3 Aralık 2011 Cumartesi

İFADE VERMEK DEĞİL, İFADE ETMEK İSTİYORUM…



Adil Okay
okayadil@hotmail.com

Yazının başlığı olan, “İfade vermek değil, ifade etmek istiyorum” cümlesi, İHD’nin başlattığı “İnsan Hakları Haftası” kampanyasının temel sloganı. Konumuz: “İnsan hakları haftası.” “Halkların kardeşliği.” Bu kulağa hoş gelen bir söylem, bir slogan. Bir zamanlar bu sloganı atan insanlar ‘bölücü ve anarşist’ diye zindanlara tıkılıyordu. Hatırlarsınız bu ülkeyi kan gölüne ve devasa bir cezaevine çeviren 12 Eylül cuntası, dönemin Barış Derneği yöneticilerini bile idamla yargılamışlardı. Aradan geçen 31 yıllık zaman diliminde, her hükümet döneminde “demokrasiye geçtik - geçiyoruz, cunta anayasası değişecek” nutukları atıldı. Ama yargısız infazlar, tutuklamalar, cezaevinde katliamlar devam etti.

Bu gün, 2011 yılı biterken koşullar çok da farklı değil. AKP hükümeti ülkeyi, “Açılım, insan hakları” adı altında, 12 Eylül faşizmini aratmayacak boyutta kararttı. Seçilmiş belediye başkanlarından, gazetecilere kadar binlerce insan tutuklandı. Tek suçları vardı: O da düşüncelerini konuşarak, yazarak ifade etmek. En son Barış Meclisi’nde birlikte çalıştığım, barış ve özgürlük tutkunu Mahmut Karabulut, merhum babam Süleyman Okay’ın arkadaşı, aile dostumuz yazar Ragıp Zarakoğlu ile barış temalı bir panelde birlikte olduğum için onur duyduğum Prof. Dr. Büşra Eraslanlı’nın ve arkasından avukatların tutuklanması, hükümetin faşist yüzünü tartışılmayacak biçimde ortaya koydu. Artık ABD destekli, Fethullah Gülen icazetli “Yeşil Ergenekon” sahnede. “AKP zorbalığı, suçsuz insanlara, hem suçlu hem de ‘güçlü’ pervasızlığın yalanlarıyla saldırırken; önce devrimcileri, yurtseverleri içeri aldılar… Sonra da Ragıp Zarakolu kardeşimiz gibi aydınlar(ımız)ı… Şimdi de Ayşe Batumlu gibi (karnı burnunda hamile) avukatlar(ımız)ı… Savunmanın da saldırı altında olduğu vaziyet-i umumiyeyi despotizmin çılgınlık hâli olarak nitelemekte hiçbir sakınca ve abartı yoktur…”

Cezaevleri doldu taşıyor dediğimiz 12 Eylül faşist darbesi döneminde, zindanlarda 80 bin insan vardı. Bu gün ise bu sayı 120 bin. Ve (c)eza evlerinde hak ihlalleri, keyfi cezalar, tecrit içinde tecrit had safhada. AKP’nin ‘demokratlığının’ en açık göstergesi.

Halklar kardeş mi
Değiştirmek zorunda olduğumuz bu kara tabloyu betimledikten sonra, bu haftanın önemine ve çıkış nedenlerine değineyim: Bir metafor olarak, evrim teorisine göre de insanlar kardeştir, idealist felsefeye yani semavi dinlere göre de hepimiz Adem ve Havva’dan geldik yani kardeşiz. Ama bazı insanlar, üretim − bölüşüm ve tüketim sürecinde akıllarını kötülük için kullanarak özel mülkiyet alanlarını genişletmeye başladıktan sonra, halkların − insanların kardeşliği tarih olmuştur. Önce hamilelik ve emzirme döneminde zayıf düşmelerinden yararlanılan kadınların emeği gasp edilmeye başlanmış, daha sonra kabileler, klanlar arasında süren savaşlarda edinilen esirler, bedava işgücü olarak birilerinin emrine verilmiş, böylelikle kardeşliğin, eşitliğin nesnel koşulları ortadan kalkmıştır.

İşte ataerkil dediğimiz, sömürü ve özel mülkiyet dönemi böyle başlamış ve halkların kardeşliği yerini, halklar arası düşmanlığa bırakmıştır. Dünya tarihinde savaşların temelinde ekonomik çıkar ilişkileri yatar. Prudhon, ‘mülkiyet hırsızlıktır’ derken, Jaures, bu bağlamda ‘zenginlik suçtur’ demiştir. Egemenler kendi çıkarları için halkları birbirlerine karşı vatan, millet, toprak ve bayrak söylemeleriyle kışkırtmış ve savaşlara sürmüştür. Homeros’un İlyada’da anlattığı Truva savaşı, Paris’in Helen’i kaçırmasıyla başlar. Ancak savaşın asıl nedeni güzel Paris değildir, yine ekonomiktir. Çanakkale boğazını elinde tutan Truva’nın amacı, Elen tüccarlarının Karadeniz’e açılmasını engellemektir.

Ermeni, Süryani, Arap ve Kürt kardeşlerimize ne yaptık
Türkiye’de Ermeni ve Süryani kırımının, 6−7 Eylül olaylarının kökeni yine ekonomiktir. Bu katliamlar, Ermeni, Süryani ve Rum mallarının Türk burjuvazisine peşkeş çekilmesi ile sonuçlanmıştır. Konu mal ve para olunca, halkların kardeşliği unutulmuştur. 4 bin yıldır kök salan, ev sahibi olan halklar, kadın, çocuk, yaşlı denmeden katledilmiş, göçe zorlanmış, toprakları kardeş kanıyla sulanan Anadolu kısır hale getirilmiştir. Elbette bu katliamlar sadece Anadolu coğrafyasında olmamıştır. ABD’de ev sahibi yerlilerin, Avustralya’da Auberjin’lein, 2. Dünya savaşında Yahudilerin uğradığı soykırımlar tarihin utanç sayfalarına yazılmıştır. Yakın tarihte Uganda’da, Fransa’nın suç ortağı olduğu soykırım gerçekleşmiştir. Örnekler uzatılabilir.

Benzer gelişmeler kadim kentim Antakya’da da olmuştur. Önce Ermeniler göçe zorlanmış, 25.000 Ermeni, kenti terk etmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinde ise geriye kalan Arap asıllı Hıristiyan ve Yahudiler birer ikişer, ev barklarını satarak, yaşlı gözlerle ata topraklarını terk etmiştir. Geriye az sayıda Gayri Müslim kalmıştır. Onların da sayısı, “Çan, Ezan, Hazan” belgesellerinde abartıldığı kadar değildir. Artık Antakya’da ‘Mozaik’ten değil, çatlamış, kırık bir ‘mozaik’ten bahsetmek daha doğrudur. AKP, ABD patentli, işgalci BOP projesinden çok farklı olmayan, “yeni Osmanlıcılık” projesi ile Suriye’ye saldırı planları yapmakta ve Hatay’da yaşayan halklar arasına yeni düşmanlık tohumları ekmeye çalışmaktadır.

1980’den itibaren ise hedefe “hak isteyen Kürtler” konulmuş, bu gün devletin bile kabul etmek zorunda kaldığı rakamlarla ifade edecek olursak, binlerce Kürt köyü boşaltılmış, Kürt tehciri başlamıştır. İkinci AKP hükümeti döneminde baskılar ve tutuklamalar fütursuzca artmış, yeni Dersim trajedileri planlanmaya başlanmıştır.

Akılçağı - Modernizm - Kapitalizm
Velhasıl Dünya halklarına, kardeş oldukları unutturulmuştur. İlk çağlardan bu yana savaşlar, din savaşları, mezhep savaşları adı altında egemenlik savaşları devam etmiştir. Bu Pazar − paylaşım savaşları, ‘akıl çağı, modernizm, ulus devletler’ döneminde de hız kesmemiş, milyonlarca insanın katline neden olmuştur. Unutmamalı ki, 1. Ve 2. Dünya savaşı kapitalizmin eseridir. İkinci dünya savaşından sonra savaşta hayatını kaybeden on milyonlarca insandan özür dilenir gibi, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Beyannamesi yayınlanmıştır. BM’nin 1948 de yayınladığı bu bildirge, Türkiye’de Bakanlar Kurulu Kararı ile 27 Mayıs 1949 da kabul edilmiştir.

Söz konusu genelgeden iki madde aktarıp bugüne bakalım.
Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.

Bu iki maddeden hareketle yorumlarsak: Hiç kimsenin ana dilinde konuşması, türkü söylemesi, çocuklarına ad vermesi, ana dilde eğitim yapması yasaklanamaz. Ama bizim ülkemizde on yıllar boyu bu en insani haklar yasaklanmıştır. Türkiye, imzaladığı İnsan Hakları beyannamesine uymamış, BM’de bu durumu görmezden gelmiştir. Irak’a, Libya’ya sözüm ona ‘demokrasi’ götüren, Suriye’ye de saldırmak için fırsat kollayan kapitalist dünya, Suudi Arabistan da yaşanan ortaçağ gericiliğine, İsrail saldırganlığına ve Türkiye’nin faşizan uygulamalarına karşı kılını kıpırdatmamış, üç maymunları oynamıştır. Ve sonuçta kardeş kardeşe düşman edilmiştir.

Bu gün AKP hükümetinin, bir avuç dolar için, Füze Kalkanlarının Türkiye’ye konuşlandırılmasını kabul etmesi, ülkeyi tetikçilikten Truva atına dönüştürmesi de halkların kardeşliğine değil, halkların düşmanlığına hizmet eden bir adımdır.

Sonsöz
Sonuç olarak, ‘Halkların kardeşliği’ şiarının henüz bir ütopya ve−veya dilek olduğunu söyleyebiliriz. Zira kapitalizm savaşlardan, halklar arası düşmanlıklardan, sömürüden beslenmektedir. Büyük tekellerin, savaş tacirlerinin emri altında, adlarının başında ‘prof’ unvanı olan koca koca adamlar ve kadınlar çalışmaktadır. Bunlar azgın sömürü amacıyla doğanın katledilmesini halklardan gizlemek için gözümüzün içine bakarak yalanlar söylemekte, yalan raporlar hazırlamaktadırlar. Keza ‘sanatçı− gazeteci− akademisyen’ kimliği taşıyan birçok insan da ya açıktan ya da suskun kalarak mevcut hükümete ve büyük patronlara hizmet etmektedir. Bu kesim, İşçiler işten atılırken, öğrenciler polisten işkence görürken, seçilmiş belediye başkanları, muhalif gazeteciler, yazarlar, avukatlar, Ragıp Zarakoğlu’lar, Büşra Eraslanlı’lar tutuklanırken susmaktadır. Oysa Halil Cibran’ın sözleriyle, ‘Zalim zulmünü işletirken, ak ellilerin elleri temiz kalamaz.’

Tarih, zalimleri olduğu gibi, onların destekçilerini de er geç mahkum edecektir. “Bu saldırı karşısında da hayat; Dalai Lama’nın, “İnsan kararlılığına inanın. Tarih boylu boyunca göstermiştir ki; insan iradesi bilinen tüm silahlardan daha güçlüdür,” sözünü anımsatan Ragıp Zarakolu gibi savunulmalıdır; savunulacaktır da…”

Sözlerimi, tüm düşünce-ifade ‘suçlularına’ adadığım ‘Gereği Düşünüldü’ adlı şiirimle bitirmek istiyorum.

“son noktayı koydu yaşlı kadın
kapattı daktilosunu
postaya verdikten sonra yazdıklarını
uzun bir yolculuk zamanı diye düşündü


gürültüyle çalındı kapı
hadi teyze hanım dedi kibar polisler
hazır mı valizleriniz
hakkınızda tatil müzekkeresi var


gereği düşünülünce
konuştu ak saçlı yazar
pişman değilim baylar
yarın yine imzalarım yazdıklarımı
son sözüm bu dedi…


kırıldı kalem…”

01 Aralık 2011 http://www.adilokay.com/
----------

Bu yazı Aralık 2010’da ‘Seyhan Sosyal Kültür ve Sanat Derneği’nin düzenlediği ‘Halkların Kardeşliği’ temalı panelde sunduğum tebliğden yola çıkılarak hazırlanmış ve güncellenmiştir.


Kamuoyunun Dikkatine, Ankara Düşünceye özgürlük Girişimi, Ankara, 22 Kasım 2011

Hatay’da yaşanan mahalle baskısı için Bkz. “Mahalle baskısıymış günaydın.” Adil Okay. www.adilokay.com. Veya Güney dergisi s.42. http://www.guneydergisi.com/sayilar/63-guney-42/223-gueney-say-42-cindekiler.html

Temel Demirer, ırkçılık depreminde sosyo-politik topoğrafya(mız)! Newroz, Yıl:5, No:193, 17 Kasım 2011.

Hiç yorum yok: