“…Bir yüzyıldan beri yarattıkları korku ve gerilim ortamından beslenerek iktidarda kalabildiler. Ancak bugün, artık onlar, yarattıkları korkuları çoğaltmayı bir kenara bırakıp, mevcut korkuların varlığını bile devam ettiremez hale geldiler. Korkular ve yalanlardan inşa edilmiş tarihleri küresel çağın duvarlarına çarparak kül oluyor…”
N. Nadi Çelik
nadirnadicelik@hotmail.com
Türkiye’nin Dahiliye Nazırı Beşir Atalay, birkaç gün önce Kürt sorunu ile ilişkin yaptığı basın açıklamasında, alışılagelmişin dışına çıkarak, sorunu adıyla ifadelendirerek, çözümü konusunda ciddi bir hazırlık içinde olduklarını belirtti. Daha da ileri giderek, çözüm modelinin bütün dünyaya örnek teşkil edeceği gibi abartılı ifadeler kullandı. Çözüm ile ilgili devletin bütün kurumları arasında bir uyum olduğunu, ordunun da çözüm sürecine katkı sunmak kararında olduğuna dair özel bir vurgu yapması, çözüm için yapılan hazırlıkların hükümetin insiyatifiyle sınırlı olmadığı, hazırlığın devlet düzeyinde olduğu anlaşılıyor.
Bugüne değin, Kürd sorunun konuşulması, tartışılması hatta sorunun nasıl ifadelendirileceği, ittihatçılar dışında, herkese yasaktı. Sorun bütünüyle ortodoks ittihatçıların tekelinde idi. Ancak bugün, sorunun varlığının aleni kabul edilmesi, çözümü ile ilgili devletin temel organlarının hemfikir olması olağan dışı bir reflekstir. Devletin bu refleksi ilktir ve bu ilk’in şaşırtıcı olması ve hatta samimiyeti konusunda kuşku uyandırması oldukça anlaşılabilir bir durumdur.
Keza, sorunu, geçmişte olduğu gibi ‘’terör sorunu’’ ‘’feodalite sorunu’’, iktisadi sorun’’ gibi saçma adlandırmalar yerine direkt adıyla –kürd sorunu- olarak adlandırmış olması yine kamuoyunun alışık olmadığı diğer bir reflekstir.
Alışılmışın dışında üçüncü bir refleks ise, Dahiliye Nazırı’nın, çözüm için tüm toplum katmanları ve temsilcilerinin görüşlerini alma niyetinde olduklarını ifade etmesidir. Anlaşılıyor ki, yiminci yüzyılın ilk yıllarında devletin temel organlarını bir darbeyle ele geçiren, ve bir yüzyıl boyunca darbe ve askeri iltimatomlarla iktidarını bugüne kadar getirmeyi başaran İttihatçıların varlıklarından kaynaklanan sorunları çözmek Ak partiye nasip oluyor!
Hatırlanacağı üzere, AK parti, ne kuruluşunda ne de şekillenme döneminde sistemi demokratikleştirmek, temel sorunları çözmek gibi vaatlerde bulunmadı. Onlar daha ziyade dini referans alarak siyasi arenaya girdiler. İttihatçıları siyasi arenadan bir bütün olarak tasviye edip iktidarı ele geçirmeyi düşünmekten ziyade çoğunluğun oylarını alarak kazasız belasız ve de çan çalıp ittihatçıları ürkütmeden hükümet kurmayı planmaktaydılar. Tayyip Erdoğan ekibi, ittihatçıların hüküm etmeyen bir hükmet kurmalarına bile tahammül göstermeyeceklerinin farkındaydı.
Nitekim, ittihatçılar kısa bir süre sonra tahammülsüzlüklerini göstermekte de geçikmediler.
Anlaşılan, gerek ittihatçılar gerekse AK parti, uluslararası konjüktürdeki köklü değişikliğin Türkiye’de yolaçacağı olası değişiklikler üzerinde yeterince düşünmemişlerdi. Biraz geç te olsa, AK parti kadrosu aslında devranın dönmüş olduğunu hemde ittihatçıların aleyhine dönmüş olduğunu farketti. Kısacası, keser dönmüş, sap dönmüş, ve nihayet o gün gelmiş devran dönmüştü. Koşulların değişmesi AK partiye adeta asgari bir burjuva demokrasisini tesis etme misyonunu yüklemiş oldu. Bu misyonu gerçekleştirmesi için mevcut koşullar kendilerinin bile tahmin etmiyeceği oranda önlerini açarken, o oranda da ittihatçı kliğin hareket sahasını daraltıyordu. Sözkonusu edilen uyum işte bu zorunlu daralmanın bir ürünüdür.
İttihatçıların hareket sahasını oldukça daraltan iki faktörü buraya aktarmak istiyorum:
Birincisi ve en önemlisi, uluslararası faktör; soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte, ittihatçılar, Batı dünyası için hem önemini hemde iktidar için tek seçenek olma imtiyazını yitirdiler.
İkinci faktör ise, Türkiye içindeki gelişmelerdir; İttihatçıların uluslararası deskteklerini yitirmesi ve halkın desteği karşısında cesaretlenen AK parti, sürekli kendisini tehdit eden ve iktidar organlarının kontrölünü vermemekte direnen ittihatçılara karşı giderek daha direngen duruş sergilemiş olmasıdır.
Burada bir ihtimali gözardı etmemek gerekir. Şöyle ki, İttihatçi kliğin, hem uluslararası hem de iç areneda kısmen pasifize olması çözüm sürecini sabote etmek için girişimde bulunmayacakları anlamına gelmez.
Türkiye’nin önünde duran ve gelişimini önemli ölçüde engelleyen, ve halkın yoksulluğuna ve derin acılar çekmesine yolaçan, gerek iç ve gerekse dış sorunlar, ittihatçıların varlıklarından kaynaklanan sorunlardır. Ve bu sorunların varlığı bugüne kadar onları iktidarda tutmuştur. Bir yüzyıldan beri yarattıkları korku ve gerilim ortamından beslenerek iktidarda kalabildiler. Ancak bugün, artık onlar, yarattıkları korkuları çoğaltmayı bir kenara bırakıp, mevcut korkuların varlığını bile devam ettiremez hale geldiler. Korkular ve yalanlardan inşa edilmiş tarihleri küresel çağın duvarlarına çarparak kül oluyor.
Gelişmeler,yirminci yuzyılın ilk yıllarında başlayan İttihatçı serüvenlerin,yine yirmibirinci yüzyılın ilk yıllarında sona ereceğini işaret etmektedir. Bu serüvenlerin sona ermesi Anadolu’nun yalnızca Kürd, Ermeni, Süryani, Zaza gibi yerli halkları için değil, aynı zamanda Türk halkı içinde sevindiricidir. Sevindiricidir diyorum, çünkü Türklerle ne genetik ne de kültürel düzeyde hiç bir yakınlığı olmayan ittihatçılar, bugüne kadar, Türklere rağmen (onların iradesini temsil etmemelerine rağmen), onlar adına bu topraklarda sayısız katliam, soykırım, gasp ve göçertmeler gerçekleştirerek, Türk halkınının dünya kamuoyunda onurlarını rencide ettiler. İttihatçıların, bu serüvenlerini artık devam ettirme olanaklarını bulamayışları aynı zamanda Türk halkının küresel çağda daha onurluca bir duruş sergilemesinin olanaklarını yaratmış olacaktır.
-------------
http://www.nadirnadicelik.org/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder