24 Ocak 2015 Cumartesi

Tek Tanrılı Dinler Ve Tekçi Anlayış...


Mustafa Elveren*

Ben din uzmanı olmadığım gibi, dinle de hiçbir ilgim yoktur. Ancak, çocukluğumdan beri din konusunda kafa yormaya hep meraklıyımdır.

Zaten daha 10 yaşlarımda nohut tarlasında gezinirken; kendi kendime “madem bu dünyada her şeyi Tanrı (Allah) yarattı, peki Tanrı’yı kim yaratmıştır?” diye aklımdan geçirdiğimi hiç unutmuyorum. Bu düşüncemi yakın çevrem de dâhil olmak üzere korkudan hiç kimseye açıklayamıyordum. Çünkü tek tanrılı inanç sistemi korku ve sindirme kültürü üzerinde inşa edilmiştir. O nedenle düşüncemi çevreme anlatmaktan korkuyordum.

Ne yazık ki, aynı korku günümüzde de geçerlidir. O halde ne yapmalıyım? Tabuları kırmak ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü uğruna her şeyi göze alarak bu korkuları yenmekten başka çarenin olmadığına inanıyorum.

Tek tanrılı dinler; tekçi anlayışın gereği olarak genellikle birbirlerine benziyorlar. Bu dinler birbirinden etkilenmişlerdir. İslam tek tanrılı dinlerin sonuncusu olmasına rağmen, kendisinden önceki dinlerle çok benzeştiği görülmektedir. Kuran’la karşılaştırdığınız zaman yarıdan fazlasıyla Tevrat’la benzeşir. Keza İncil’de de çok benzer ifadeler bulunmaktadır.

Mademki tek tanrılı dinler bu kadar birbirleriyle benzeşiyorlar neden yüzyıllardır savaştılar ve halen savaşıyorlar? Neden yüz binlerce insanın ölümüne sebep oldular ve halen olmaya devam ediyorlar?

Tarihte Nemrut, Firavun vb krallar bir nevi tanrıydılar. Nemrutlar, firavunlar ve krallar toplumsal yaşamı kendi istedikleri biçimde etkilemek için tek tip millet yaratmışlardır. Eğer insan zekâsı olmasaydı tanrı da olamazdı. Buradan hareketle tanrı anlayışı bu otoriter çizginin devamıdır. Yani tek tanrılı dinler bu anlayıştan etkilenmiş ve aynı niteliktedirler. Dolayısıyla milliyetçiliğin temeli de bu tekçi anlayışa dayanmaktadır. Bu tekçi anlayış sonucunda şiddet kültürü her zaman yaygın bir biçimde topluma hâkim kılınmaktadır.

Tek tanrılı dinlerde; “Tanrı mutlaktır, her şeyin yaratıcısı ve sahibidir” Hâlbuki çok tanrılı dinlerde; her toplum ya da şahıs istediği tanrıya (varlığa) tapma özgürlüğü vardır. Yani dağa, taşa, Güneş’e, Ay’a, yıldızlara, ineğe ya da kendisinin yarattığı bir yapıta (puta) inanma özgürlüğüne sahiptir. İnandığı varlığa kendi ana dili ile dua eder, hiçbir dar kalıbın içine sıkışmaz.

Oysa tek tanrılı dinlerde bu özgürlük yoktur. Örnek olarak İslam dinini ele alalım; Kullar Tanrı’ya kendi ana dilleri ile dua etme özgürlüğüne sahip değildirler. Tanrı(Allah)’a sadece Arapça (Kur’an) dili ile dua etmek zorundadır. Tanrı’nın belirlediği kurallar dışına çıkamazlar. Otoriterlik olunca, temelinde korkutma ve rüşvet kaçınılmazdır. Kendisine istinasız biat edenlere Cennet (bir nevi rüşvet), karşı çıkanlara da Cehennem (ateşte yakma işkencesi) ile korkutma ve sindirme anlayışı vardır.

Eğer insanlar bir tanrıya ihtiyaç duyarlarsa; tek tanrılı yerine çok tanrılı biçimi tercih etmelerini tavsiye ederim. Çünkü daha demokratik ve daha mantıklıdır.

Ben tek ve çok tanrılı dinler konusunda görüşlerimi ifade etmeye çalıştım.

Âşık Mahsuni Şerif bir türküsünün nakaratında; “Ben de bir insan oğluyum / Bir başım bir beynim vardır? Bırak beni konuşayım / Gene sana danışayım” der.

Yeter ki, demokratik bir çerçevede hepimiz konuşalım. Eksiğimiz, yanlışımız olursa yine birbirimize danışalım. Fikirlerimizi tartışarak zenginleştirelim.
23.01.2015

*Em. Öğrt.

13 Ocak 2015 Salı

Marks'ı aşanlar...





Faiz Cebiroğlu

Türkiye'de,moda oldu: Marks'i aştım. Lenin'i aştım diye. Moda, Fransızca’dır,bir davranış biçimi de oluyor. Moda, güncelde kalmak içindir:Güncelde kalabilmek için, bir öncekini ”yadsımak” ya da”inkâr” etmek oluyor. Marks'ı ya da Lenin'i aştığını iddia eden bu modacılar, güncelde kalmanın mücadelesini veriyorlar.

Aşmak nedir, gerçekten bilmiyorum. Bu sözcüğü, ne sözlü, ne de yazılı olarak hiç kullanmadım. Anlamını bilmediğim sözcükleri kullanmam. Peki aşmak nedir?

Aşmak sözcüğünü, 1978'lerde, Antakya, Dursunlu köyünde, babamdan duymuştum. Bana, Arapça ile; ”se- naktau Cibal!”Türkçesi: ” Dağları keseceğiz!” Dağlar nasıl kesilir? Kesilir, sarp dağlar ”aşılarak” kesilirmiş! Çok dağ kestik.Çok dağ aştık!

Her dağ, ”kestiğimizde” bir önceki dağı yadsıdık! Her dağ,aştığımızda, bir önceki dağın ”tırmanma” basitliğini anlattık.

Aşan aşıyor. Aşanlar dağ ”kesiyor!”

Bugünkü modacılar hangi dağı ”kesmişler” ya da ”aşmışlar?”

Marks'ı”aşanlara” ya da ”kesenlere”, bakıyorum, bir arpa boyu yol ”aşmamışlar!” Nedense, aklıma, Pertev Naili Boratav'ın masal kitabı geldi: Az gittik, Uz Gittik. Evet;“Azgittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz,”

Marks'ı ya da Lenin'i aşanlara bir bakın:

”Marks'ı aştım: Devlet ve ulus istemiyorum!”

”Marks'ı aştım: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk oyum Selahattin Demirtaş'a, ikinci turda, Ekmel ed-Din'e veriyorum”.

Bu mudur, Marks'ı aşmak?

Bu mudur, politikacı olmak?..

Ama ne yazık ki, Türkiye'de, aşmak, moda oldu. Güncelde kalmak içindir. Güncelde kalmak için şunu, bunu ”aştım” diyenler,hayatlarında ne dağ aşmışlar ne de dağ kesmişler!

Evet....Antakya,Dursunlu köyünde dağlar aştık: Babam,”Sevfa naktu-Cibal!”derdi.

Dağları”keseceğiz” yani dağları ”aşacağız” demek oluyor.

Aşacağız. Dağdan dağa koşacağız. En yüksek dağlarda adımızı ve kimliğimizi yazacağız!

Mücadelemiz,alpinist oldu: Dağcılıktır.

Tırmanacağımız dağlarda bayrağımız olacak: Kimliktir!
Ama Marks'ı aşanlar, Marks'ı ”aşındırıyor.” Marks'ı aşındıranlar, kendilerini küçük burjuva  akımına kaptırıyor. Devletsizlik, ulussuzluk görüntüsü altında, proleterya ile burjuvazi arasında sıkışıp kalıyorlar. Böylesi durumlarda, tekrar Marksizmin – Leninizmin başlangıç ilkelerine başvurmak zorunluluk oluyor. 

Marksizmin – Leninizmin başlangıç ilkeleri nedir?

Fikirlerimi, kolaylık açısından, noktalar  halinde  yazacağım ve başlıyorum, bir:

İnsan toplumunun evrim tarihinde, sınıflara geçişle birlikte devlet doğuyor: Sınıf – devlet oluyor.

İki: Feodalizmin çözülüp, yerini kapitalizme bıraktığı çağda, uluslar doğuyor: ulus -devlet oluşuyor.

Üç: Devlet -  ulus, hem kapitalist toplumlarda, hem de sosyalist toplumlarda vardır. Zira her iki farklı toplumlarda farklı sınıflar vardır. 

Dört: Sınıfların ortadan kaldırılması, yalnızca kapitalistler ile büyük toprak sahiplarinin ortadan kaldırılmasıyla son bulmuyor. Kapitalizmden sosyalizme geçişin sınıf yapısı açıktır: Proleterya ve müttefiki emekçi kitleler, emekçi köylülük.  Bu şu demek oluyor: Emekçi köylülük, kapitalizmde ”ara sınıf” iken, sosyalist iktidarda, proleteryanın müttefiki olarak devlet yönetimine katılır.

Lenin'in ”Devlet ve Devrim” kitabını, çocukluğumda okumuştum, Bu önemli kitapta, hatırlayabildiğim kadarı ile,  şöyle bir tespit vardı: 

”Sınıfların ortadan kaldırılması, yalnızca kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin ortadan kaldırılması demek değildir. Küçük meta üreticileri var ki, bunlar kovulmaz ya da ezilmez. Bunlarla yaşamayı öğrenmek zorundayız...”

Beş: Komünizme kadar, sınıf – devlet olacaktır. Zira komünizmin alt evresi olan sosyalizmde sınıflar ortadan kalkmıyor. İşçi sınıfı ve müttefiki emekçi kitleler vardır. Sınıflar varsa, hangi toplum modeli olursa olsun devletin ortadan kalkması mümkün değildir. Sınıflar, ancak, sosyalizmin son aşaması olan, komünizmde biter, söner.

Devam etmeden  önce, bir parenteze ihtiyacım var.

1917 Ekim devrimi ve sonradan kurulan sosyalist Doğu Avrupa ülkelerinde, sınıflar yok olsaydı, çözülme ve karşı devrimler olmazdı. Unutmamak gerekiyor, küçük burjuvazinin olduğu ülkelerde bile, kapitalizme dönüş tehlikesi her zaman vardır. Bunu başka bir yazıda ele almak mümkündür.

Devam ediyorum.

Marks'ı aşanlar ya da ”aşındıranlar”, ne yazık ki, küçük burjuva ütopyacıları oluyor. İki sınıf arasında sıkışan bu takım, kapitalizmden sosyalist iktidara geçişte oluşacak devlete yani sosyalist devlete düşmanca karşı çıkıyorlar. 

Sonuç mu, şudur: Sınıflar, tam anlamıyla kalkıncaya kadar, sınıf – devlet / ulus – devlet vardır. Sosyalizmin son aşaması, komünizme kadar bu böyle sürüp gidecektir.

Marksizmi ”aşanlara”  ya da ”aşındıranlara” iletmek istediğim, politikaya başlangıç ilkeleri bunlar oluyor.

”Aşmak” ya da ”aşındırmak” nedir, bilmiyorum. Türkçe anlamını, hâlâ, bilmiyorum. Ama Arapça anlamı var,  babam öğretmişti. Yıl, 1978.  Antakya, Dursunlu köyünde,  bana, Arapça ile; ”se- naktau Cibal!” derdi.Türkçesi: ” Dağları keseceğiz!” 

Dağlar nasıl kesilir? Kesilir, sarp dağlar ”aşılarak” kesilirmiş! Çok dağ kestik.Çok dağ aştık!

Daha çok dağ aşacağız. Daha çok dağ keseceyiz...Dağdan dağa koşacağız. Kestiğimiz  dağlarda,  işçi snıfının ve tüm ezilen halkların bayrağını dalgalandıracağız!

KİÇ DEVLET KİÇ SARAY VE MASKELİ BALO...





Adil Okay



Ak Saray'da Maskeli Balo: Recep Tayyip Erdoğan, Filistin Devlet Başkanı Abbas’ı 16 Türk devletine ait askeri üniformaları giyen cumhurbaşkanlığı görevlileri ile karşıladı.  Soğuk hava nedeniyle sarayın kapalı bölümünde düzenlenen törende, cumhurbaşkanlığı sitesinde sıralanan 16 Türk devletine ait askeri üniformaları giyen cumhurbaşkanlığı görevlileri yer aldı.” Basından

Sosyal paylaşım ağlarında yukarıdaki haberle ilgili mizahi yorumlar var. Televizyonlarda konuyla ilgili eleştirilerin yanı sıra zorlama açıklamalar, “bu bir sentezdir” gibi çok “ciddi analizler” gırla gidiyor.

Tarihte 16 Türk devleti var mıdır bilemiyorum. Velev ki vardır. Hatta Siyasal Bilgiler Fakültesi profesörü Coşkun Üçok’a göre fazlası da olabilir. Üçok, “16 devlet'in hiçbir temeli olmadığını söylüyor.: "Cumhurbaşkanlığı forsunun üst sol köşesinde bulunan güneşi çevreleyen 16 yıldızı her kimse, birisi a priori olarak bu yıldızların 16 Türk devletini simgelediğini kabul etmiş ve sonra da tutmuş her yıldıza bir devleti münasip görmüş. Ancak Türk tarihi hakkında, herhalde yeterli bilgisi olmadığı için, küçükleri bırakıp büyük bütün Türk devletlerini saysa bile 16 sayısını çok aşacağı için hiçbir ölçüte uymayarak keyfi bir biçimde 16 devletin adını sıralamıştır.  Bunların içinde Türk oldukları kuşkulu olanlar bulunduğu gibi, devlet kurucularının Türk olmadıkları kesin olanlar da vardır.”[i]

Benim yazı konum: Tarihin tahrifatı, yeniosmanlıcılık, geçmişe özlemin psiko analizi değil. 16 değil 160 olsun tarihteki Türk devletlerinin sayısı benim için çok önemi yok. İspanya ve Portekiz de dünyanın neredeyse yarısına hakimdi – yani dev sömürgeci devletlerdi bir zamanlar. Bu günkü Suriye, Lübnan, Filistin, Mısır (v.d.) toprakları da bir zamanlar söz konusu 16 Türk devletinden birinin işgali altındaydı.
Tarih tartışmasını ayrıca yaparız. Benim sorguladığım: Koskoca devletin, nasıl bu kadar “kiç” olabildiğidir. Merdivenlerde dizilmiş, acemi bir maskeli balo görüntüsü veren kostümlü adamlar arasında koskoca cumhurbaşbakanın düştüğü komik durumdur.

Önce bilmeyenlere “Kiç” nedir hatırlatayım. “Dilimizde harcıâlem, basit anlamında kullanılan, Fransızcadan giren Latince kökenli “trivialis - Kiç” üç yola ait, herkesçe kullanılabilir anlamındadır. Aşk, macera, cinayet v.b. sıradan ve aşınmış konu kalıplarının tekrar tekrar ele alınmasıdır. Üslup bakımından bu konuların kurgu, kelime seçimi, cümle yapısı bakımından da basit taklit tarzında dile getirilmesiyle değersizleşir, trivial – kiç olurlar. Ucuz piyasa romanları, sığ ve arabesk aşk, sosyete kadın romanları, tefrika romanlar, pembe diziler, trivial – kiç yazına dahildir.”

Yani sanatçılar – sanat kuramcıları “Kiç”i ciddiye almaz. Ciddi gazete-dergi ve sergilerde “kiç” çalışmalar yer almaz. Peki Aksaray’daki bu “kiç” canlı performansı kim organize etti. “Sanatın içine tüküren”, “heykellere ucube” diyen Tayyip Erdoğan bu işlerden anlamaz. O sadece iyi hatiptir. Ara sıra Necip Fazıl’dan, Nazım Hikmet’ten şiirler okur. Ama ne şiirden anlar, ne plastik sanatlardan. İyi ama bu adamın danışmanları yok mudur. Tayyip sevdalısı Alev Alatlı veya İskender Pala da mı onu uyarmıyorlar. “Yapmayın bu kiç’tir. Komik duruma düşüyorsunuz” demiyorlar.

Öyle anlaşılıyor ki çevresi onu alkışlayan yalakalarla dolu. “Kral çıplak” diyen yok.
Kaldı ki onun da istediği bu.

Biz de bir kez daha ülke ve sanat adına utanç duyuyoruz…
Osmanlı özlemiyle “Tez zamanda kellesi vurula” demiyoruz.
Suç dosyası kabaran Erdoğan ve şürekası “tez zamanda yargılana” diyoruz.
----
Meraklısı için not: Söz konusu 16 Türk devleti şunlardır. Büyük Hun İmparatorluğu (MÖ 220-MS 216), Batı Hun İmparatorluğu (MÖ 48-MS 216), Avrupa Hun İmparatorluğu (375-469), Ak Hun İmparatorluğu (420-552), Göktürk Kağanlığı (552-745), Avar Kağanlığı (565-835), Hazar Kağanlığı (651-983), Uygur Kağanlığı (745-1368), Karahanlı Devleti (840-1212), Gazne Devleti (962-1183), Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157), Harezmşahlar Devleti (1097-1231), Altın Orda Devleti (1236-1502), Timur İmparatorluğu (1368-1501), Babür İmparatorluğu (1526-1858), Osmanlı İmparatorluğu (1299-1922) (EKN)[ii]



[i] Murat Belge, “Gelelim 16 Türk devletine “, Radikal gazetesi, 26/11/2005,
[ii] Bia haber Merkezi

10 Ocak 2015 Cumartesi

Din, Ahlak, İslamcı Örgütler Ve Kürdler...





Mustafa Elveren*
Din ve ahlak tamamen farklı olup, anlamları da aynı değildir. Din emredileni, ahlak ise doğru olanı yapar. O nedenle dindar değil, ahlaklı olmak bence daha önemlidir.
İnsanları; Allah’a inancı var-yok olarak değil, ahlaklı-ahlaksız biçiminde tanımlamak daha doğru olur.

Örneğin; dindar ya da dinsiz bir insan ahlaklı olabileceği gibi, ahlaksız da olabilir.
Günümüzde “Allahu Eber! Ya Allah, bismillah!” diyerek insanları boğazlayan caniler söz konusu olunca, İslam dini ve İslamcı örgütler üzerinde biraz kafa yormak gerektiğini düşünüyorum.

Genelde İslam ülkelerinde, özelde ise Müslüman nüfusun yoğun olduğu yerleşim birimlerinde; peygamberin sünnetinden hareketle kızların çok küçük yaşta evlendirilmesi, cübbe, sarık ve türban gibi İslami kuralların insanlar üzerinde etkili olduğu bilinmektedir.

Bu İslami kurallar en çok Kürdleri etkilediğini söylemek abartılı olmaz. O nedenle Kürdler açısından konuyu biraz daha detaylı irdelemek istiyorum.

Cennet ve ganimet kültürüyle beslenmiş İslamcı devlet ve gruplar için Kürdistan sadece yağmalanacak bir yerdir… İslamcının ne Kürdüne güvenilir, ne Arabına, ne de Fars ve Türküne… İslamcılık tıpkı Kemalizm gibi aşırı kullanılmaktan çürütülmüş ve cılkı çıkartılmış dünyevi iktidar dindir artık… İslam’ın otuz ayeti farklılıklara saldırı ve cihat izni veriyor. Bizim İslamcılarımız hala, başka topluluklara yönelik cihat ayetlerini es geçerek, bir iki insancıl ayet aracılığıyla Kürtleri ümmet kültüründe tutmaya çalışıyorlar. Sadece Diyarbakır’da IŞİD’e yardım için 400 derneğin açılmış olması, Kürt islam ilişkisinin nasıl berbat bir şey olduğunu gözler önüne seriyor.” (H.Bildirici / Rojevakurdistan)

Sayın Hasan Bildirici’nin bir yazısından alıntıladığım yukarıdaki belirleme yerinde ve doğru tespitlerdir.

IŞİD diğer ismiyle DAİŞ ya da İD (İslam Devleti) denilen katliamcı örgütün günümüzde yaptığı vahşet göz önüne alındığında bu eleştirileri yapmaktan ne kadar haklı olduğumuzu ortaya koymaktadır.

Ne zamanki İslam dini ve onun peygamberi ile ilgili en küçük bir eleştiri yapılsa, hemen Kürd aydını olduğunu söyleyen birçok yazar ve siyasetçinin sert tepkisiyle karşılaşıyoruz.

Kürdlerin böylesi vahim bir durumdan çıkması tabii ki kolay değildir. Bu durumda Kürd Özgürlük Hareketi’nin önemi daha da artmaktadır.

Eğer bu gün Kürd Özgürlük Hareketi olmasaydı Kürdlerin durumu nice olurdu? Bu hareketin pratiğinden görüldüğü üzere, aynı zamanda Alevilerin de teminatı olduğu anlaşılmaktadır.

Kürd Özgürlük Hareketi’ni bu güne kadar kötüleyen, O’na karşı her türlü ikiyüzlülüğü yapan bazı ırkçı Kürd ve Türk örgütleri ile şahsiyetler bir gün bu hareketi mumla arayacaklardır. Çünkü birçok cemaat ile AKParti; eğitim başta olmak üzere, her alanda çıkarları uğruna İslam dinini kullanmaktadır.

Yani AKParti ve cemaatler aracılığıyla Kürdistan’da en büyük IŞİD oluşturuldu. Kürd Özgürlük Hareketi’nin bunca çabalarına rağmen ne yazık ki bu IŞİD katil sürüsü içinde azımsanmayacak sayıda Kürd insanlarımız mevcuttur.

Kürd Özgürlük Hareketi başta Rojawa olmak üzere; bu güne kadar yapılan her türlü saldırıya karşı gösterdiği direnişle farklı kimlikte, her inançta ve değişik siyasi görüşteki halkları ortak paydalarda buluşturup, birlikte yaşamalarını sağlayabiliyor. Bu hareketin demokratik ve özgürlükçü olması bakımından Aleviler için de önemli bir kazançtır.

Eğer Kürd Özgürlük Hareketi’nin direnişi olmasaydı AKParti Kürd sorununu kendi anlayışına göre İslami kurallar içinde şimdiye kadar çoktan çözmüştü. Yani kendi çözüm anlayışları budur.

Ancak Kürd Özgürlük Hareketi bunlara bu fırsatı vermiyor. Tabiî ki Kürd Özgürlük Hareketinin en büyük gücünü PKK-KCK’nin oluşturduğunu da unutmamak gerekir. Bu güç dinci grupların ve hareketlerin en büyük karşıtı ve panzehiri olduğunu kanıtlamıştır. Bu örgütün kurucusu ve lideri Sayın A.Öcalan’ı görmezlikten gelemeyiz. Sayın Öcalan’ın bu sürece büyük katkısı olmuştur.

Elbette hiçbir savaş sonsuz değildir. Dolayısıyla savaş ortamı bittikten sonra PKK-KCK de sevaplarıyla, günahlarıyla eleştirilebilir. Ancak bu gün eleştiri zamanı değil, birlikte ortak paydalarda mücadele etmek gerekir.  

Din kurallarıyla değil, ahlaklı davranmak tüm halkların yararına olacağını düşünüyorum.
10.01.2015



*Em. Öğrt.

4 Ocak 2015 Pazar

Anarşizm nedir?



Faiz Cebiroğlu

”Her tarihsel aşamada, eski yanılgılar, bir an için yeniden ortaya çıkar.” Marx & Engels


Anarşizm nedir? Anarşizm mi, her türlü yönetim şeklini red-eden, Marksizm  – Leninizm düşmanı bir küçük burjuva protestosudur. Anarşizm, devletsizlik yanlısı altında, kapitalizmden sosyalizme geçişte kurulacak olan sosyalist devleti de red-eden bir ütopyadır. Anarşizm, bir küçük burjuva akımıdır. Kökleri, Orta-çağa kadar uzanmaktadır.

Anarşizm, 1200’lerde dinsel bir hareket olarak ortaya çıktı. Bu çağda insan, insan olarak kabûl edilmiyordu; bir alet olarak görülüyordu. Aletten tek farkı, ”konuşan bir alet” olmasıdır. Halk, yaşadıkları Orta-çağ dünyasına, bu dünyaya hükmeden krallara, kralların zulüm kanunlarına ve papazlara karşı bir protesto akımı olarak isyan etmişti…Daha sonra, Almanya’da, köylülere önderlik eden Thomas Münzer (1483 – 1525) feodal sisteme, köylülerin, feodal beyler tarafından sömürülmesine karşı bir isyan hareketi olarak devam etti. Ama anarşizm,  bir politik protesto eğilimi olarak, 1840 ile 1860 yılları arasındadır. Anarşist hareketin sözcüleri: Max Stiner, P.Joseph Proudhon ile Bakunin’dir. Aralarında farklı fikirler olmasına karşın, ortak fikirleri: Her türlü devlet şekline hayır! Oluyordu.

Bu kısa tarih özetinden sonra, anarşizm, sözcük olarak, Grekçe’den geliyor: Yönetenin olmadığı bir küçük burjuva ütopyasıdır. Bu ütyopyayı, ”ana-kronik” olarak nitelendirmek mümkündür.

Anarşizm, ana-kroniktir!

Anakroni, insan evrim tarihini  ve bu tarih sürecinde şekillenen 5 temel üretim tarzını ( İlkel komünizm, köleci toplum, feodalite, kapitalizm ve sosyalizm) ve bu üretim tarzların yarattığı sınıf mücadelesini yadsıyan bir kronolojik yanlışlıklardır. Yanlış zaman dizimi, yanlış evrim tarihi: Ana-kronizmin kendisidir. Bu bağlamda anarşizm, bir ideoloji (teori) değil, bir ütopyadır.

Anarşizm, ideoloji değil, ütopyadır!

Bilimsel ideoloji (teori) yaşadığımız toplumun temeli üzerinde şekillenir. Bu toplumun üst-yapısına düşen fikirleri yansıtır. Yakın ve ileri zamanda, kurulacak toplumun modeline ilişkin, toplumsal bilincin aynası olur.

Ütopya ise, ütopyadır: Fantazidir. Ütopya, bilimsel bir temele dayanmayan, gerçek olmayan bir yokçuluktur. Bu anlamda, anarşizm, bir ideoloji değil, bir küçuk burjuva fantazisidir.

Evet… Anarşizm, öz olarak, 19. yüzyılda, kent ve köylerde yıkılan küçük işletmeler, sınıf dışı elementlerin haklarını yansıtmak için ortaya çıkan bir küçük burjuva protesto akımı oluyor. Anarşistlerin ortak özellikleri, ana-kronik ve ütopist olmaları her türlü devleti reddetmelerinde yatıyor. Bu anlamda, anarşizm, ”sınıfsal ve ”devletsel” üstü bir  sosyo-politik eğilimdir.

Anarşizm, sınıfsal ve devletsel üstüdür!

Anarşizm, insan toplumun içinde bulunduğu evrim tarihini ve sınıf mücadelesini yok saymak demektir. Bu mu, şudur:

Bir: Devlet, sınıflarla birlikte doğuyor: Sınıf – devlet oluşuyor.

İki: Feodalizmin çözülüp yerini terketmesiyle, sınıf  -devlet / devlet – ulus oluyor.

Üç: Devlet – ulus hem kapitalist toplumlarda, hem de sosyalist toplumda vardır. Yönetim şekilleri farklı olmakla birlikte, her iki sistemde sınıflar vardır. Devlet vardır.

Dört: Sınıfların ortadan kaldırılması, yalnızca kapitalistler ile büyük toprak sahiplerinin ortadan kaldırılmasıyla son bulmuyor. Kapitalizmden sosyalizme geçişin sınıf yapısı açıktır: Proleterya ve müttefiki emekçi kitleler, emekçi köylülerdir. Bu mu, şu anlama geliyor: Emekçi kitleler, kapitalist toplumda, ”ara sınıf” iken, sosyalist toplumda, proletaryanın müttefiki olarak, devlet yönetiminde yer alıyorlar.

Beş: Komünizme kadar, sınıf – devlet devam edecektir. Nesnel olarak, sınıflar varsa, hangi sistem olursa olsun devlet ortadan kalkmaz, kalkmıyor. Devlet, ancak, sosyalizmin son aşamasında ortadan kalkar. Söner. Bu bağlamda, üretim tarzı tarihini ve bunun yarattığı üst-yapıyı yadsıyıp, sınıfsal üstü bir perspektifle: Kahrolsun her türlü devlet, demek yetmiyor ve bir şey de ifade etmiyor.

Altı: Anarşizm, işçi sınıfı partisine ve yönetici rolüne karşı düşmanca karşı çıkmak demektir. Zaten anarşizmin parti düşmanlığı; ortakça kurtuluş yerine, bireysel kurtuluşa sarılması bunun bir göstergesidir. Bu özellik ile de anarşizm, liberalizm oluyor!..

Bitiriyorum.

Anarşizm mi, anti-devlet maskesi altında saklanan, ütopist, bir küçük burjuva akımıdır.

----------
Not: Anarşizmi daha derin anlamaya yardımcı olacak iki kitap adını veriyorum:

1- Enternasyonalde Sözde Bölünmeler: Marx & Engels.

2- Felsefenin Sefaleti: K.Marx