamasıyla dünya kamuoyunda Bolivya gerilla hareketine ve savaşçılarına olumlu ve sevecen bir bakış ile dayanışmacı bir sempatinin doğacağına inanıyordu.Ama Debray, Che’nin Bolivya’da bulunduğunu ve gerillanın durumunu duyur(a)madı.Che ile yaptığı söyleşiyi yayınlayamadı. Ve bir keklik gibi dağdan inip girdiği ilk köyde yanındaki Arjantinli ile yakalandı.Oysa o sırada bırakın köyleri, bölgedeki ormanlar, dağlar ve taşlar asker kaynıyordu.Herhalde Debray acemilik yapıp bu yolu kullanmamalıydı.Başka bir yomldan ve köylere filan ugramadan dağlardan tepelerden geçip Arjantin’e veya başka komşu devletlerden birine varmaya çalışmalıydı.

Veya Debray, Bolivya ordusu subaylarını bu kadar küçük görmemeliydi.
Tanınmayacağını sandı.Sanki iki “turist” gibi askerlerin filesinden kayıp geçeceğini sandı.Oysa kim olursa olsun o an oradan geçen iki yabancı mutlaka dikkat çekecekti.Ve öyle oldu.Hele bir de “fransız gazeteci” olduğu anlaşılınca hemen tanındı.Zavallı Debray o kadar dağ tepe tırman, çık-in, o kadar yol yürü epey yorulmuştu, iflahı kesilmişti.Hele bir de çantasındaki “kağıtları” düşünürseniz:

“Kağıt deyip geçmeyin, bir yaprak iki yaprak derken git gide ağırlaşıyor”.Bunlar Debray’ın sözleri:Başka bir gün ve başka bir yerde söyledi ama 1967 için de niçin geçerli olmasın?Paris’in en şık ve en şok burjuva evlerinin ve görkemli apartmanlarının salonlarında bıyık uzatmakla Bolivya dağlarında harbiden devrimcilerle aşık atmak farklı şeyler elbette. Gönül isterdi ki herkes kendi mekanında kalsın.Ama serüven olmadan da salon devrimciliğinin tadı olmuyor ki kardeşim.Peki öyle olsun ama bu minik zevk için koskoca Che “verilmeli” miydi”?Fakat bu kadar dağ tepe yürümek de çok zor be “camarade”!

Bilmem Debray’ın gözaltındayken kameralar önünde gazetecilere analttıklarını görenler var mı?Bolivya ordusu subayları da pek insafsız doğrusunu isterseniz:Gözaltına aldıkları, konuşturdukları ve yukarıda andığım belgeyi imzalattıkları Debray’ı sirkte maymun seyrettirir gibi gazetecilerin ve sayısız kameraların ve o hain projektörleri önünde sergilemeleri ne kadar korkunç!:Zavallı “salon devrimcisi”, başı önünde, yere bakıyor ve gazetecilerin ısrarlı sorularına karşın, Che’nin Bolivya’da olduğunu söylememek için bin dereden su getiriyor.Zavallı Debray!Evet, Debray, bir sure hapishanede tutuldu, sonra Fransa Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün ısrarlı istekleri üzerine serbest bırakıldı ve Saint-Michel’e kavuştu.Artık François Maspero’nun Kitabevi’nde ve Maspero Yayınevi’nde Debray’ı bulmak zor değildi.O da artık anlatacaklarını romanlaştırabilirdi…

İşte bu tür “devrimciler” ve benzerleri Paris’teki ihtilalci öğrencilerin ve gençlerin kimi şeyleri artık bizzat metropollerde yapmaları gerektiğine ve yapabileceklerine inanmalarına yol açıyordu.Herkes kendi ülkesinde gerilla olamaz mıydı?Herkes kendi ülkesinde ihtilal yapamaz mıydı?Unutmamak lazım Fransa’da o günlerde ayaklanan çocukların/gençlerin bir kısmı ve lütfen inanın bana şaka değil bu, İKTİDARI ALMAYA CİDDİ CİDDİ ADAYDILAR.İŞİN ÇARPICI TARAFI ŞURADA TABİİ:İKTİDARI ALMAYA ADAY OLMALARINA KARŞIN AKILLARINA HİÇ Mİ HİÇ ELYSÉE SARAYI’NA VE/VEYA MATİGNON’A DOĞRU YÜRÜMENİN BİLE GELMEMESİ.OYSA İKTADAR QUARTİER LATİN’DE VE/VEYA SORBONNE’DA DEĞİL ELYSÉE SARAYI’NDA VE MATİGNON’DAYDI.Şimdi o kadarcık da “taktik hata” olabilir diyebilirsiniz.Ben de size lütfen çocuklarla dalğa geçmeyin, onları alaya almayın derim.İnanıyorlardı yaptıklarına ama belki yöntem ve yön konusunda kimi sorunları vardı diyebliriz isterseniz…

Ancak tarihi referansları eksik değildi.Özellikle öğrencilerin ve işçilerin hafızalarında. Her bir kesimin ortak hafızasından gelen, biriktirilmiş referanslar ile yaşanmış veya yaşanmamış belki ama defalarca dinlenmiş, okunmuş ve/veya izlenmiş (radyo veya televizyon programlarında, belgesellerde veya kurgu filmlerde…) ve dolayısıyla yaşanmış gibi anılar vardı.Anılar ve onların getirdiği davranış biçimleri, tavır takınmalar ve eylemler demeti…Hele mekan birliği de buna eklenirse…

MAYIS 1968’İN SOYKÜTÜĞÜ


Paris, yarım kalmış, yarım bırakılmış ihtillallerin başkentidir.Doğru.Ama aynı zamanda ihtilallerin başlatıldığı başkenttir de.Bu başkentte önüne geçilemez bir ihtilalcilik geleneği vardır demek olası:

Paris Komünü’nü anımsayalım isterseniz:Thiers Hükümeti, Alsace-Lorraine ve dünya kadar para pardon pardon ‘savaş tazminatı” ile satın aldığı Bismarck ve Prusya ordusunun yardımıyla Paris halkını bir hafta boyunca katletti:İnanmayacaksınız belki ama Seine Nehri günlerce ve haftalarca kan kırmızısı aktı:Paris’te, kentin tam orta yerinde Châtelet Meydanı var ya işte tam orada üstüste yığılan insan cesetlerinin yüksekliği hemen yanı başındaki Saint-Jacques Kulesi’nin boyuna ulaşıyordu veya belki aşıyordu:Yirminci yüzyılın katliamlarının öncülü Paris Komünü’ndeki bu katliamdır.

Ama Paris halkı bu, canını bıraktı ama zulme pabuç bırakmadı:

Ve 1936’da bu halk, önce elleriyle sonra ayaklarıyla seçimlerini yaptı: Le Front Populaire (Halkçı Cephe.Veya kimi çevirileri dikkate alacak olursak Halk Cephesi.Ama Halkçı Cephe çevirisi daha doğru olacak sanıyorum.Ama neyse geçmişteki çevirmenlere saygısızlık yapmayalım) iktidara geldi:

FRANSA TARİHİNDE İLK KEZ BİR SOSYALİST BAŞBAKANLIĞA ATANDI:LEON BLUM.Hele Blum’un Yahudi olması (o zamana kadar BÖYLE BİR ŞEY ASLA GÖRÜLMEMİŞTİ FRANSA GİBİ YAHUDİ DÜŞMANLIĞININ YAYĞIN OLDUĞU BİR ÜLKEDE) bütün ırkçılara, Yahudi düşmanlarına en güzel tarihi yanıttı…

Paris halkı bu, kardeşim, İkinci Savaş yıllarında DİRENİŞ’TE en birincil rolü bu halk üstlendi:Ağustos 1944’te bu halk, Cumhuriyetci bir avuç polisin de katkısıyla, Paris’in kurtarılmasını içeriden, Paris’in içinden, başarıya ulaştırdı…
İşte bu bağlamda Paris Komünü’nü, 1936’daki milyonlarca grevcinin fabrika ve işyerleri işgalli eylemlerini, ve nihayet İkinci Savaş yıllarındaki Direniş Hareketi’ni Mayıs 1968’in öncülleri saymak yerinde olacak.

Evet işte o kaldırım taşlarını sökmek, o ağaç köklerini çevreleyen demirleri çekip çıkarmak Paris Komünü’nden, 1936’dan, 1940’lardan gelen bir alışkanlıktır:Paris Komünü’nde ve sonrasında ve elbette Mayıs 68’de BARİKATLAR, SÖKÜLEN KALDIRIM TAŞLARINDAN İNŞA EDİLDİLER.Kimi sokakta üç metre boyunda barikatlar örneğin.Mayıs 1968’de de.Ortak hafıza budur:Anlatılanların, duyulanların, görülenlerin hafızamızda biriktirilmesi ve AN(I) gelince pıtrak gibi patlaması…

Edgar Morin’in Mayıs 1968’in hemen ilk anlarında, yani Mayıs 1968’in daha bugünkü anlamında Mayıs 1968 olmasından once, Nanterre’de genç bir öğretim üyesi olarak bizzat tanık olduğu öğrenci eylemlerine ilişkin makalesine “LA COMMUNE ETUDİANTE” (“ÖGRENCİ KOMÜNÜ”) başlığını seçmesi emin olun bir ukalalalık değildi(r).

Mayıs 1968 bu bağlamda sadece öğrenci hareketini değil, onun yanında gençlik hareketini ve işçi hareketini ilgilendiriyor.Bu nedenle de Fransa toplumsal mücadeleler tarihinde bir kilometre taşıdır.Evet ama koskocaman bir kilometer taşı.Hafızaları ve bilinçleri ve hatta bilinçaltlarını en ciddi biçimde etkileyen.İz bırakan bir kilometer taşıdır.Ve bu olgu, sadece Fransa için de geçerli değildir.Bu eylemler dizisinin etkilediği birçok başka ülkelerin öğrenci, genç ve işçileri için de geçerlidir.Bu açıdan bakınca, Mayıs 1968 bizzat kendisi de daha sonra gelen gençlik haraketine, işçi eylemlerine örnek oldu:Ortak hafazalarda yer etti:Örneğin 1986, 1994 ve 2006’daki öğrenci eylemlerinde, öğrencilerin ve gençlerin istekleri, protesto gösterilerinin nedenleri, eylem tarzları ve emlde ettikleri açısından Mayıs 1968 ile kimi akrabalıkları (kimi ayrılıkları yanında) söz konusu oldu. (Bunları Paris:Gösteri-Kent isimli kitabımda irdeliyorum:Pêrî Yayınları, İstanbul, 2006.Değişik yerlerde ve örneğin:s. 166, 188-189’da.)

İŞÇİ HAREKETİ VE FRANSA SİYASETİNDEKİ YERİ

Mayıs 1968, işçi hareketi ve işçi hareketi tarihinde de önemli bir konuma sahiptir: O tarihte Fransa’daki en eski işçi sendikaları konfederasyonu CGT (Genel İş Konfederasyonu) örneğin daha sadece 73 yaşındadır.Evet Fransa’da bir yüzyıldan beri belirgin ve etkin bir proleterya, bir işçi sınıfı olgusu vardır.Ama örgütlülüğü yeterli değildir.Nitekim, o günlerde, Fransa’da işçilerde sendikalaşma oranı (sendika üyesi işçi sayısının çalışan nüfusa bölünmesiyle bulunan oran) % 25 kadardır.Ve bu oran, Avrupa’nın gelişmiş ekonomilerine sahip diğer devletleriyle kıyaslanınca son derece mütevazidir.Örneğin bu oran İngiltere Krallığı’nda % 80 civarındaydı aynı dönemde.

Öte yandan işçi sendikaları konfederasyonları tek değil birçoktu:CGT yanında ondan ayrılanların kurduğu CGT-FO (Genel İş Konfederasyonu-İşçi Gücü) vardı.CFDT (Fransız Demokratik İş Konfederasyonu) vardı vb.Ayrılığın ve birkaç başlılığın nedeni sadece siyasi veya ideolojik değildi, dinsel nedenler de bulunuyordu:Örneğin ilk üçünün yanı başındaki ve onlara kıyasla epey küçümen CFTC (Fransız Hıristiyan İşçiler Konfederasyonu) ismi üstünde hıristiyan emekçilerin işçi örgütüydü.Katolik Kilise emekçilerin dinden uzaklaşmalarına veya “daha vahimi” dinsiz olmalarına tarafsız kalamazdı.Ayrıca emekçiler arasında da dini inançlara sahip olanlar bulunuyordu ve onlar da komünist ve/veya sosyalist sendikalar yanında kendi sendikalarını kurmak istiyorlardı.Bu tür işçilere Katolik Kilise de “yardımcı” olunca işleri kolaylaştı.Patronların da bu tür işçi sendikalarına daha yumuşak davrandıkları biliniyor.Onlar da bu tür sendikaların kurulmalarını kolaylaştırdı.Fransa’da Katoliklerin önemli bir etkisi olduğunu unutmamak lazım…Hele 1950’lerin sonunda ve 1960’larda.

Evet Fransa’da, İngiltere’de veya ABD’de olduğu gibi tek merkez değil birçok işçi merkezi vardı.Bu açıdan Fransa işçi hareketinde İtalya ile benzerlik söz konusudur.Bu durum işçi sınıfını zayıflatan bir olgu mudur?Tartışılan bir mesele.Elbette nicelik kadar niteliğin de önemli olduğunu belirtmek gerekiyor.Ancak birçok işçi merkezinin birkaç işçi sendikaları konfederasyonunun bulunmasının birçok kez kararların alınmasında ve uygulanmasında epey sorun yarattığı da biliniyor.

Fransa’da işçi sendikalarının siyasal partilerle bir sendikadan diğerine değişen ilişkileri vardı.Ama bu ilişkiler organik değildi:

CGT daha çok FKP’ye yakındı.Özellikle konfederal düzeydeki yöneticileri arasında birçok partili bulunuyordu.Kimi işkolu sendikalarının yönetimlerinde de.Ancak işkolu sendikalarında başka sol partili işçilere de rastlanıyor(du).

CGT-FO orta sol ve sağ partilere yakın yöneticilerin denetimindeydi.Hele İkinci Savaş ertesinde ilk kurulduğu zaman diliminde ABD sendikacılığına çok yakındı…Ancak kimi işkolu sendikalarında daha soldaki işçilere ve yöneticilere de rastlanıyordu…

CFTC, Hıristiyan Demokrat orta sağ partilerle dirsek temasındaydı.Katolik Kilise ile de…

CGT düzenin değişmesinden yanaydı.Diğerleri düzeni savunuyorlardı.Elbette işçiler lehine yapılacak kimi düzeltlemelerle (reformlarla), iyileştirmelerle…

Belki dikkatinizi çekmiştir ama yine de vurgulamak istiyorum:İşçi sendikaları konfederasyonlarından hiçbiri aşırı sağçı, ırkçı parti veya derneklere yakın durmuyorlardı.O yıllarda ufak tefek aşırı sağcı particik veya dernekçik vardı ama bu takımın emek dünyasındaki ilişkileri kimi kahveci, sigara satıcısı, lokantacı ve küçük veya orta boy üretici ile sınırlı kalıyordu…Bunların sayısının ise azımsanamayacak kadar çok olduklarını belirtmek lazım.Nitekim aşırı sağçı ve ırkçı bir-iki aday cumhurbaşkanlığı seçiminin genel oyla yapılmasına karar verildiği 1965’te ve sonrasında önemli oranda oy topladılar….

Seçimlerde, işçi sınıfının, işçilerin/emekçilerin, genellikle veya daha ılımlı konuşmak gerekirse çoğunluğunun sol partileri tercih ettiği ciddi araştırmalarla ispatlanmıştı.O yıllarda işçiler bir tür gelenekselmiş bir biçimde sol partileri tercih ediyordu.1920’lerin başındaki bölünmeden beri de Fransız Komünist Partisi’ni (FKP).Ancak bu saptamadan bütün işçiler FKP’ye ve/veya sola oy veriyordu sonucunu çıkarmak yanlış olur.İşçiler arasında kentsel alışkanlıklar/tercihler, ailesel bağlılıklar ve bilhassa katolikliğin etkisiyle veya başka nedenler sonucu sağcı partilere oy verenler de bulunuyordu.

Burada şunu da hemen belirtmek gerekiyor:1968’de on yıldan beri sağ partiler iktidardaydı.Ve Cumhurbaşkanı olarak da Charles de Gaulle sadece gençlere değil daha az gençlere de artık o otoriter havasıyla boğucu geliyordu.

Nitekim 1965’te ilk kez genel seçimle yapılan iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Charles de Gaulle bütün beklentisine rağmen birinci turda seçilemedi.Daha vahimi birinci turda, birinciliği, ilk kez Sol’un tek adayı olarak seçime katılan François Mitterrand’ın % 32 oy oranı ile elde etmesidir.Böylece Mitterrand, Mayıs 1958’den beri muhalefet ettiği de Gaulle ile ikinci turda başbaşa kalıyordu.İki tur arasında aşırı sağın cumhurbaşkanı adayı Jean-Louis Tixier-Vignancourt (Birinci turda 1 milyon 250 bin oy topladı) seçmenlerine “İkinci turda Mitterrand’a oy veriniz” çağrısı yaptı.Bu elbette Mitterrand açısından olumlu değildi.Ama de Gaulle’e muhalefetin kapsamını göstermesi açısından önemlidir.O günlerde aşırı sağın adayının danışmanlarından biri ve seçim komitesi yöneticisinin ismi Jean-Marie Le Pen’di.Le Pen’in daha sonra neler yaptığını biliyoruz…(Bu konuda Fransa Seçimlerinde Le Pen Lekesi isimli kitabıma bakılabilir:Odak Kitap, İstanbul, 2002.)

İkinci turda elbette Charles de Gaulle kazandı.Ama General o küçük büyük dağları ben yarattım havasının artık bozulduğunu da farketti…Mitterrand ikinci turda % 45 oy oranıyla on milyondan fazla seçmenden oy topladı.Bu da az sayılmamalı.Ve Sol’un o yıllardaki güçünü göstermesi açısından çok önemli.

Mayıs 1968 olayları olmadan seçimler normal zamanında yapılsaydı sağ belki yitirebilirdi.Ama Mayıs 1968 Fransa’nın sağcı takımlarını, katolik seçmenlerini, “akıllı uslu insanlarını” öyle bir korkuttu öyle bir korkuttu ki Sağa 1981’e kadar iktidarın anahtarlarını teslim ettiler.Bu nedenle siyasi açıdan Mayıs 1968’in hiçbir şeyi değiştirmediğini ve hatta sağın değirmenine su taşıdığgını söyleyebiliriz.

Şunu da eklemek lazım: Mayıs 1968’de bir ara İktidar fena halde sallandı:Charles de Gaulle bile “işin bittiğini” sandı ve birkaç saatliğine ortadan kayboldu ve bu iktidarın boşaldığı izlenimini bile doğurdu.Nitekim bunun üzerine solcu liderlerin kimi kendi saatinin geldiğini sandı:Birçok solcu lider iktidarın alınmasının an meselesi olduğunu bile zannetti.Örneğin Mitterrand, 1965 seçimlerindeki göreceli başarısının getirdiği baş dönmesi sonucu, Mayıs sonunda kalktı “Geçici hükümet kurulmalı, yeni cumhurbaşkanı seçilmeli” çağrısı yaptı ve kendisinin bu görevlere talip olduğunu açıkladı.Büyük bir siyasi hata yaptı.Çok fena halde şaşırttı.Çünkü bu çağrısıyla, kendini toplumsal eylemler sonucu ortaya çıkan “kaostan yararlanmak” isteyen fırsatcı bir siyasetci konumuna düşürdü: Solcuların bir bölümü bile bunu hazmedemedi.Fransa’da siyasetcilerin genellikle gerçekten DEMOKRAT OLDUKLARININ altını çizmek gerekiyor:Tümüne yakını yasallıktan yanadır.Herşeyin yasaların öngördüğü biçimde ve yasalar çerçevesinde yapılmasını arzularlar.Yasadışına çıkanları “tutmazlar”.Bu nedenle Mitterrand’ı affedemediler.

Nitekim Haziran 1968 seçimleri Sol için bir felaket oldu.Ancak Charles de Gaulle başka nedenler sonucu 1969’da kendi isteğiyle iktidarı bıraktı.1969 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mitterrand aday olmadı.”Yüzü tutmadı” diyelim.Ama Sol aday yine de feci bir hezimete ugradı:Uzun zamandan beri Marsilya Belediye Başkanı ve Fransa Sol’unun eski ama eskimemiş liderlerinden Gaston Deferre birinci turda %5 oy alarak Sol için en büyük yenilgiyi yüklenmek durumunda kaldı.De Gaulle’ün Başbakanlarından Georges Pompidou Cumhurbaşkanı seçildi…

Yani sadece seçimleri ölçüt olarak alırsak Mayıs 1968 Sol’a değil SAĞ’A YARADI.
Siyasi açıdan Mayıs 1968 Sol için gerçek bir hezimete yol açtı:

FKP , hele o günlerdeki Genel Sekreteri (Bizdeki parti genel başkanına tekabül ediyor) Georges Marchais’nin (Jorj Marşe okunur) öğrenci hareketine karşı akıl almaz düşmanlığı bu partiye ve genel sekreterine epey puan kaybettirdi.Hele Marchais’nin öğrenci eylemlerini kötülemek ve Daniel Cohn-Behdit’i eleştirmek için kalkıp Cohn-Bendit’in “hem Yahudi hem Alman” olduğunu barbar bağırarak İkinci Savaş hortlaklarına gönderme yapması toplumda tam anlamıyla bir şok etkisi yarattı.Bu adam demek ki komünist ama hem ırkçı (1968’de Almanları kötülemek artık nazileri kötülemek anlamına gelmiyordu) hem de Yahudi düşmanı sonucuna ulaşıldı.Fransa Sol’unun asla tahümmül edemediği iki suç.Dahası o günlerde Marchais’nin savaş yıllarında bırakın Direniş içinde silahlı mücadele etmesini veya sivil olarak görev almasını, nazi Almanya’da “Gönüllü İşçi” olarak çalıştığı da ortaya çıkınca, FKP Genel Sekreteri tam anlamıyla rezil oldu.

FKP, bu arada Komünist Gençlik Örgütü (KGÖ) içinde “temizlik” yaptı:Öğrenci hareketi bünyesinde görevler alanlar, öğrenci hareketini destekleyenler hem KGÖ’den hem de FKP’den ‘ihraç edildiler”.Siz bunu aforoz edildiler biçiminde de okuyabilirsiniz.Böylece LC Ligue Communiste’in (LC:Komünist Birlik.Bugünkü LCR:Ligue Communiste Revolutionnaire: Devrimci Komünist Birlik) kuruluşu ve gelişmesi hızlandırılmış oldu…Son yıllarda (2000’li yıllarda) FKP gittikçe oy kaybederken LCR’in gittikçe oy toplaması tarihin cilvesi değil sadece…Bunun başka nedenleri var:Burada konumuzu aşan…

LCR yanında Lutte Ouvrière (LO:İşçi Mücadelesi) isimli ikinci bir troçkist örgüt daha var:O da son yıllarda oy oranını göreceli olarak artırdı.Her iki troçkist örgüt te belediye meclisi, bölge meclisi, il özel idareleri ve Avrupa Parlamentosu gibi nisbi temsil sisteminin geçerli olduğu seçimlerde varlıklarını ispatladılar/ispatlıyorlar…

Burada şu önemli:Mayıs 1968’de FKP ve yöneticileri akıl almaz bir biçimde gençlik hareketiyle, üniversiteli öğrencilerle işbirliği yapmayarak, yapmayı akıl edemeyerek tarihi bir fırsat kaçırdılar:FKP ve ona yakın CGT gibi en büyük işçi sendikaları konfederasyonu ile gençlerin daha kapsamlı bir biçimde ve daha çok sayıda bütünleşmesi fırsatı kaçırıldı.FKP bir kez daha tarihi ve önemli bir anda beçeriksizliğinin yeni bir örneğini serğiledi.Bu elbette FKP’de hiç genç kalmadı biçiminde anlaşılmasın.Elbette “akıllı” yöneticilerin sözünden asla çıkmayan “efendi” gençler partide ve KGÖ’de yerlerini korudular…Ama tarihi fırsat ta kaçırıldı.Ve bilhassa FKP ve yöneticileribir kez daha çok sayıda küskün doğurdular.Eski küskünlerordusuna yeniler katıldı böylece.

FKP’nin bu akıl almaz tavrının arkasında SSCB’nin bulunduğu yazıldı.SSCB’nin kendisiyle dost olan veya dostluk yanlısı yada yaptıklarıyla “objektif dost” olduğu görülen devletlerde “karışıklık çıkmasını beğenmediği” devlet sırrı değildi.SSCB her zaman de Gaulle türü “dost” bir devlet liderini tercih etti.SSCB, Fransa’da solculara hele İsrail yanlısı olduklarından şüphelendiği, şüphesi haksız değil(di), Sosyalistlere asla güvenmedi…Bir kez daha Mayıs 1968 olaylarının Fransa’nın ve hatta dünyanın jeo-stratejik konumuyla ilintisi gündeme giriyor.Kaçınılmaz olarak:Dünyanın en güçlü dördüncü devletinde neredeyse kelebek kıpırdasa birçok devlet te hemen ilgileniyor denebilir.Böyle olması da neredeyse son derece doğal…

Mayıs 1968’e karşı takınılan tavırlar ve yapılanlar Sosyalistler cephesinde de bölünmelere neden oldu.Michel Rocard ve arkadaşları Parti Socialiste Unifié‘yi (PSU:Birleşik Sosyalist Parti) kurdular…O yıllarda Sosyalistlerin paramparca olduğu söylenebilir.Ve bu darmadağınıklık 1971’de Mitterrand’ın partiyi ele geçirip, onu kendisinin cumhurbaşkanlığı seçiminde “araç’ olabilmesi umuduyla bütünleştirmek için çaba sarfetmesine kadar sürdü…Mitterrand cumhurbaşkanı seçilebilmek için ve Fransa’da Sol’u iktidara taşıyabilmek umuduyla 1971’den hemen sonra Sol Birlik’in kurulması için FKP ve Sol Radikaller Hareketi ile görüşmelere yeni bir ivme kazandırdı…

Radikal Parti de iki parçaya bölündü:Sol Radikaller Hareketi ismini alan parça Sol ile işbirliğini tercih etti.Diğer parça ise Radikal Parti ismiyle sağla bütünleşmeyi…
Sağ ise değişik isimlerle zaman zaman kendisine yeni bir yüz, yeni bir görüntü verdiği izlenimi de yaratarak iktidarın nimetlerinden yararlandı.Sağda daha çok kişilerin çatışmasına tanık olduk.Ve zaman içinde bu takımda liderliği Jacques Chirac ele geçirdi.Bu sayede önce 1976’da Paris Anakent belediye başkanlığı için yapılan İLK SEÇİMLERDE kazandı.(Daha önce Paris Anakent Belediye Başkanı hükümet tarafından atanıyordu:Bu, bu mevkiye ne kadar önem verildiğinin ispatıdır.Nitekim Chirac örneği önümüzde.Paris Anakent belediye başkanının seçilmesinin 1871 Paris Kömünarlarının isteklerinden biri olduğunu da burada yazmalı.Ve bu istek neredeyse ancak İKİ YÜZYIL SONRA GERÇEKLEŞEBİLDİ.)Chirac 1995’te cumhurbaşkanı seçilene kadar bu görevini yürüttü.Ve bu görevini cumhurbaşkanı seçilebilmek için bir tür kaldıraç olarak kulandığını bugün artık Sağır Sultan bile duydu…

Hıristiyan Demokratlar konusunda da iki söz söylemek şart:Fransa’da, İtalya’da olduğundan biraz daha farklı bir şekilde, bu kesim siyaset yelpazesinde ortasağda yerini alıyor.Ama hükümet kurmak veya kentleri yönetmekte Sağ ile işbirliğini tercih ediyor.Sol ile işbirliğinden sürekli olarak kaçınıyor.Hıristiyan Demokratlar pek sık isim değiştirdiler.Bu kesimin en ilginç örneğini daha once birkaç kez bakanlık yapan ve 1974’de cumhurbaşkanı seçilen ve sadece yedi yıl bu görevde kalabilen Valéry Giscard d’Estaing verdi…

MAYIS 1968’TE İŞÇİLER KAZANDILAR: “GRENELLE” SÖZLEŞMESİ İSPATIDIR

Fransa’da Mayıs 1968 öncesinde işçi sınıfı ARTIK 19. YÜZYILDAKİ VEYA 20. YÜZYILIN BAŞINDAKİ İŞÇİ SINIFI DEĞİLDİR.Bu sınıfın belli ölçüde burjuvalaştığını göz ardı etmemek lazım.Fransa’nın KİMİ COGRAFYDA sömürgeci VE GENEL OLARAK emperyalist politikaları sonucu “anavatana”/ülkeye getirdiği nimetlerden sınırlı ölçüde bile olsa işçilerini de nasiplendirdiği biliniyor(du).Fransa işçi sınıfının artık “zincirlerinden başka kaybedeceği” şeyleri de vardı.Dolayısıyla mücadelelerde parasal istekler, çalışma süresinin azaltılması ve daha iyi yaşama koşullarının elde edilmesi arzuları öncelikle geliyordu.Bütün işçiler iyi yaşamıyordu muhakkak.Ama birçoğunun durumu iyiydi.Çalışanlar “iyi kazanıyordu”.Fakat son yıllardaki fiyat artışları ve yeni tüketim ihtiyaçları daha çok ücret arzusunu kamçılıyordu.Vitrinleri dolduran malları işçiler de tüketmek istiyordu.Nitekim Mayıs 1968’deki ücret artışlarının tüketime doğru aktığını biliyoruz.İşçiler aynı zamanda zamanlarının daha çoğunu kendilerine, ailelerine, okumaya, kültüre, gezmeye, “çıkmaya” ayırmak istiyorlardı.

İkinci Savaş sonrasında zenginleşen, yitirdiklerini yeniden yaratan Fransa ekonomisinin yapısı ve işçi-işveren ilişkilerinin kendine özgünlüğü ve kimi patronun işçi sendikalarını yakından denetlemesi ve benzeri nedenler sonucu sendikaların kiminde ciddi bir sendika bürokrasisi oluşmuş ve bu da işçi sınıfı içinde bir tür “işçi aristokrasinin” yaratılmasına yol açmıştı.

Birçok işletmede işverenler/patronlar sendikalara istemeye istemeye katlanmak zorunda kalmışlar ve kimi ise bazı sendikacıları “satın alarak” işçilerin tümü üzerinde dolaylı bir denetim kurmaya çalışmışlardı.O zaman “sarı sendika” adı verilen patron emrindeki sendikacıların yönetimindeki sendikalar boy göstermişti.Bu tür sendikaların yöneticilerini ise patronlar elbette cömertçe “suluyorlardı”.Bu da yukarıda sözünü ettiğim işçi aristokrasisinin doğmasına ve gelişmesine yol açan önemli etkenlerden birini oluşturdu.

Mayıs 1968’de Fransa’da sendikaların henüz işyerlerinde temsili kabul edilmemişti.

Sendika kurma hakkı, işçi memur ayırımı gibi son derece yapay bir bölmeye gidilmeden, kapsamlı olarak tanınmıştı.Fransa’da polisler ve askerler dışında bütün çalışanlar sendika kurma hakkına sahipti.Daha sonra polislerin de sendika kurma hakkı tanındı. Günümüzde askerler dışında bütün çalışanlar sendika kurabiliyorlar.(1970’li yılların ortasında askerlerin sendika kurma girişimi kimi tutuklamalarla egellendi.Günümüzde askerlik artık bir meslek biçimine çevrildi, ama yine de sendika kurma hakkından yoksunlar.Ancak arzu ve isteklerini duyurmak ve elde etmek için kimi etkin araç ve gereçe sahip olduklarını da kimse yadsıyamaz.)

Grev hakkı Fransa’da 1864’ten beri fiilen tanınıyor.Toplu iş sözleşmesi hakkı ise 1919’da tanındı.İşçilerin özel kesimde grev hakkını düzenleyen özel bir yasa yoktur.Kimi yasalarda bu konuda genel bazı hükümler bulunuyor.Önce 1946, sonra 1958 anayasaları grev hakkını anayasal güvenceye kavuşturdu.Özel sektör emekçileri, işverene isteklerini bildirir ve işveren bu isteklerin tümünü veya birini redederse, işçilerin greve gidebilirler.Özel sektörde işçiler en geniş bir biçimde grev yapmak hakkına sahiptirler.Kamu sektöründe ise grevden beş iş günü önce greve gidileceğinin bildirilmesi zorunluluğu 1963’teki özel bir yasayla getirildi.

Fransa, grev hakkını en kapsamlı şekilde ve en özgür biçimde tanıyan devletlerden biridir.

Mayıs 1968’de işçiler ve öğrenciler yeni tür örgütlenme biçimleri ve yeni tür mücadele yöntemleriyle sendikacılık alanında yaratıcı olduklarını gösterdiler.

Mayıs 1968 aynı zamanda geniş kapsamlı ve işyeri işgalli grevler ve kitlesel gösterilerle işçi eylemlerine de sahne olunca hükümet işçi sendikalarıyla özel görüşmelerden sonra Grenelle Sözleşmesi adıyla anılan toplumsal bir anlaşma imzaladı.İşin ilginç tarafı şurada:O günlerde Başbakan Pomipodu adına işçi sendikaları konfederasyonları liderleriyle önce gizli, sonra kamuoyu önündeki açık görüşmeleri yürüten kişinin o günlerin genç bakanlarından Jacques Chirac olması.Edouard Balladur’un da bu görüşmeler sırasında hükümet temsilcileri arasında rol oynadığını biliyoruz.Burada bir kez daha, sonraki dönemlerde önemli roller alacak siyasetcileri/aktörleri sahnenin en önünde görüyoruz.Bu saptama, siyasetçiler kadar öğrenci liderleri, işçi sendikacıları ve işveren temsilcileri için de geçerlidir.

Bu bağlamda, Mayıs 1968, iktidar ve muhalefet partilerinin gelecekteki liderlerinin önemli siyasi deneyimler kazandığı bir zaman dilimi olması açısından da dikkat çekiyor.

Aynı şeyi öğrenci liderleri için de söylemek olası.

Grenelle Sözleşmesi ile işçiler birçok YENİ HAKLAR ELDE ETTİLER:Bu nedenle Mayıs 1968 işçi hareketi tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Grenelle Sözleşmesi 1936’dan sonra Fransa işçi hareketi tarihi içinde imzalanan ikinci önemli “toplumsal anlaşma” olması bakımından dikkat çekiyor.

Öncelikle hükümet ve işverenlerin gönüllü olarak değil, Mayıs 1968’deki öğrenci ve işçi mücadelesi sonucu işçi sendikaları ile diyalog kurmak ve görüşmelere başlamak gereğini duyduklarını belirtmek lazım.Öğrencilerin birkaç kez işçilerle eylem birliği yapmaları ve bunun daha örgütlü bir biçime dönüşmesi olasılığı iktidarın ve işverenlerin bir an önce işçi kesimini “hoşnut etmek gerekliliğine” inandırdı.

Hükümet ve işverenler işçilerin öğrencilerle ilişkilerinden feci biçimde tedirğindiler.Ve hele genç işçilerin, özellikle genç bayan emekçilerin öğrencilerle Sorbonne’a kadar gidip “fikir alış-verişinde” bulunmalarından ve ortak eylem yapmalarından feci biçimde korktular ve bu korkuları onları her eylemde yeniden ve yeniden sarsıyordu.Ve bu öğrenci-genç işçi işbirliğinin, ortak eylemciliğinin daha ciddi ve örgütlü bir hale dönüşmesini önlemek için harekete geçmek zorunluluğunu duyumsadılar:Hükümet ve özellikle kimi bakanlıklar, İçişleri, Çalışma ve Sosyal İşler bakanlıkları en başta elbette, harekete gectiler:İşçi sendikaları konfederasyonlarının temsilcileriyle hükümet temsilcisi olarak bizzat Jacques Chirac, “ortak tanıdıklar” aracılığıyla ilişki kurdu.İlk görüşmelerin “gizli” yapılmasını işçi temsilcileri istediler.Çünkü bu tür görüşmelerin işin hemen başında duyulması işçi temsilcilerinin bütün kredilerini yitirmelerine ve işçi sendikalarının daha beter eleşitirilmelerine neden olmaya adaydı. Öğrencilerin hemen “Devletle işbirliği yapan satılmışlar” diye sedikacılara saldıracakları çok açıktı.Zaten öğrenci liderleri genel olarak işçi sendikalarının temsilcileri ve liderlerini hiç beğenmiyorlar, hiç hoşlanmıyarlardı.Bu iki takım hiç mi hiç anlaşamıyordu. Aralarında koskocaman buzul dağları vardı sanki.Öğrenciler açısından işçi sendikacıları “pis bürokratlar”dı.Sendikacılar için öğrenci liderleri “işe yaramaz burjuva bebeleri, maceraperest serseriler”…

Hükümet temsilcileri ve işçi sendikacıları ilk temasların olumlu geçmesi üzerine üçlü toplantı yapılmasına, yani hükümet, işverenler ve işçi sendikacıları temsilcilerinin biraraya gelip görüşmelerine ve kapsamlı bir toplumsal sözleşme imzalanmasına karar verdiler.

İlk toplantı Başbakan’ın başkanlığında son derece ciddi ve resmi bir biçimde 25 Mayıs 1968’de gerçekleştirildi.Görüşmeler 25, 26 ve 27 Mayıs günlerinde sıkı bir biçimde sürdü ve Grenelle Sözleşmesinin imzalanmasıyla sona erdi.

Birinci önemli nokta şudur:Toplantıya o günlerdeki bütün işçi ve işveren örgütlerinin, siyasal fark gözetilmeksizin, davet edilmeleri ve katılmaları.

Emekçilerin temsilcisi olarak katılanlar şunlardır:

CGT, CGT-FO, CFDT, CFTC, CGC (Confédération Générale des Cadres.Teknik Elemanlar Genel Konfederasyonu), FEN (Fédération de L’Education Nationale.Milli Eğitim Federasyonu).

İşverenlerin temsilcisi olarak katılanlar ise şu örgütlerdir:

CGPME (Confédération Générale des Petites et Moyennes Entreprises.Küçük ve Orta İşletmeler Genel Konrfederasyonu), CNPF (Conseil National du Patronat Français.Fransız Patronları Ulusal Konseyi).

Hükümet ise Başbakan, Sosyal İşler Bakanı ile Çalışma Soranlarıyla Görevli devlet sekreteri (bir anlamda yardımcı bakan) tarafından temsil edildi.

Grenelle Sözleşmesi ile Fransa’da işçi-işveren ilişkileri alanında gerçekten “devrimci” nitelikli birçok kural Kabul edildi.Birkaçını buraya almak isterim:

Mesleklerarası garanti edilmiş enaz saat ücreti (SMİG) 2,40 Fransız Frankından (FF)
3 FF’ye çıkarıldı.Tarım kesimindeki SMİG’in daha sonra ilgili işçi ve işveren örgütlerinin fikri alındıktan sonra saptanmasına karar verildi.

Ücretlerin aylık olarak ödenmesi kabul edildi.

İşyerlerinde sendika temsilciliklerinin açılması benimsendib..

Ücretlere 1968 sonuna kadar % 10 artış getirildi.

Çalışma süresinin azaltılmasına karar verildi.Haftalık çalışma süresinin 40 saate kadarindirilmesi ilke olarak benimsendi.

Toplu iş sözleşmelerinin gözden geçirilmesi ve işverenlerin bu alanda ipe un sermekten vazgeçmesi Kabul edildi.

İşgüvcenliği konusunda ve işçilerin eğitimi alanında yeni ilkeler getrildi.

İşletme içinde sendika hakkının kullanılmasına ilişkin özel ve ek bir belge kabul edildi.Böylece sendika hakkı işletme içine girebildi.Sendikalar artık işletme içinde “section syndicale” (sendikal şube.Veya daha güzel Türkçeyle sendika şubesi) açabileceklerdi. Sendikacıların, işçi temsilcilerinin ve işçilerin işletme komitelerindeki temsilcilerinin işyerlerinde korunmaları ve işgüvenliği garantiye alındı.İşletme içinde sendika şubesinin ve sendika temsilcilerinin ayrıcalıkları (sendika şubelerine işletmede uygun bir yer verilmesi, sendika ödentilerinin işletme içinde toplanması, belli saatlerde sendikal faaliyet yapabilmek, işçilerle görüşebilmek, işçilerin dertlerini dinleyebilmek ve onların çözümü için işveren ve/veya temsilcileriyle görüşebilmek, sendikal propaganda yapabilmek, bildiri, sendikal yayın dağıtmak, sendikal duyuruların işçilere duyurulması için özel panoların konulması, vb.).

Bu arada sosyal güvenlik, aile yardımları, yaşlılar, engelliler, satınalma gücü, fiyatlar, konularında da birçok ilke saptandı.En önemli ilkelerden biri ise Mayıs 1968’da grevde geçen işgünlerihe ilişkin olanıdır:Şöyle, aynen aktarıyorum:

“Grevde geçen günler ilke olarak ödenecek.Ücret kaybına ugrayan ücretlilere % 50 oranında bir avans verilecek.Bu avans işçinin (grevde geçen günleri) telafi saatleri için ödenecek ücretlerinden kesilecektir.31 Aralık 1968’den once telafi etme olanağı bulunamazsa, avans veya kalanı ücretlinin kazanılmış hakkı olacaktır.” (Bu konuda Mayıs 1968’in onuncu yıldönümü vesilesiyle arkadaşım H. Macit Koç’la birlikte yazdığımız ve Grenelle Sözleşmesi metninin çevirisini sunduğumuz şu makalemize bakılabilir:”Toplumsal anlaşmada ‘Grenelle’ örneği”, İM-DER (İş Müfettişleri Derneği aylık yayın organı), Sayı:14, Eylül 1978, s.11-15.)

Grevlerde geçen günlerin ödenmesi veya ödenmemesi grev bitimindeki en ciddi tartışma noktalarından biridir.İşverenler binbir kurala bağlansa bile grevde geçen günlerin ödenmesine asla yanaşmazlar.Mayıs 1968 grevlerinde geçen işgünlerinin ödenmesinin kabulü işçilerin başarısının başka bir işaretidir.

Kimi konuda kesin çözümler getirilirken, örneğin ücretlerin artırılmasında, kimi konularda çözümün daha sonraki görüşmelere ve/veya yasalara bırakıldığını vurgulamak gerekiyor.Ayrıca bazı ilkelerin Grenelle Sözleşmesi’nde yer almalarına rağmen, öngörülen zaman dilimlerinde gerçekleştirelemediğini de, örneğin haftalık çalışma süresinin 40 saate indirilmesi, belirtmek yerinde olacaktır.Ama ne kadarı gerçekleştirilmiş olursa olsun, Grenelle Sözleşmesi türünde bir belgeyi Fransa’nın “İşyerimde tek söz sahibi benim” demekten asla yorulmamış patronlarına kabul ettirmek işçilerin ve sendikalarının başarısıdır.Ve bu ANCAK MAYIS 1968 SAYESİNDE ELDE EDİLEBİLMİŞTİR.Evet Mayıs 1968’in kalıcı eserlerinden biri işçi haklarındaki olumlu ve ileriye doğru bir adım atılmış olmasındadır.

Elbette bu bir ihtilal değildir.Ama zaten Fransa işçi sınıfının çoğunluğu da ihtilal istemiyordu.İşçi sınıfının çoğunluğu ücretlerin biraz daha artırılmasını, refahtan biraz daha fazla yararlanmak ve nihayet biraz daha burjuvalaşmak istiyordu.Mayıs 1968 sonrasında kimi emekçi apartmanlarında kedi ve köpek sayısının artması bu bağlamda ilginç bir yoruma açıktır:Güya burjuvalaştıklarının dışarıya yansıtılan yüzü/cephesi olması açısından.Oysa 60 veya 70 metrekarelik apartmanlarında kedi ve/veya köpek sahibi olmakla emekçiler burjuvalaşamadılar.Kimi kendini beğenmiş küçük burjuva rolünü oynamaya başladı:Evlere şenlik.Kimiyse otomobil satın alarak “hava atmaya”.Ama ne toplumu kurtarabildiler ne de çocuklarını…Çünkü düzen, patronların ve onların partilerinin düzeni göreceli yeni kurallarla ama temelde aynı biçimde sürdü.

Fakat patronlar asla değişmiyorlar ve nitekim Grenelle Sözleşmesi ile işçilere kimi hakların tanınması ve ücretlerin arttırılması üzerine kimi kötümser patron “Eyvah batacağız!” filan diye bağrışırken ve/veya bağırmak üzereyken, ekonomik büyüme kapıyı çaldı.Eh yıllardır iyi ama yine de kıt kanaat geçinen emekçi takımı artan ücretlerini tüketime dayayınca tüketim alabildiğine arttı ve kalkınma peşinden geldi.Herkes derin nefes aldı.Artık kimse otombil yakmıyordu.Herkes bir an once KENDİ OTOMOBİLİNE SAHİP OLMANIN YOLLARINI ARIYORDU.OTOMOBİL FABRİKALARI HARIL HARIL GÜRÜL GÜRÜL ÇALIŞIYORDU ARTIK…

Hiç yorum yok: