11 Mayıs 2008 Pazar

AŞIK İHSANİ






İHSANİ SIRLIOGLU: AŞIK İHSANİ'YLE SÖYLEŞİ

Ayhan AYDIN


”…Günümüzde hala bu büyük geleneği sürdüren ozanların varlığı inkar edilemez bir gerçektir. Bugün de yine aynı felsefeyi onların eserlerinde görmek mümkündür. Günümüzde birçok halk ozanı; Yunusların, Pir Sultanlar'ın yolunu sürdürmeye çalışmaktadırlar. Şimdiye kadar sürekli ihmal edilmiş bu değerli insanların fıkirlerinin derlenmesi bir zorunluluk, bir borçtur... Bu nedenle yaşayan Alevi Halk Ozanlarının görüşlerini söyleşilerle almak; oluşturdukları en son eserleri derlemek, Aleviliğin günümüzdeki sözlü geleneksel ürünlerini belgelemek, gelecek kuşaklara aktarmak bakımından son derece önemlidir.

Bu düşünceden yola çıkarak, son 6 yıldaki çalışmalarımda bu konuya da ağırlık vererek; birçok halk ozanımızla söyleşi yaptım, yapmaya devam ediyorum; Bugün kendisine halk ozanı diyen/denilen, bu geleneği sürdüren/ sürdürdüğü söylenen kişilerin duygu, düşünce dünyalarına inmek gerekiyordu. Bu insanlar şu anda ne haldedirler, Alevilik/Bektaşilik, din, inanç, ozanlık, çevre, yaşam, ölüm, Türkiye, değişen değerler hakkında neler düşünüyorlar? Bu soruların yanıtlarını kısmen de olsa almak maksadıyla elli halk ozanımızla söyleşiler yaptım. Yapmaya da devam ediyorum. Bu çalışmamı kitap halinde de yayınlamak düşüncesindeyim. Bu çerçevedeki çalışmalarım içinde; Türkiye'de bu köklü geleneği sürdürmeye çalışan Aşık İhsani'yle yaptığım söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedim. Umarım bu çalışmalar yararlı olur.

- Türkiye'de halk ozanı denince ilk akla gelen isimlerden birisiniz. Birçok kitabınız yayınlandı, sizinle birçok kez röportajlar yapıldı. Fakat ben yine de sizden yayınlanacak kitapta kalıcı olması için yaşam öykünüzü yine sizin ağzınızdan ayrıntılarıyla almak isterim.

Türkiye'de sosyalist harekette yer almış bir ozanımızsınız, niçin sosyalizmi seçtiniz? Kendinizi niçin sosyalizme yakın buldunuz da türlü zorluklara karşın bu düşünceyi hala savunuyorsunuz? Türkiye'nin yönetimden kaynaklanan sorunlarını şiirlerinizle, eylemlerinizle çok çarpıcı şekilde yansıtmaya, dile getirmeye çalıştınız. Sizce temel sorun neydi ve nedir?

Babam Diyarbakır 'da öldügünde ben 3 yaşındaydım..Dul ve yoksul anamın boynuna bir hükümlüye takılan zincirler gibi takılakalmışım. Diyarbakır'da o ara kıtlık da vardı. Kim / kimsesizlik, yok / yokluk... Anamın belini boynunu bir iyice bükmüştü... Buna karşın anam zaman zaman, Muş / Varto'lu Seyit Mehmet Baba'nın kızı olduğunu söyler söyler övünürdü...

Altı yaşıma basmıştım. Anamın kendisi şöyle dursun, beni bile besleyemiyordu. Bu nedenle açlıktan ölmeyim diye beni bilmediğim köylere, adamlara gönderdiydi.İşte bu nedenle, çok istediğim halde okula gidemedim.

Günler, aylar, yıllar geçip gidiyordu. Çalışıyor, eziliyor, büyüyordum. Çalıştığım köyler, adamlar Alevi değildi. 17 yaşıma basmıştım. Erzurum'da benim gibi birini tanıdım. Adana'ya gidecekti. Atladık trene vardık Adana'ya. İş miş aradık hak getire... İş bulamayınca Mersin'den bir vapura atlayıp İzmir'e İstanbul'a vardık.. ve... Büyükçekmece / Mimarsinan Köyü'nde bir iş bulup çalıştık. İki yıl yer altından kömür kazıp çıkardık. Maden ocağı kapanınca İstanbul / Topkapı dışındaki kara lastik fabrikalarında çalıştım. Bu arada beni askere alıp, Erzurum'a gönderdiler.

Askerlik dönüşü elime bir saz geçirip tellerine vurdum... vurdum... şiirciklerimi oluşturdum.

Diyarbakır'da on dolayında Alevi köyü vardı. Halen de var. Dedeler gelir saz çalar söyler giderlerdi. Dede olayını çocukluğumda duymuş, görmüştüm.

Yaşadığım çeşitli olumsuzluklardan dolayı sazı tek başıma çaldım. Çaldım, çaldım az da olsa birşeyler öğrendim. Kendimi Anadolu deryasına attım. Dolaştım çaldım, dolaştım. Bir ara yolum Ege'ye, Manisa'ya düştü. Ünlü Manisa Tarzanı'yla tanışıp yanında bir ay kadar kaldıktan sonra Uşak'a vardım. Saza sarılırken kafamızda Güllüşah adlı bir kız adı katılmıştı. Ona aşıkmışım gibi türkülerimi onun adına yapıyordum. Onun adını söylüyordum. Uşak'ta birkaç gün kaldım. Bir ara mahpusane müdürü aldı beni evine götürdü. Bir iyice karnımı doyurduktan sonra, sana Güllüşah kızı bulduk, dedi. Kızı aldı bana gösterdi. Kız güzeldi ama kafamdaki Güllüşah'a benzemiyordu. Baskı yapıldı. Kızı nikahlayıp hemen saz öğrettim ve.. Güllüşah adını ona verdim, Anadolu'ya attık kendimizi. Yıl 1957 idi. Olduk Aşık İhsani ve Güllüşah. Halk hemen bizi tuttu, ilgi üstüne ilgi gösterdiler... Bunu duyan, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre kitaplarını çıkaran kitapçılar bizi, geldi aldı ve ilk ilk kitabımız çıktı, Aşık İhsani ve Güllüşah.....

1958'de Ankara Radyosu, Yurttan Sesler şefi Muzaffer Sarısözen bizi de programa aldı. Çarşamba günleri Güllüşah'la karşılıklı saz çalıp türküler söyleyince halkın ilgisini daha çok çektik.

Bu arada Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile tanıştırıldık. Uzun zaman gürüştük. Onlara şu türküyü söyledik:

Hey ağalar bahtiyarız mesuduz

Evvelallah sonra Demokrat Parti

Her köşesi cennet oldu yurdumuz

Evvelallah sonra Demokrat Parti


Nice istasyonlar nice garajlar

Nice fabrikalar nice barajlar

Yapıldı düz oldu keskin virajlar

Evvelallah sonra Demokrat Parti


Sırılsıklam cahildik. Ama sazımızı türkülerimizi sürdürüyorduk.

27 Mayıs 1960 darbesi yapıldı, askerler geldi, kaldı. Bir ara Ankara Radyosu'nun üst katında, üçüncü Tiyatro salonunda, Türk Ocakları'nın 51. Yıldönümü töreni yapıldı. 27 Mayıs'ın Başbakanı Fahri Özdilek ve kordiplaması (büyükelçiler, konsoloslar) ve ötekiler vardı. Sanatçılar geç kalınca beni aradı buldu.Sahneye çıkardılar. Saçım sırtımı, sakalım göğsümü dövüyordu. Kendime öz bir biçimde bir urba giyiniktim, ayakta saz çalıyordum o zaman. İlk, yeni yaptığım türkümle girdim;

Nedendir be koca Tanrı

Ben ölüyom sen ölmüyon

Dünya oluştu olalı

Ben ölüyom sen ölmüyon


Anlamak isterim önce

Bunlar doğru mudur sence

Vaktim saatim gelince

Ben ölüyom sen ölmüyon



Neden benim malım yoktur

Senin mülkün benden çoktur

Üstelikte adın haktır

Ben ölüyom sen ölmüyon



İhsani'yem için için

Bak şimdi anladım niçin

Allahsız olduğum için

Ben ölüyom sen ölmüyon


Der demez, Başbakan ayağa kalktı ve tüm gücüyle bağırdı: "atın şu komünisti oradan .." Tabii kor diploması şaşkın .. ne olduğunu öğrenmeye çalışırken ben karakolda ...

Yaklaşık bir yıl sonraydı. Türkiye'nin dışırıya tanıtılması için kısa metrajlı bir film yapılacaktı. Filmin yapımı Fransızlar'a verilmişti. Yönetmen beni, Güllüşah, küçük oğlumuz Garip'i aldı, Ürgüp Peribacalarına gidildi. Film yapıldı.Ve.. bu film Avrupa'da beş ödül aldı.

1962'de milletvekilleri maaşlarını artırmaya kalkıştı. Duyunca hemen yanıma birkaç halk ve halk ozanını aldım, parlementonun içine kadar gidip protesto ettik, maaşları geri aldırdık..

Bu arada Belçika Kültür Bakanı Türkiye'ye geldi. Kültür Bakanımızla görüşürken oradaydım ve kendisini bizim fakirhaneye davet ettim. Ertesi günü akşamı 25 kişi çıktı yemeğe geldiler... Bakanın adı Artur Olot'tu. Adam ülkesine gidince ünlü dergilerdinde şu başlıkları okuduk; "Türkiye'de üç şey ilgimi çekti. Bir, her kesimin Atatürk'e sarıldığını, 2. Parlementoda eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a af teraneleri. 3. Saçı sakalı gibi up / uzun görüşlü Aşık İhsani... "

Bir ara birileri, İngiliz Parlementosu'nu yıkan Mendy isimli bir fahişeyi getirdi, Hilton Oteli'ne koydu o.luğu açtı. Haber aldım ki, bizim milletvekileri kız için sıraya girmiş, parlemento bomboş kalmış. Başbakan İsmet Paşa'ydı. Hemen birkaç pankart hazırladım, eşimi çoçuğumu da aldım doğru Hilton'un önüne gittim "Defol evine, mevine" diye protestomuza başladık. Ertesi gün basın yazınca Mendy uçtu.

Türkiye İşçi Partisi kurulmuştu. İşçim, köylüm, açlık.. falan diyorlardı. Ben de bunları şiire döktüm. İlk yazdığım devrimci şiirim şu oldu; "Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar / Geliyoruz, geleceğiz, yakındır" ve öteki devrimci şiirlerim peş peşe oluştu.

Bu şiirleri yazarken cehaletim sürüyordu, ama yazıyordum. Bıçak kemikte... Nazlı.. Ağasız dünya...... derken "Ağalı Dünya" adlı kitabım çıktı. Ve eski dostlar düşman oldu, yeni dostlar edindim. Çetin Altan Milliyet'teydi. Birkaç şiirimi almış yayınlamıştı. Ağalı Dünya durmadan bitiyor, ben durmadan matbaalara gidiyor yenisini çıkarıyordum. Böylesi bir günde, hanım şairlerden Sennur Sezer beni aldı İstanbul dışına çıkardı. Geziyorduk. Sennur bir ara, bak İhsani, Çetin Altan burada oturuyor. Gel istersen gidelim, dedi. Akşamdı. Vardık. Çetin rakı içiyordu. Bir kadeh bana da verdi ve "haydi sıhhatine" derken ben kadehimi az aşağı indirip tokuşturunca Çetin atıldı "kimsin ulan, Sovyetler Birliği'nden gelmişsin değil mi, bizi denetlemeye geldin, hadi konuş... " Çetin Altan sonraları benim için çok yazdı.

Yazdıklarım görülmemiş şiirlerdi. Edebiyat piyasası alak-bullak olmuştu. Cahil, köyden gelmiş, okul yüzü görmemiş birinin bu şiirleri, Ağalı Dünya'yı yazdığına inanmadılar. Yüzüme karşı, bu şiirleri, "kitabı sana Sovyetler Birliği'nden gönderdiler", deyip deyip duruyorlardı. Böylesini hiç görmemişlerdi. Hele bir halk ozanınından hiç....

Galata Köprüsü'nde Ağalı Dünya'yı yüz kuruşa satıyorduk. Bir akşam üstü kadının biri yanıma yaklaştı; "Pertev Naili Hoca seninle görüşmek istiyor" deyince tası tarağı toplayıp yola çıktık. Pertev Naili Hoca adını, Anadolu'da öğretmenlerden duymuştum. Türkiye'nin tek "halkçılık kürsüsü" profesörüydü. Vardık ki ne görelim, tüm edebiyatçılar tıklım tıklım salonu doldurmuş, Hoca'yı ortalarına almışlardı. Hoca'nın elini öptük. Sonra da Hoca, İhsani, bize bir iki türkü söyler misin, deyince saza sarıldım, başladım söylemeye... Türkünün bitiminde, Pertev Hoca edebiyatçılara döndü, evet İhsani bir halk ozanıdır, der demez ordakilerin tümü birden "ooh" dedi, rahatladılar.

Evet. Benim gibi cahil birinin görülmemiş bir biçimde devrimci kitap ve şiirler yazmasına inanmak istemiyorlardı. Bu nedenle Halkçılık kürsüsü profesörü Pertev Naili Boratav'ı Paris'ten getirdi. Benim Sovyetler Birliği'nden mi geldiğimi yoksa normal bir halk ozanı mı olduğumu öğrenmek istediler... Bunların tüm belgeleri bendedir.



1960'tan 1977'ye kadar bana pasaport vermediler. Ecevit o zamanlar başbakan ve dostum olduğu halde bana pasaport verilmedi.1977'lerde bir yolunu bulup Almanya'ya attım kendimi.Halk geceleri ve televizyonlara çıktım. Bu arada Belçika ve öteki ülkeler de bana el uzattı, halk gecelerine ve televizyonlara çıkardılar beni... O ara Avrupa'dan üç de şiir ödülü aldım.
İlk okuduğum kitap Fuzuli'nin "Saadete Ermişlerin Bahçesi" isimli kitabıdır. Bugüne kadar 24 kitabım yayınlandı. İkisi yabancı dillere çevrildi. Ağalı Dünya ve Beyaz Köle. Taşplak, 45'lık plak, Longplay ve kasetlerim epey çıktı. Longpleylerimden biri ABD'de biri de, SSCB'de çıktı.

- Eşitlik, özgürlük, tam bağımsızlık, laiklik, demokrasi, hakça bölüşüm diyorsunuz her konuşmanızda, eserlerinizde. Bu kavramlar için Türkiye'de bu kavramları savunduğunu iddia edenlerin gerekli mücadele verdiğine inanıyor musunuz?

Hayır. İnanmıyorum. Herkes üzerine düşen görevi yapmış olsa sorunlar daha da azalacaktır. Zaten temel sorun da orada yatıyor zaten.

- Halk ozanı kimdir, halk ozanlığı nedir?

Halk ozanı halkın yanında olandır. Yani halkın görmeyen gözü, duymayan kulağı, söylemeyen dilidir. Yani halk bir derya, halk ozanı bir balıktır. Dahası, halk kır çiçekleri, halk ozanı bir arıdır. Bir de şöyle diyelim halk ozanı, derin ve karanlık kuyulara atılan halkını kartal pençeleriyle çıkarıp apaydınlığa götürendir. Halk ozanının okulu yoktur. Halk, derdini belasını sevincini söyletmek için ozanını yaratmıştır. Halk varoldukça ozanı da olacaktır.

- Alevilik Bektaşilik için neler söyleyeceksiniz?

Alevilik vazgeçilmez bir güzelliktir, sevgidir, barıştır, dostluktur, kardeşliktir ve de zengin bir kültürdür.

Çocukluğumdan bugüne yüce Alevi halkının itildiğini, kovulduğunu, dövüldüğünü, öldürüldüğünü, yakıldığını hep duydum, gördüm. Hükümetler bu yezitliğin, bu işkenceceliğin.. bu yobaz faşist kırıntılarının yaptığı katliama "dur" demediler. Üstelik göz yumdular yıkılasıcalar.

Yüce Alevilik oluştu oluşalı hep öyle oldu. İşte, tarihlere beyinlere kapkara bir leke olarak giren Kerbela.Kana doymayan yezit kırıntıları daha sonra katliamlarına devam ettiler. Kedinin ciğere yetişemediği gibi yüce Aleviliğin kültür hazinesini yaratan şairlere, yazarlara ve Ali'yi sevenlere murdardır deyip, çivili sopalarla, satırlarla, ateşlerle saldırdılar. Bu yezit faşist kırıntıları, yüce Alevilik mertebesini, sırılsıklam cahil kalıp yetişemediklerinden, murdar dediler.

Biz ne yaptık? Yapabildiklerimizi yaptık. İhanetlerini, yezitliklerini, katliamlarını saza söze döküp, beyinlere, tarihlere, işledik. Başka ne yapabilirdik ki; onların hükümeti, onların polisi, jandarması olunca.

- İmam Ali, İranlıların abarttıkları gibi, durmadan savaşan, kan döken bir katil değildir.İmam Ali iyilik, kültür sever bir bilim adamıdır. Sürekli halktan, haktan yana çıktığı için ona (hak) denilmiş.Bir beyin hazinesidir. İşte size Ali'nin bir deyimi, "her şey bir şeydir, cahil hiçbir şeydir.. " Bu söz İmam Ali'nin kim olduğunu göstermiyor mu?

Halk ozanının okulu yoktur. Halk, derdini-belasını, söyletmek için halk ozanını yaratmış, içinden çıkarıp önüne katmıştır.

Halk ozanı halkın duyan kulağı, gören gözü, söyleyen dilidir. Halk bir derya, halk ozanı balıktır. Yani, halk kır çiçekleri, halk ozanı arıdır. Türkiye'de halk ozanının özgürlüğü yoktur. Geçmişteki halk ozanlarıda şiirleri yazmış, gizlemiştir. Sonraları elden ele okunmuş, bana kadar gelmiştir. İşte, büyük Alevilik Kültürü'nü yaratan bu şairlerdir.


UTAN TANRIM

KENDİ KULUNDAN UTAN

Şu kullar sultanın kulu diyorlar

Utan Tanrım kendi kulundan utan

Etli-sütlü yiyip atlas giyiyorlar

Utan Tanrım kendi kulundan utan



Fakire cehennem zengine cennet

Beşerin başına sarmışsın cinnet

Kula kul olanda sana ne minnet

Utan tanrım kendi kulundan utan.



Bu sözü burada Ademi söyler

Sanmaki seninle yarenlik eyler

Dünyayı bölüşmüş paşalar beyler

Utan tanrım kendi kulundan utan.

*****

Allah allahı seversen

Senden başka Allah var mı

Yüzün gördüm hamdulillah

Bana da maşallah var mı?


Duyduk ki sen evlenmişsin

Meyrem anayı almışsın

Oğlan babası olmuşsun

İsai ruhullah var mı?


Sana netsem ne eylesem

Her ettiğini söylesem

Aleme ifşa eylesem

Bana da İznullah var mı?


Sen bir cennet yaptırmışsm

Mümin kullar girsin diye

Cehennemi neden yaptın

Ey akılsız koca tanrı


Ali ile bir oldunuz

Bir mektepte okudunuz

Ali oldu hafızkelam

Sen okursun hece tanrı

Türkiye'nin tek kültürü Alevi Kültürü'dür. Çünkü, davul zurna Pakistan'dan, ut, darbuka, cümbüş Araplar'dan, gitar İspanya'dan, keman İtalya'dan... Ötekiler şurdan burdan geldi Türkiye'ye. Alevilik ise bir yoldur. Kültür yolu hazinesidir. Ve de erişilmez, bu topraklara özgü bir kültürdür. 1979'da, Türkiye'ye göre dünyanın dibi olan Avusturalya Kıtası'na gittiydim, çağrılmıştım. Baktım ki ne göreyim. Bir parça ekmek karşılığı, Alevi halkı Avusturalya'ya da gitmiş.


Ekmek Leyla oldu bre dostlarım

Mecnun oldum ardı sıra gezerim


Dostlara hasret türküleri söyledim. Sonra da dertlerini belalarını hasretlerini, oturup bir kitap yazdım; "Beyaz Köle" yi yazarken Pülümürlü Hıdır geldi, sordum: "Buraya geldiğinde ilk işin ne oldu?", "Ölü babamı aramak oldu. " dedi. "Anlamadım" deyince yeniden girdi: "Ben çocukken, köyde babam öldüğünde, komşular ağız birlik, babamın öte dünyaya vardığını dedilerdi. Ee burası dünyanın ötesi olduğuna göre babamı neden aramayak ki. " İşte yüce Aleviliğin yeni bir kültürel yanı daha: Bektaşi mizahı... Bu olayı Cumhuriyet, ve başka gazeteler de yazdı. Avustralya'nın, Türkiye'ye göre dünyanın dibi olduğunu anlatan harika bir deyim. Aleviliğin bir dehasıdır bu.

- Türkiye'de halk ozanlarının temel sorunları nelerdir?

Halk ozanı ekonomik gücü ve özgürlüğü olmayan bir kültür adamıdır.

- En çok sevdiğiniz, beraber olduğunuz, dost olduğunuz diğer ozanlar, yazarlar kimlerdir?

Halkının sömürülmesine karşı çıkan tüm ozanları, yazarları, çizerleri seviyorum.

- Geçmişe baktığınız zaman, bir halk ozanı olarak sosyalist hareketteki yerinizi bize bugün tarafsız olarak değerlendirebilir misiniz? Günümüzdeki durum nedir, siz neler yapıyorsunuz?

Bugün genç olsam yeniden Demokratik Sosyalizmin gelişmesine katkıda bulunurdum. Bu konuda mahpusluk kapıları yeniden bana açlsa bile. Türkiye halkının kurtuluşu bu sosyalizmdedir, bu kesin...”

OZANIN KİTAPLARI : Aşık İhsani'nin Hayat Hikayesi ve Şiirleri (1960); Ağalı Dünya (1964); Yazacağım (1966); Bakalım Hele (1967); Ozan Dolu Anadolu (gezi, 1974); Vur Ağanın Başına (1975); Beyaz Köle (1985), Düş Değil Bu (2000)

KAYNAK: Pir Sultan Abdal Kültür Sanat Dergisi - Sayı 43 / Mart-Nisan 2001 - Sayfa : 55 - 66

Hiç yorum yok: