14 Şubat 2008 Perşembe

AŞKIN İSTERİK ÇIĞLIKLARI











Bülent Tekin

Nedense kanıt (belge) olarak bize kalmış aşk ve sevgi üzerine yazıtın “bir erkek ve genç kız” arasındaki aşkı betimleyen dizeler olmadığıdır. Bu Sümer tableti (şiir gelin tarafından söylenmiştir) bir kralla ona layık seçilmiş gelinini betimler:

“Güvey, canımın içi,/ Gönül açar güzelliğin, bal gibi tatlı,/ Aslan, canımın içi,/ hoştur güzelliğin, bal gibi tatlı.// Beni esir ettin, titreyerek önünde durayım,/ Güvey, yatak odasına götür beni,/ Beni esir ettin, titreyerek önünde durayım,/ Aslan, yatak odasına götür beni.// Güvey, seni okşayayım,/ sevdalı okşayışlarım baldan daha tatlıdır,(…)Güvey, şafağa değin uyu evimizde,/ Yüreğin, bilirim yüreğinin nerede sevindiğini,/ Aslan, şafağa değin uyu evimizde.(…)” Bu şarkının Sümer inancına göre “kutsal evlilik” ayini denen ve her yılın ilk gününde yapılan şarkılı, müzikli, danslı şölende(bu şarkının söz ettiği kral Şu-Sin’dir) kralın bereket oluşsun diye aşk ve doğurganlık tanrıçası İnanna’nın rahibelerinden birisiyle evlenmesi sırasında seçilmiş gelin tarafından söylendiği tahmin edilir.



Yine bir başka tablette,-kendini kral Şu Sin’e adamış kadının-Şu-Sin’e yazdığı aşk şarkısı Kutsal Kitap’taki (Kitabı Mukaddes)“Neşideler Neşidesi”ni çağrıştırır:

“Saf olanı doğurdu o, saf olanı doğurdu o,/ Saf olanı doğurdu kraliçe[kral Şu-Sin’in annesi], saf olanı doğurdu Abisimti[kral Şu-Sin’in annesi]/ Saf olanı doğurdu kraliçe.(…)Ey güzel uzuvlarla süslü (kraliçem)/ Ey..başlı (kraliçem), kraliçem Kubatum[kral Şu-Sin’in eşi]/ Ey..saçlı (efendim), efendim Şu-Sin,(…)Allari [bir aşk şarkısı]-söylediğim için, efendi bana armağan verdi,/ Altından bir kolye, lapis taşından mühür, efendi bana armağan etti,(…)Tanrım, şarap dolduran genç kızın tatlıdır içkisi,/ İçkisi gibi tatlıdır dölyatağı da, tatlıdır içkisi,(…)”

Her ne hikmetse ilk aşk ve ilk sevgili sıradan insanları değil de, seçilmişleri kapsıyor. Ve ne tuhaftır ki-tıpkı bugün gibi-erkek (kral) kadına (sevdiğine) pahalı armağanlar veriyor. O ilk aşklar bile mutlaka bir yerinden çıkara bağlanıyor. Bu düğüm şimdilerde değil, o ilk insandan, binlerce yıl öncesinden atıldı. Kadını, aşkı, sevgiyi bize öğreten-ancak onu tapınağa da hapseden-tanrıça İnanna oldu.



Ve işe çamurdan, balçıktan başlarsak kutsal kitaplarda Âdem ve Havva’dan söz etmek gerekecek: “(…)Rab Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık oldu. Rab Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Âdem’i oraya koydu.(…)Ona, ‘Bahçede istediğin ağacı yiyebilirsin’ diye buyurdu. ‘Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme(...)’(…)Rab Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapladı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi.(…)Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi.(…)Rab Tanrı kadına, ‘Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim’ dedi. Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın. Seni o yönetecek.’(…)Böylece Rab Tanrı,(…)Âdem’i Aden bahçesinden çıkardı. Onu kovdu.(…)”(Kutsal Kitap, Yaratılış,2-3)

Kur’an’ın A’raf süresinde de cennetten çıkarılma anlatılır. “(…)‘Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.’(…)Derken şeytan,(…)onları kandırarak yasağa sürükledi.(…)Allah dedi ki: ‘Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.’ Allah dedi ki: ‘Orada yaşayacaksınız, sonra da öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.’(…)”

Böylece kutsal kitapların anlatımıyla da, kadının (sevgilinin) erkekten daha alt pozisyonda ve bağımlılığında olduğu deklere edildi. Yasak meyveyi yiyen (yediren) kadın acı içinde çocuk doğuracaktı.

Denir ki 14 Şubat öyküsü 3.yüzyılda-barbar zihniyetli-Roma İmparatoru II.Claudius’un (Marcus Aurelius Claudius Augustus Gothicus) asker gereksinimi için evlenmeyi yasaklamasıyla başlar. Sevgililer şaşkın ve acı içindedirler. Birbirlerinden uzakta, ümitsiz bekleyişlerle, artık acı içinde ölmektedirler. Bu yasaya uymayan-daha sonra Aziz ilan edilecek-papaz Valentine yine kendisi gibi düşünen (Aziz) Marius’la birlikte gençleri gizlice evlendirir. İmparatorun haksız olduğunu anlatır. Tutuklanır Valentine. Hapishanede onu bir gardiyan kızkardeşi kör Julia sık sık ziyaret eder. Amacı gözlerinin açılmasıdır. Valentinus ona doğayı, bilimi, aritmetiği ve Tanrı’yı anlatır. Kadını yaşamaya yönlendirir böylece. Kadın görmek için dua eder. Valentinus, “Tanrı bizim için en iyi olanı yapar, yeter ki buna inanalım.” der. Ve bir sabah gözlerinde aydınlık belirtileri olur Julia’nın. Haykırır :




“Valentinus görüyorum, görüyorum!” Valentius ona dualarına devam etmesini telkin eder. Ancak ertesi gün (14 Şubat 270) Valentinus’un ölüm emri gelir. Ve o gün, yaptıklarından(!) dolayı sopayla dövülerek öldürülür(kafasının kesildiği şeklinde iddialar da var). Valentinus, Julia’ya öğüt dolu bir not bırakır: Tanrı’ya yakın olmasını öğütlemiştir. Ve notun altını da “Senin Valentine’ından” diye imzalamıştır. İşte bu not bugün Sevgililer Günü olarak kabul edilen 14 Şubat’ta yollanan milyonlarca (tebrik) kartın nedenidir.

Memê Alan ve onun adaptasyonu Mem û Zin öyküleri de sevgi, doğruluk, temiz ilişkiler, fedakârlık ve direniş ruhlarını içerir. Bunlar da birer Kürt aşk ve sevgi destanlarıdır. Ehmedê Xanî’nin 1686’da-Cizre’ye gelerek-Mem û Zin’i 1695 yılına kadar yazdığı söylenir. Ehmedê Xanî Mem û Zin’i yazarken olayların örgüsünde hemen hemen Memê Alan’dan esinlenerek aynı argümanları kullanmıştır. Aşk, sevda zordur, çetindir, direnilmelidir; kavuşmak belki de ölüm sonrasına kalır…



Kadın-erkek eşitsizliği yazının bulunması sonrasında, kutsal kitaplarla başlamıştır. Bugün açlık, yoksulluk, savaş, işsizlik, borçlanma gibi nedenlerle milyonlarca kadın fuhuşa zorlanıyor. Sosyalist sistem çöküp mafya bozuntularının eline geçerken geriye Nataşa bırakmıştır. Tek kutuplu dünya ve burjuva kapitalist düzeni fuhuşu, eşitsizliği ve sömürüyü yaratan tek nedendir. (Almanya’da “fuhuş” yasalarla serbest bırakılmıştır. Suç değildir.)

Ülkemizde de Sevgililer Günü’nün-ki parası olanlar kutluyor-kutlansa bile sevgi amaçlı olması olanaksızdır. Bu kutlama, töre cinayetleri, namus anlayışı(!), açlık, kimsesizlik, fuhuş ve kadının ikinci sınıf insan sayılmasını temizleyemez. 14 Şubat’lar salt komprador burjuvazinin ürettiği malları saymaya yarıyor. Yani aşk diyorsan, burjuva aşkı; gerisi yok.

Trilyonlarca alışveriş böylesi yoksul ülkenin/ülkelerin gerçek resmi değildir. Kredi kartları, bonus kartlar, çek, hisse senedi, altın, kapitalizmin ve emperyalizmin keskin kılıçlarından başka bir şey değildir. Sevgililer Günü bir hediye alma yarışı olarak tanımlanabilir. Medyanın reklâm olarak ticaret burjuvazisinin emrinde olduğu bu günlerde aslında kutlan(ıl)an temiz sevgi (aşk) değil, kompradorların satılan metalarıdır. Memuru, işçisi açlık ve yoksulluk sınırı içinde olan bir ülkede bu israfın sevgiyle bir ilintisi olamaz. Olsa olsa kocaman bir ayıp olur! Uluslar arası Af Örgütü-ben her ne kadar bu tip örgütleri samimi bulmasam da-burjuva sevgililerin birbirine hediye ettiği elmas takılar için Sevgililer Günü’nü bir denetim günü olarak kabul ediyor. (Kapitalist ve emperyalist ülkelerde satılan takıların, “Angola, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Liberya ve Sierra Leone gibi ülkelerdeki kanlı elmas ticaretinden elde edildiğinden kaygılıdır.)

Aşk, sevgi, sevgili, hayat gibi tutkuları bize hatırlatan Sevgililer Günü gibi furyalar (aslında Anneler Günü, Babalar Günü de bu işin dışında tutmakla ayıp ediyorum ya!), büyük bir telaş içinde geçen günlerimizde bedenlerimizden zırıldayan duygu (vicdan) seslerini bizlere duyumsatmazken; çek, senet, kredi kartı, bono, borsa, altın düzenini yaşatanların bizler(in) olduğunu emperyalizm gördükçe cezbeye giriyor. Çünkü biz ona ömür boyu böbürleneceği tapınaklar inşa ediyoruz.

Bu nasıl bir gündür ki, hâlâ ülkemizde-kolaylıkla-bir Alevi bir Sünni’yle, Bir Müslüman bir Hıristiyan’la veya bir Yezit kızı bir Müslüman gençle evlenebiliyor mu? Evleneceklerin aydın olması yetmiyor, toplumun kabullenmesi ağır basıyor bu konuda.
Cumartesi Anneleri’nin, Kürt annelerinin, Türk annelerinin ağladığı bir yaşamda kadının isterik çığlıklarını biz hâlâ elmasta, altında, süs eşyasında buluyoruz. Bu ayıp hepimize yeter!

Ah, ah! Bizim bir “ana”ya ihtiyacımız var. Bu işleri bir vuruşta yerle bir edecek bir anaya… Bir kadın bu olmalı. Ana olan bir kadın… Ancak bir kadın önleyebilir erkeklerin, kadınların böylesi bir hazzını. Çocuk doğuran bir kadın ancak anlar ölümü, öldürmeyi, baskıyı, eşitsizliği, onursuzluğu… Ancak bir kadın söndürebilir bu kadar yalanı dolanı, erdemsizliği, paranın kirli alevini!

---------------------------------------------
Kaynak: Esmer Dergisi, Şubat 2008
---------------------------------------------

Hiç yorum yok: