Bülent Tekin
bulenttekin47@gmail.com
İki ağa birbirleriyle (arazi nedeniyle) sürekli mücadele ediyorlardı. Bunlardan biri (biraz da kavgaların sorunlarından) yaşlanmış. Oğlunu çağırmış, ağalığı ona devretmiş: “Yaşlandım artık, ağalığı sana verdim. Karşı tarafla sen mücadele et!” Tam o arada (yani genç ağanın döneminde) bu iki aşiret arasında kavga çıkmış. Çevre köylüler, akil adamlar araya girmişler, gelin sizleri barıştıralım, demişler. O dönemler “barış”ı şeyhler yapıyordu. Şeyh’in huzuruna çıkmışlar. Şeyh önce-barışın nimetlerini anlatan!-iyi bir vaaz vermiş: “Kavga iyi değil, barış iyidir!” Genç Ağa-tecrübesizliğinden!-hile hurda, kurnazlık yöntemlerini yaşlısı kadar bilmiyordu. Şeyh sormuş: “Kavga neyin üzerine çıktı?” Yanıtlamışlar: “Ya, bir bağ yüzünden kavga ettik.” Şeyh: “Mesele nedir?” Aracılar söze karışmış: “Bu ağa bağ bizim sınırımızdadır diyor, diğeri de bağ bizimdir diyor Efendim. Bağ sınırda olduğu için konu tartışmalıdır!” Şeyh: “Mademki kavga bağ üzerinedir bir taraf diğer tarafa satsın, bu iş bitsin!” Genç Ağa bu öneriye destek vermiş: “Birimiz bu bağı satalım, mesele ortadan kalksın. Bu konuda tutanak ta tutalım!” Şeyh: “Kim satacak?” Yaşlı Ağa: “Şeyhim, eğer Genç Ağa satıyorsa ben alırım.” Genç Ağa: “Tamam! Ben 120 bin liraya sattım!” (O dönemlerde bağın içindeki ağaçlar 100 bin lira ediyorsa, Genç Ağa biraz fazlasını, 120 bin lira istemiş!) Yaşlı Ağa: “Tamam, ben aldım. Paranızı vereceğim. Tutanağı tutalım!” Biz bu bağı şu kadara şu aşirete sattık şeklinde bir tutanak tutulmuş, şahitlerle birlikte imzalanmış.
Genç Ağa sevinçle eve dönmüş. Babası: “Ne yaptın?” Oğul: “Barıştık!” Baba: “Barış iyidir. Nasıl barıştınız?” Oğlan olanları anlatmış. Baba öfkelenmiş: “Ahmak oğlum! Bağın içindekiler yalnızca 100 bin lira eder. Toprak giderse, bağ giderse, neyin üzerine aşiretçiliği (hâkimiyeti, ağalığı) sürdüreceğiz?” Oğul: “Ben söz verdim! İnsanlarla tutanak tuttuk, imzaladık!” Baba: “Bunun (tutanağın) üzerinde sultanın mührü mü var? Söz nedir? Ağalıktan da seni indirdim. Sen ağalığı yapamazsın. Ben devam edeceğim. Git şimdi köyün imamına söyle, karşı tarafın ağasına gitsin, bizim anlaşmayı bozduğumuzu söylesin!”
Devlet (Hükümet) İmralı’da Abdullah Öcalan’la müzakere ediyor. Eylemsizliğe devam edin, biz de operasyon yapmayacağız, dağdaki militanlarınızı öldürmeyeceğiz, diyor. Sizinkiler de taş atmasın! Tamam diyorlar. Birbirlerine söz veriyorlar. Sonra bakıyoruz ki TSK’nın operasyonlarıyla onlarca PKK’li öldürülüyor. BDP’nin kadroları, sempatizanları tutuklanıyor. Tıpkı bizim hikâyemizdeki ağanın sözü gibi. Müzakerelerin altında Sultan’ın Mührü mü var, değil mi Başbakan? Kangrene dönüşmüş bu konunun bir orta yola da olsa çözülmesi gerekiyor. Tersini düşünmek istemiyorum. Eğer bizim ağalar gibi TSK, Polis, Hükümet, Devlet ve PKK hâkimiyetlerini bu yöntemlerle sürdüreceklerse sözlerinde durmasınlar! Ama gerçekten bu ülkede barışı, kardeşliği, demokrasiyi, özgürlükleri, insan haklarını kurmak istiyorsak Kürt Sorunu’na hikâyemizdeki bağın satışı gibi bakmamalıyız. Bu söz hepimizedir.
Uludere’de öldürülen [12(10?) kişiden biri olan] Adem Aşkan’ın doğup büyüdüğü [Otluca (Xenasis) Köyü’ndeki] ev ajanslara düştü. Taş bir binaya yaslanmış tek katlı kerpiçten (ben öyle tahmin ettim) bir ev. Dış boyası bile yok! Damı toprak olmalı? Onlar da dama örgütün bayrağını asmışlardı. Ev halkının yoksul olduğu evin biçiminden belli: Eğri büğrü! Baba Hamit Aşkan, “Ben oğlumla gurur duyuyorum. Bütün Kürt halkının başı sağ olsun!” dedi. Ve yazmak istemiyorum, daha fazla sözler söyledi. Bu sahne bu ülkede tıpkı damına “Türk Bayrağı” asmış “Mehmetçik”in babası gibi acıyı ve gururu birlikte yaşıyor(luğ)u anlatır gibiydi. Böyle bir şey olamaz! Bakanların, Milletvekillerin (bu vekillerin içine BDP misyonunun vekilleri de dâhildir), Başbakanların, toprak ağalarının, Kürt ve Türk zenginlerinin çocukları ölmüyor! Ölenler garip ve kimsesizlerin çocukları! Barışı, birlikte kardeşçe yaşamayı ve demokrasiyi sağlayamazsak yazık! Çok yazık!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder