Bilindiği üzere Aleviliğin tarihi, direnişlerle ve katliamlarla doludur. Bu katliamlardan ve baskılardan dolayı Türkiye’de inanç kimliklerini halen de gizlemeye çalışıyorlar.
Yıllardır Aleviliğin bir suni mezhebi olmayıp, bağımsız bir din olduğunu söylemeye çalıştım. Kerbela direnişinin yıldönümü nedeniyle bir kez daha bu konuda düşüncelerimi yazmak istiyorum.
Aleviler; Zerdüştlük, Şamanizm, Budizm, Hıristiyanlık, İslamlık ve benzeri dinlerin etkisinde kalmıştır. En çok da İslam Ali’sinin etkisinde kaldıkları bilinen bir gerçektir. Kerbela direnişi bunun en iyi kanıtıdır. En az etkilenen ise, Dersim yerleşim birimindeki Aleviler olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Dersim Aleviliğinde cenaze’nin defin edilmesi sırasında görev yapan imam suni mezhebine mensup kişilerden ya da onlardan kurs görmüş Alevi hocalar tarafından İslam kültürü çerçevesindeki dualarla yapıldığı bilinen bir gerçektir. Bu da Aleviliğin İslam ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, yani Aleviliğin İslamlaştırıldığını bize kanıtlamaktadır.
Ben çocukluğumda yaşadığım Dersim’deki yerleşim birimlerinde bu cenaze törenlerinin böyle olduğunu halen hatırlıyorum. Bu durumu ileri yaşlarındaki bir çok Dersimli de bilmektedir.
Dolayısıyla Dersimlilerin kendine has bir Alevi dini oluşturdukları anlaşılmaktadır. Aslında bu durum Dersim Alevileri dışındaki diğer Aleviler için de geçerlidir.
Yaşamı boyunca bir kez dahi camiye gitmemiş, Kuran’ın ayetlerine uymamış, içlerinden bazıları kendilerini gizlemek için “Elhamdülillah Müslüman’ım” dese bile bu alevinin cenazesinde İslami usullere göre defin işlemlerinin yapılması bence uygun olmadığı gibi mantıklı de değildir.
Zerdüştlük, Şamanizm, Budizm, Hıristiyanlık, İslamlık ve benzeri dinlerin etkisiyle harmanlanmış Alevi Dini’ne göre cenaze töreni yapılmalıdır. Bazı Cem evlerinde yapılan cenaze törenleri ne yazık ki hala İslami kurullara göre yapılmaktadır. Oysa, Dersim Alevileri Kürtçe, Zazaca, Türkçe, Arapça, Ermenice gibi farklı dillerde dualar okuduğu bilinmektedir. Sadece Arapça veya Türkçe dilinde duaların okunması ise, bazı Alevilerin İslamlaşmasından kaynaklanmaktadır.
-Mademki Cem evlerinde İslami kurallara göre her şey yapılıyor, zaten camiler aynı işlevi görüyor. Bu durumda cem evlerine gerek var mı?
-Mademki Alevilik İslam'ın bir mezhebidir, o zaman da Alevi olmanın bir anlamı var mı?
Benim kaç nesil olduğunu bilmediğim tüm atalarım hiç biri namaz kılmamış, ramazan orucunu tutmamış, hac görmemiş, kelime-i şahadeti bile Kuran’daki mealinden çok farklı olarak ifade etmiştir. Eğer tüm atalarım Cehennem'e gidecekse, ben de o cehennemi tercih ederim.
Ben kendimi Kürt-Kızılbaş-Komünist (3K) olarak tanımlarken, böylesi bir Alevi-Kızılbaş dinini hep tercih ederim.
Ben o kadar tarihin derinliklerine inmeye gerek duymadan, belgelerle boğuşmadan, biraz mantığımı zorlamakla bu sonuca varabiliyorum.
“İslam’da ibadet; (cami'de) her gün tekrar tekrar işlediği günahların cezası olan cehennem korkusuyla Allahtan af dilenmeyi ve cennette hurilere kavuşmayı amaçlanmaktadır… Alevilikte ibadet; toplumsal huzuru bozanı cezalandırmak, (selamı keserek toplum dışına atmak) dargınları barıştırmak, üretim, eşit paylaşım, barış ve huzur içinde bir toplum yaratmaya yönelik dünyevi bir içerik taşır. Aleviler İbadetinde dem çeker, saz çalar, doğanın sembolik anlatımı olan semah dönerler. Bunları camiye sokabilir miyiz?” (BEKİR ÖZGÜR/ 03.06.2010 / Gomanweb)
Sevgili Bekir Özgür’ün bu düşüncelerine katılmamam mümkün mü? Cem’i Camiye, camiyi de Cem’e sokmak mümkün değildir.
Türkiye ya da diğer bir deyişle Anadolu Alevilerinin büyük çoğunluğu Cumhuriyet’in kuruluşunu davul-zurna ile karşıladılar ve Mustafa Kemal’e de kurtarıcı Ali olarak inandılar. Ancak, ne yazık ki en çok da Cumhuriyet döneminde katledildiler.
Kemalist ideolojinin gölgesinde Dersim’de, yine Cumhuriyetin resmi istihbarat güçlerinin yönlendirmesiyle oluşturulan faşist ve yobaz odaklarca Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta… katledildiler.
Bunca katliamlara ve baskılara rağmen on milyonlarca taraftarı olan Alevi inanç sahiplerinin bu güne kadar neden ciddi bir siyasi güç oluşturmadıkları konusunda da düşünmemiz gerekmektedir. Acı da olsa gerçekleri görmemiz lazımdır.
Hani “Dost acı söyler” derler ya, işte Sayın Mihraç Ural’ın bir yıl önce bu konuda yazdığı bir makalesinden birkaç cümlesini aktarmak istiyorum; “…Siz acıyı erdem saydıkça, size acı dayatılacak; siz ağlayıp sızladıkça, size daha çok bela verilecek. Doğanın kanunu budur, insanlıkla değil barbarlıkla yüz yüzesiniz; artık, bunu anlayın. Sen kendini Alevi sayan Sen, evet, evet sen… Koş aynanın karşısına geç, o duyarsız suratına okkalı iki şamar indir. Öyle ki şamar sesi komşulardan duyulsun. Kendinle, tarihinle, cesurca yüzleş; makus kaderini değiştir, benliğinle hesaplaş, kendine gel!” (Mihrac Ural, “Temmuz 1993 Anısına”, 2 Temmuz 2009 / Gomanweb) Kimi okuyucular tarafından bu sözler sert bulunsa da ben Sayın Ural’ın bu tespitine katılıyorum.
Kırk parçaya bölünmüş Alevi gurupların hala birbirleriyle uğraştığını bir tarafa bırakırsak, aynı şekilde devrimci, sol, sosyalist, demokrat, ilerici başına hangi sıfatları getirirsek getirelim bu tür oluşumların da birlikteliğinden bahsetmek artık hiç birimize inandırıcı gelmiyor. Yıllardır bu tür birliktelikleri savunmaktan “Dilimden tüy bitti”. Hala aynı noktadayız ve “bir arpa boyu yol” alamadık. Öyle ise, yeni yol ve yöntemler bulmak durumundayız.
Cumhuriyet tarihinde Aleviler kadar katliama uğramış, dili ve kimliği yasaklanmış Kürtlerin de kendi aralarında bir birliktelik sağladıkları söylenemez. Ancak, Kürt siyasi oluşumları arasında DEP-HADEP-DEHAP-DTP ve devamı olan BDP çizgisi hızla büyümekte olduğunu, yönetici kadrolarının büyük çoğunluğu da demokrat ve sosyalist kişilerden oluştuğunu görmekteyim. Büyük çoğunluğu Kürt olan Alevilerin bu çizgi ile uzlaşma sağlaması durumunda tüm Türkiye halkları ve barışın sağlanması açısından çok yararlı olacağını düşünüyorum.
Bu satırları okuyan bazı okuyucuların bana; “PKK kuyrukçusu, Ateist Alevici, Kürtçü komünist,…” dediklerini duyar gibiyim. Tüm okuyucular beni acımasızca eleştirebilirler. Bu tür eleştirilerin yapılması doğal ve yararlı olduğunu söyleyebilirim. Yeter ki, içeriğinden küfür, hakaret ve tehdit olmasın. Birbirimizi eleştirelim ki, bu eleştirilerden ders çıkaralım ve doğruyu bulalım.
Demokratik tartışma ve eleştiri bilincine erişirsek, birbirimizi daha çok anlayabilir, daha sağlıklı sonuçlar ortaya çıkarabiliriz. O nedenle, eleştiri ve tartışmalardan dersler çıkarmalıyız. Eleştiri ve tartışmalar bizim bilgi zenginliklerimizden sayılmalıdır. Fakat, Türkiye'de demokrasi olmadığı için, bir çok aydınımız eleştiri sınırını fazla genişletemiyor.
Son zamanlarda bir de Akbaşlı (AKParti yandaşı) Aleviler türedi. Fırsat bulursam bir gün de onları yazmaya çalışacağım. Yaratılmak istenen bu yobaz Akbaşlı Alevilere karşı çok dikkatli olmak durumundayız.
Bu hafta Kerbela direnişinin, önümüzdeki hafta ise Maraş katliamının yıl dönümleridir. Bu vesileyle Maraş katliamını yapan güçleri nefretle kınıyor, Kerbela direnişçilerini saygıyla anıyor ve mücadelelerini selamlıyorum. 12.12.2010
Web: www.gomanweb.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder