3 Ekim 2009 Cumartesi

Devletin Ağaları



İsmail Beşikçi

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, Ramazan Bayramı’nda, Mardin’in Sınırtepe Karakolu’na da uğradı. Genelkurmay Başkanı, orada, basına yaptığı konuşmada, ağalardan şikayet etti. “Bu bölge ne çektiyse ağalardan çekti” dedi. “Şimdi de siyaset ağaları var, terör ağaları var” dedi. Konuşmanın bu bölümlü şöyle: “Özellikle bu bölgede, insanlarımız, vatandaşlarımız, Doğu Anadolu da dahil olmak üzere, ağalardan çok çekti. Bugün bu noktalardaysak, altında yatan temel nedenlerden bir tanesi bu. Bu zamanın ağalarından çeken insanlarımız, siyaset ağalarından, terör ağalarından muzdarip. Esas temel sorunlardan bir tanesi de, bu halkımızın siyaset ağalarından, terör ağalardan kurtarılmasıdır.”

Genelkurmay Başkanı, bu konuşmada, Kürtçe eğitim konusundan da söz etmiştir. Gazetecilerden gelen, “Kürtçe eğitim diye bir sorun var mı?” sorusu üzerine verilen cevap şöyle: “Ben olduğu kanaatinde değilim. Kürtçe’yi nerede öğrenecek bu insanlar? Anadil nerede öğrenilir? Ana-babaya Kürtçe öğretme diyen mi var? Kürtçe okuma yazma öğrenmek istiyorum, diyorsa, yasak mı?”

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un bu düşüncelerini irdelemekte yarar var. Şurası çok açık. Ağalarla, şeyhlerle, aşiret reisleriyle ilişki kuran, bu kurumları güçlendiren, ayakta tutan her zaman devlet olmuştur. Çünkü, devlet, bu kişiler, bu kurumlar aracılığıyla Kürtlerde gelişen milli hareketi kontrol edebilmekte, engelleyebilmektedir. Bu, Cumhuriyet’in 80 yılı aşkın bir zamandır karalı ve sistematik bir şekilde uyguladığı bir politikadır. Çünkü devlet için en önemli konu budur. Bunun için ağalıkla, şeyhlikle, aşiret reisleriyle işbirliği yapmak gerekirse yapılmalıdır, anlayışı egemendir. Bu feodal kurumlar hala ayaktaysa devlet istediği içindir.

1985 de koruculuğun tekrar örgütlenmesi, bu feodal kurumlara can veren, onları dirilten, ayakta tutan bir süreç yaratmıştır. Koruculuk kurumu sayesinde, şeyhler, seyitler, ağalar, aşiret reisleri, devletin yanındaki yerini sağlamlaştırmış, devletin istekleri ve devletin çıkarları doğrultusunda tavır ve davranış sergilemeye başlamıştır. Devlet bu toplumsal kategorilerle, bu kategoriler de devletle çok sıkı bir işbirliğine girmiştir. Bugün en büyük ağalar korucubaşlarıdır. Onlar devleti, devlet de onları desteklemektedir. Bu kişiler ve kurumlar, Kürtlerde gelişen milli hareketi, milliyetçilik akımlarını frenlemek, engellemek için çok yoğun bir çaba gösteriyor. Din kurumunu da etkili bir şekilde kullanıyorlar.

Devletin Ağaları…

1994 kışında, bu ağaların, beylerin, aşiret reislerinin, şeyhlerin bir kısmı Ankara’ya davet edilmişlerdi. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, bu kişilerle yakından ilgileniyordu. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, günlerce, “Jirki Aşireti Reisi…”, “Tayan Aşireti Reisi…”, “Davudiyan Aşireti Reisi…”, “Kikan Aşireti Reisi…” “Ertuşi Aşireti Reisi…”, “Pinyaniş Aşireti Reisi…” diyerek bu kurumlara meşruluk verdi. Bu kişiler, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü gibi kurumları ziyaret etmişler, ziyaretleri basında geniş bir şekilde yer almıştı.

Bu kişiler televizyona da çıkarılmışlardı. Bu programa profesör Doğu Ergil de katılmıştı. Doğu Hoca, bu kişilere ısrarla ne istediklerini soruyordu. Onlar da “sileh istiyoruz, pere istiyoruz” diyorlardı. Silah ve para istediklerini birkaç defa ısrarla vurguladılar. Doğu Hoca, “gazetemiz olsun, radyomuz, televizyonumuz olsun gibi bir talebiniz yok mu?” diye sordu. Onlar da, silahtan ve paradan başka isteklerinin olmadığını, Türk bayrağı altında yaşamaktan çok mutlu olduklarını söylediler. Bunlar, devletin ağaları, devletin şeyhleri, devletin aşiretleridir. Bunlar devlet ağalarıdır. Varlıklarını devlete borçlu olan ağalar, şeyler ve aşiretlerdir…

1990’ların sonlarını düşünelim. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, belediyelerinin sorunlarını görüşmek için kendisinden randevu isteyen Halkın Demokrasi Partili (HADEP) belediye başkanlarına randevu vermiyordu. Bu HADEP’lilerle görüşmüyordu. Ama aynı dönemde korucubaşları, yani aşiret reisleri, şeyhler, seyitler, büyük toprak sahipleri, sık sık Ankara’ya davet edilirdi. Ankara’da, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü dahil, devletin bütün makamlarıyla görüşürlerdi. Devlet, onları çok iyi ağırlardı. Devlet onları, onlar de devleti desteklerdi.

Son Kürt savaşının bu kadar uzun sürmesinin nedeni, savaşı, yoksul Kürt halk kesimlerinin sürdürüyor olmasıdır. Savaşa, aşiret reislerinin, ağalarını, beylerin, şeyhlerin katılmıyor olmasıdır. Koruculuk kurumu dolayısıyla bunların, devletin ve ordunun yanında yer aldığı biliniyor. Bütün bunlar, ayaklanmaları yürütenlerin sınıf yapısında çok önemli bir değişiklik olduğunu göstermektedir. Bugün, gerek PKK savaşçıları, gerek Demokratik Toplum Partisi milletvekilleri, genellikle yoksul halk çocuklarıdır.

Durum bu kadar açıkken, Kürtleri, “siyaset ağaları”, “terör ağaları” kavramlarıyla eleştirmek, suçlamak şaşırtıcıdır. Kürtlerin siyaset yapması demokratik Türkiye’nin bir gereğidir. Askerin sık sık siyasete müdahale etmesi, siyasal konular üzerinde sık sık görüş açılaması, olmasını istediği, olmamasını istediği konuları dile getirmesi, Türkiye’nin demokratik bir siyasal sisteme, demokratik bir siyasal rejime sahip olmadığının temel bir göstergesidir. Bu yönüyle Türkiye demokratik de değildir, laik de değildir.

“Terör ağaları”ndan söz etmek, 1990’larda, 2000’lerde, devlet terörünün nasıl tırmandırıldığını dikkatlerden kaçıramaz. JİTEM’in faaliyetlerini, binlerle ifade edilen “faili meçhul” cinayetleri, köylerin yakılmasını-yıkılmasını, ormanların sistematik olarak yakılmasını, milyonlarca insanın yerini-yurdunu terke zorlanmasını, temel geçim kaynaklarının tahrip edilmesini nasıl açıklamak gerekir? Bütün bu olgular, süreçler nasıl gerçekleşti? 1500 civarında, “faili meçhul” olan, cesetlerine ulaşılmış cinayet vardır. 5 bine yakın, “faili meçhul” olan fakat cesetlerine ulaşılamamış cinayet vardır. 17 binden fazla, dosyası açılmış ama kapanmamış cinayet vardır. Bütün bunlar ortada dururken “terör ağaları”ndan söz etmek inanı şaşırtıyor. Bir sabah evinize baskın yapılıyor. Güvenlik aramaları… Un çuvalları, bulgur çuvalları, deterjan torbaları, tuz, şeker torbaları vs. her şey alt-üst ediliyor, birbirine karıştırılıyor… Oğlunuz/kızınız/kocanız/kardeşiniz,babanız… alınıp götürülüyor. Birkaç gün sonra bir dere kenarında, bir köprü altında, bir mağaranın girişinde
parçalanmış cesedini buluyorsunuz… Bütün bunlar ortada dururken, açık bir şekilde ortada dururken, “terör ağaları”ndan söz edip Kürtleri eleştirmek, suçlamak bir ironidir.

Genelkurmay Başkanı’nın dil üzerine söylediklerine de bakmak gerekir. Genelkurmay Başkanı, “anadil, anadan babadan öğrenilir, buna engel olan var mı?” diyor. Ama Kürtçe eğitimin mümkün olmayacağını da söylüyor. 25-30 yıl öncesine kadar, “Kürtçe ilkel bir dildir, yazı dili değildir, bu dille roman yazılamıştır.. “ denirdi. Kürtçe aşağılanırdı. Günümüzdeyse Kürtçe eğitim olamaz, Kürtçe eğitim milleti, vatanı, devleti böler…” deniyor. 2983 sayılı ve 1983 tarihli bir yasa vardı. Kürtçe’yi her alanda yasaklayan bir yasaydı. 1991 de yürürlükten kaldırılmıştı. Genelkurmay Başkanı’nın bu konuşmasıyla Kürtlere biraz özgürlük tanıdığı söylenebilir. “Ana-baba çocuklarına Kürtçe öğretebilir ama, Kürtçe eğitim olmaz” diyor. Anadil konusunda ananın-babanın tutumu elbette önemlidir. Ama, sokak ve okul aile ortamını tamamlayan kurumlardır. Eşitliği sağlamak açısında, Kürtçe okul, hatta mecburi Kürtçe okul, Kürtçe eğitim gereklidir.

Devlet, bir kısım basın, “Kürt açılımı” derken bile, Kürtlere ve Kürtçe’ye hakareti, aşağılamayı sürdürüyor. “Seçimlik dersler”den söz ediyor. Kürtçe’yi, “seçimlik ders” kategorisinde değerlendiriyor. 20 milyona hitap etmesi beklenen bir anadilin, “seçimlik ders” kategorisinde değerlendirilmesi, Kürtlerin ve Kürtçe’nin aşağılanması değil midir? “Açılım” konuşmalarının, tartışmalarının, planlarının, projelerinin önemli bir yönü şudur. Kürtlerin demokratik taleplerini, özgürlük taleplerini karşılamak, birinci planda düşünülen bir konu değildir. Birinci planda, 25 yıllık son Kürt savaşında yıpranan devletin, yıpranan kurumların restore edilmesi planlanmaktadır. Bu da belirli bir “açılım”ı gerekli kılmaktadır.

-------------------

Kürdistan Post:
http://www.kurdistan-post.com/

Hiç yorum yok: