13 Ağustos 2011 Cumartesi

Somali’den İngiltere’ye yalanlar ve gerçekler...


Adil Okay
okayadil@hotmail.com

”İngiltere’de siyahların ayaklanma nedeni postmodern ‘çokkültürcülük’ politikasının iflasının, neoliberalizmin derinleştirdiği eşitsizliğin, işsizliğin, aşsızlığın ve bunun müsebbibi olarak ‘ötekilerin’ dışlanmasının yarattığı nefretin sonucudur. Somali’deki açlığın nedeni ve asıl suçlu da kuraklık değil, yoksul ülkeleri nükleer ve kimyasal çöplük haline getiren emperyal güçlerdir.”


Somali’de çocuklar açlıktan ölüyor. Dünya ‘liderleri’ yardım çağrısı yapmaya başladılar. Tayyip Erdoğan’da hemen koroya katılıp, insan yüzünü gösterme gayretine girdi. Uzun yıllardan beri, Avrupa’da çeşitli yardım örgütleri Afrika’da açlara destek kampanyası açar ve yapacakları yardımların vergiden düşüleceği notunu eklerlerdi. Bir zamanlar yaşadığım Fransa’da, dönem dönem kapıma gelen, ciddi olduklarını düşündüğüm kuruluşlar aracılığıyla, ‘Deniz Yıldızı’ öyküsünü düşünerek, yardım kampanyalarına katıldığım olmuştur. Karşılığında gerçekten teşekkür ve vergi iadesi belgesi almıştım. Tabi o zaman da, kapıma gelen idealist - gönüllü gençlere anlattığım gibi, bu yardım kampanyalarının aslında ‘günah kefareti - fitresi’ olduğunu bilmekteydim. Angelina Jolie’nin Afrikalı bir yetimi evlat edinmesinin, Afrika’ya yardım olmayacağını bildiğim gibi. O yardım kuruluşlarında gönüllü çalışan merhametli insanların emeğini de küçümsemiyordum. Bizdeki, yöneticileri hırsızlıktan yargılanan bir STK olan ‘Deniz Feneri’nden daha şeffaf yapıları vardı. Şeffaf olmayan, o yardım kuruluşlarının destek aldığı devletlerdi. Örneğin Fransa’nın uzun yıllar kendi ülkesinde, kendi karasularında değil, neden yeni Zelanda açıklarında, eski sömürge kıyılarında deniz altı nükleer denemeler yaptığını, zehirli atıklarını gömdüğünü, suları ve toprağı kirlettiğini ve oralarda yaşayan yoksul insanların başına kanser illetini sardığını kimse sorgulamıyordu. Türkiye’de olduğu gibi az okunan muhalif basının da sesi duyulmuyor, hiçbir televizyon kanalında da bu konularda bir program yapılmıyor, yapılsa da gece ikiden sonra yayınlanıyordu. L’humanite’nin yanı sıra ara sıra Le Monde, Liberation gibi günlük gazetelerde gerçeği yazan bir gazeteci ile karşılaştığımız da oluyordu.

Somali’de açlığın nedeni kuraklık değildir

Gazeteci Pınar Öğünç,10 Ağustos 2011’de Radikal’deki köşesinde Somali konusunda altına imza atacağım bir yazı yazmış. ‘Somali İkiyüzlülüğü’ başlıklı yazısında, oradaki açlığın nedeninin sadece kuraklık olmadığını, emperyalist ülkelerin ve onların İMF, Dünya Bankası gibi kurumlarının baş suçlu sayılabileceğinin altını çizmiş. “Somali’de 1970’lerde, 1980’lerin başında ara sıra yaşanan kuraklığa rağmen bu ülke açlıktan kırılmıyordu da sonra ne oldu? (..) 1991’de hükümet devrilmeden az önce Amerikan petrol devlerinin ülkeye nasıl konuşlandığını soralım. 80’lerde İMF ve Dünya Bankası’nın aldığı tedbirlerle Somali tarımının nasıl bitirdiğini biri anlatsın sonra. (…) İklim olarak zaten dezavantajlı konumda olan bu kırsal ekonominin suyun ticarileşmesi ile ne hale geldiğini tasavvur edin. (…) kınanan radikal İslamcı El Şebab örgütünün Suudi Arabistan bağlantılarını, batılı istihbarat kuruluşlarından aldığı desteği hiç araştırmayalım mı? (…) Yardım etmek için derisinin minicik kaburga kemiğine yapışmasını beklediğiniz o kız çocuğunun babası, iki yıl önce üzerine Giresun firkateynini yolladığınız bir korsandır. Çok uluslu şirketler sularındaki balığı bitirmiştir, hükümet boşluğunda alemin radyoaktif, kimyasal atığı kıyılarına dökülmüştür. Tek şans haydutluk kalmıştır belki önünde…” diyor Pınar Öğünç, ben devam ediyorum, o çocuğun amcası, dayısı, abisi şimdi umutsuzluk içinde, nefret ve intikam hırsıyla Londra’yı ateşe vermeye çalışmaktadır.

Üzerinde güneşin batmadığı imparatorlukta neler oluyor


İngiltere’de örgütsüz siyahların ayaklanması, Avrupa’nın postmodern ‘çokkültürcülük’ politikasının iflasıdır. Neo-liberalizmin derinleştirdiği eşitsizliğin, işsizliğin, aşsızlığın ve bunun müsebbibi olarak ‘ötekilerin’ işaret edilmesinin yarattığı nefretin sonucudur. On yıllardır alttan alta kanayan yara dikiş tutmaz olmuş, İngiltere’nin göçmen işçi politikası iflas etmiştir. Neo - liberal - emperyal politikalar, AB’ni ideal toplum modelleri olarak savunanların söylediğinin aksine, ne İngiltere emekçilerine, ne göçmen işçilere yarar getirmiştir

Londra’da dedelerinin köle olarak çalıştırıldığını, ata topraklarının yüzyıllarca koloni - sömürge olarak yağmalandığını bilen gençler kimlik bunalımı da yaşamaya başlayınca ayaklanmışlardır. Kaybedecek fazla bir şeyleri olmayan patlamaya hazır kimi Siyah gençler için bir intikam fırsatı doğmuştur. Bu gün yaşananlar, İngiltere’nin emekçi ve göçmen işçi düşmanı politikasına karşı, çoğu İngiliz vatandaşı olmuş siyah gençlerin, bilinçsizce sağa sola saldırmaları ve bir kısmının tüketim kültürünün etkisiyle yağmaya yönelmesidir. Zira onlar da reklamların, “alın, alın daha çok alın” çağrısından, kapitalizmin “tüketiyorum o halde varım” şiarından etkilenerek büyümüşlerdir. Ayaklananların hepsi söylendiği gibi işsiz, güçsüz, haydut veya yağmacı (homojen bir grup, çete üyesi) değildir. Örneğin gösteriler sırasında gözaltına alınanlar arasında 43 yaşındaki organik gıda aşçısı Fitzroy Thomas, 19 yaşındaki Açıkhava opera görevlisi Nan Asante, 24 yaşındaki yüksek lisans öğrencisi Nathasha Red, 21 yaşındaki hukuk öğrencisi Maroune Rouhi de vardır. Tabi vurgulamakta yarar var, bu ne örgütlü, ne programlı bir ayaklanmadır. 2005’te Paris’te ayaklanan Arap gençler gibi. 2005’te ayaklanan Arap gençleri, Paris’te burjuvazinin sembolü sayılan Champ Elysée’ye ulaşamamış, zenginleri rahatsız edememişlerdi. İngiltere’de ayaklanmaların hedefi de büyük burjuvazinin yaşam alanları olamadı, tepkiler ‘ötekiler’in mahallesiyle sınırlı kaldı. Kaldı ki ayaklanmalar o fildişi saraylara ulaştığı takdirde, İngiltere de eleştirdiği Suriye’den aşağı kalmayacak, tanklarını yollayıp demokrasiyi askıya alacaktır. Hatırlarsanız Fransa’da 2000’li yıllarda kamyoncuların grevleri, yol kesme eylemleri (yani barışçıl gösterileri bile) sermaye cephesini rahatsız ettiği için ordu yardıma çağrılmış, neredeyse sıkıyönetim ilan edilmişti.

Bir zamanlar ‘Tarihin sonu’, ‘Medeniyetler çatışması’ tartışmaları çok gözdeydi. Kapitalizmin artık kader olduğunu, en iyi sistem olduğunu bize yutturmak isteyen uyduruk filozofların bu teorileri tartışılıyordu. ‘Tarihin ve ideolojilerin sonu’ tezinin mucidi Fukuyama, Irak işgalinden sonra ‘yanılmışım’ deyip özeleştiri verdi, Bush’u terk edip muhaliflerinin safına geçti. Zamanında Vietnam savaşı propaganda grubunun şefliğini de yapmış olan Huntington’un ‘Medeniyetler çatışması’ tezi, İslam-Hıristiyan dünyasının çatışması olarak algılandı. Aslında Hungtington, kapitalist dünyadaki kaosun, asimilasyon veya çokkültürcülük politikalarıyla değil, daha zalim uygulamalarla, hatta bir tarafın yok edilmesiyle son bulabileceğini açıklamaya çalışıyordu. Liberaller de bu teorilerin özünü, “sosyalizm öldü, kapitalizm kaderdir, demokrasi verelim” babında yorumladı. Bu yazarlar Los Angeles’teki, Paris’teki, İngiltere’deki ayaklanmaları küçümsemiş, Somali’deki kıtlığın nedenlerini, ekolojik felaketlerin sorumlularını yani dünyayı yeni ortaçağa dönüştüren kapitalizmin suçlarını görmezden gelmişlerdir.

Evet, Somali’ye yardım edelim. Halklar arası dayanışma örneği sergileyelim. Ama bu gerçekleri de bilelim ve anlatalım.

----------

Web sitesi: http://www.adilokay.com/

Hiç yorum yok: