Fikret BAŞKAYA
12 Eylül 1980 öncesinde “din elden gidiyor” sloganıyla Müslüman kitle korkutulmak isteniyordu. Amaç söz konusu kesimleri sola karşı seferber etmekti. Şimdilerdeyse “laiklik elden gidiyor” sloganı revaçta ve bu sefer de Türkiye’deki rejimin laik olduğunu sananlar korkutuluyor. Korkutulanlar farklı ama korkutanlar aynı... Nasıl 1980 öncesinde ‘dinin elden gitmesi’ asla mümkün değil idiyse, bu gün de laikliğin elden gitmesi diye birşey yok. Eğer öyleyse orduyu açık veya örtülü darbe yapmaya çağıran şu ‘Cumhuriyet Mitingleri’, darbe söylentileri, e-darbe uyarıları ne anlama geliyor? Ve eğer ‘laikliğin elden gitmesi söylemi bir kuruntudan ibaretse, gerçekten elden gitmesinden korkulan nedir?
Elde olmayan şey elden gitmez.
Mitinglerde ençok ‘Türkiye laiktir laik kalacak’ sloganı atılıyor. Eğer bu mitinglere katılanların gerçekten laiklik diye bir sorunları olsaydı, uygun slogan: ‘Devlet dinden elini çeksin...’ şeklinde olabilirdi. Gerçek anlamda laiklik, birincisi vicdan özgürlüğünü; ikincisi de politika alanıyla din alanının birbirinden ayrılmasını varsayar. Bu da demektir ki, devlet hiçbir dinî otorite kullanmayacak, din de hiçbir politik güce ve etkinliğe sahip olmayacak. Türkiye’de din politik alanın dışında değil tam da göbeğindedir. Bu bakımdan Osmanlı İmparatorluğunda olduğu gibi din devlete karışmış durumdadır. Eğer bir rejimde politika dine karışırsa, dinin de politikaya karışması kaçınılmazdır. Ya da visa versa...
Bu yapıya itiraz etmeyenlerin ‘laiklik şampiyonluğunun’ bir kıymet-i harbiyesi olabilir mi?
Yüzbine yakın din adamına maaş veren laik bir cumhuriyet olabilir mi? Diyanet İşleri Başkanlığı [doğrusu Din İşleri Bakanlığı] diye bir kuruma sahip olan ve söz konusu kurumun Genel bütçeden aldığı payın üç-dört bakanlığın bütçesinden daha fazla olduğu bir rejim laikliğin timsâli sayılabilir mi?
Mitinglerde laiklik sloganları atanların devlet radyo ve televizyonlarında düzenli dinî proğramlar ve yayınlar yapılmasına, devlet tarafından düzenli Kur’an kursları açılmasına bir itirazları var mı?
Herşeyden önemlisi, mitinglere katılanların cunta anayasasının dine ilişkin hükümlerini sorun etmeleri söz konusu mudur? Eğer öyleyse bu güne kadar neden ses çıkarmadılar? Hem İmam Hatip okulları, liseleri açıp hem de bunları ‘irtica yuvaları’ sayıp suçlamak, şikayet etmek ikiyüzlülük değil midir? Açanlar da şikayet edenler de Atatürkçüler olduğuna göre...
TC iki dinlidir
Türkiye’de hiçbir zaman Eski Rejimden gerçek anlamda bir kopuş söz konusu olmadı. Eski rejim bazı önemsiz rötuşlarla varlığını sürdürdü. Buna rağmen aşırı bir modernlik vurgusu yapıla geldi... Cumhuriyeti ilan eden ekip toplumsal yapıya dokunmadı. Zaten daha önce defaaten yazdığım gibi, Cumhuriyet bir hükümet darbesi sonucu ilân edilmişti ve darbeyle yeni bir şey kurulamazdı... Emekçi halk çoğunluğu lehine hiçbir önlem ve düzenlemeye girişilmedi. Yapılan inkılâplar halk kitlelerini değil, devleti angaje ediyordu. Amaç halk üzerinde devlet egemenliğini tahkim etmekti. Eğer ‘yeni olduğunu’ iddia eden bir rejim, toplum yaşamında kayda değer dönüşümler, iyileştirmeler yapmazsa, yapamazsa, ideolojisinin kitlelerin bilincine nüfûz etme şansı yoktur. Başka türlü söylersek, gönüllü kabullenme yaratacak bir egemen ideoloji üretmek mümkün olmaz. Böylesi bir durumda Mustafa Kemal’in kişiliği etrafında bir kült yarattılar. Mustafa Kemal’i putlaştırarak açığı kapmaya yöneldiler. Velhasıl rejimin resmi ideolojisi olan Kemalizm [Atatürkçülük] bir tür ‘laik din’ statüsüne, rejimin başlıca tabularından biri mertebesine yükseltildi.
Resmi ideoloji, yalan, tahrifat, yok sayma, adıyla çağırmamaya, vb. dayandığı için, inandırıcılığı kaçınılmaz olarak sınırlıdır. Modernitenin [çağdaşlık diyorlar] timsâli olduğu iddiasındaki rejim, kendi uyduruk resmi ideolojisine dayanarak yönetemez, egemen olamazdı. Geleneksel ideolojinin en önemli yapıcı unsuru olan dini imdada çağırmak zorundaydı. İşte yaşanan sıkıntıların ve gerilimlerin gerisinde yatan budur. Dini kullanmaya ve ihtiyaca göre manipüle etmeye mecburdular. Kullananların kullanılması, ruhları çağıranların her zaman geri gönderememesi çelişik olsa da sosyal yaşamın bir gerçeğidir... Böylesi koşullarda resmi ideoloji üreticileri kendi yalanlarına inandılar ve oldukça geniş bir eğitilmişler [diplomalılar] kesimini de inandırdılar. Elbette yaptıkları sadece kendilerini angaje eden birşey değildi, ürettikleri bağnaz resmi ideoloji maalesef toplumun ‘kendisi hakkında düşünme’ yeteneğini, entellektüel ve estetik yanatıcılığı dumura uğrattı.
3. Asıl söz konusu olan laik/ anti-laik karşıtlığı ve çatışması değil...
Halk kitlelerinden gelen taleplerin ezilmesinde ‘irtica hortladı’ söylemi, yüzyıldan daha eskilere uzanan iflah olmaz bir saplantı olsa da, “memleketin sahiplerinin” asıl derdi laiklik değildir. Asıl korumak istedikleri ne laikliktir ne de kendinden menkul ‘cumuhuriyetin temel ilkeleridir”...
Ayrıcalıklarını, statülerini ve dokunulmazlıklarını korumak, sınırlı da olsa muhtemel bir demokratikleşmenin önünü kesmek istiyorlar. Şimdilerde ‘Cumhuriyet Mitinglerine” katılıp laiklik sloganları atanların, ülkeyi 780 bin kilometre karelik bir kışlaya çeviren 12 Eylül askerî cuntasını ve onun getirdiği anayasayı ve kurumsal yapıyı protesto etmek üzere hiç sokağa döküldüğü oldu mu?
‘Okullarda zorunlu din dersi istemeyiz’ diye bir talepleri oldu mu?
Son günlerde Cumhuriyet Mitingilerini düzeleyenler/düzenletenler sadece demokratikleşmenin ve özgürlüklerin değil, gerçek laikliğin de düşmanıdırlar. Zira laiklikle demokrasi arasında vazgeçilmez bir belirleyicilik ilişkisi vardır. Laiklik demokrasinin olmazsa olmazıdır ve demokrasiye önceliği vardır.
Bağnaz özgürlük ve demokrasi düşmanlarının laiklik diye bir sorunu olabilr mi? Elbette laikliği dini manipüle edip, kullanmaktan, ya da türbanla uğraşmaktan ibaret saymıyorsanız...
Öyleyse sorun nedir?
Son dönemde Kürt hareketi, politik islam ve neoliberalizm rejimin tabularını sarstı ve tartışılır hale getirdi. Rahatsızlığın birinci nedeni budur.
İkincisi, ilk defa Anadolu kökenli sermaye hem ekonomik bir güç olarak sahnedeki yerini aldı hem de gücü oranında siyasi iktidara ortak olmak istiyor. Türkiye’de siyasetin hazineyi ve bütçeyi yağmalamak şeklinde yürüdüğü hatırlanırsa, asıl kavganın laiklikle bir ilgisinin olmadığı kolaylıkla görülecektir. Fakat istedikleri kadar çırpınsınlar rejimin tabuları aşınmaya devam edecektir...
-----------------------------------------
Kaynak: Fikret Başkaya’nın Günlüğüwww.ozguruniversite.org
8 Mayıs 2007.
----------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder