21 Mart 2008 Cuma

Kongreler Sürecinde Eğitim-Sen İzlenimleri




Haber: Müslüm KABADAYI

“...Bugün Eğitim-Sen dişleri tırnakları sökülmüş, dili koparılmış bir aslana ve kendi arasında çok fazla nitelik farkı olmayan sendikal gruplar toplamına dönüşmüştür...”


1990 Kasım'ında 333 eğitim emekçisinin katılımıyla İstanbul Valiliği'ne başvurarak kurulan Eğit-Sen,1995 Ocak ayında Eğitim-İş ile birleşerek Eğitim-Sen adını aldı.Kuruluş öncesi,kuruluş sonrası ve 2000'li yılların başına kadarki süreç,kendisinden önceki eğitim emekçileri örgütleri TÖS ve TÖB-DER'in bilinç,örgütlenme ve mücadele geleneklerini aratmayacak nitelikteydi.Fakat 2000'li yıllarla birlikte politikacı ve MEB bürokratlarıyla kapalı kapılar ardında yapılan görüşmeler,yükselen ve giderek saldırganlaşan küreselleşme dalgası karşısında siyasetsizlik ve en önemlisi de "özgürlük ve dayanışma” liberalizmi, “emek” popülizmi ve “ etnik” milliyetçilik gibi eğilimlerin sendikamızdaki etkinliği, TÖS ve TÖB-DER geleneklerinin bir anda yok olmasına yol açtı.


Gerileme yalnızca bununla kalmadı ve 200 binler civarındaki üye sayısı,izlenen yanlış politikalar nedeniyle hızla 100 binler civarına düşerek,elimizdeki " işkolundaki yetkili sendika" sıfatının da kaybedilmesine neden oldu.Bütün bunlardan sonra üyeler arasındaki kolektivizm yani,dayanışma,birlikte mücadele etme ve sendikamızın gündemlere müdahale edip gündemler yaratma gücü yok oldu.Bugün Eğitim-Sen dişleri tırnakları sökülmüş, dili koparılmış bir aslana ve kendi arasında çok fazla nitelik farkı olmayan sendikal gruplar toplamına dönüşmüştür.Bu nitelik ve nicelik içindeki sendikamız,emperyalizm ve kapitalizmin ağır saldırı ve baskıları altında kongreler sürecine girmiştir.Kimsenin aklından felaket tellallığı yaptığımız geçmesin. Tüm bunlara rağmen bugün sendikamızın hala daha ayakta kalması,Emperyalizme Karşı Yurtsever Cephe (YC) İşçi Kurultayı Belgeleri'nde belirtildiği gibi;

"Türkiye işçi sınıfının 'sıfır noktası'nda olmaması, sınıfın gelişkin örgütlülüğe sahip olmasından değil,Türkiye işçi sınıfının ve onunla birlikte Türkiye solunun mücadele tarihinin toplumsal hafızaya kazıdığı değerler sayesindedir."

Ama mirasyedi gibi davranmanın da bir sınırı vardır. Buradan kalkarak çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki sendikamızın inisiyatifi burjuvaziye ve gerici- faşist sendikaya kaptırmasındaki sorumluluk, sendikamızı yönetmek ve siyaset üretmek iddiasıyla yönetime gelen ve yukarıda adlarını saydığımız siyasi eğilimlere aittir. Sonuç olarak sendikamız, bırakalım toplumsal-siyasal hedefler koymayı,üyelerinin en basit ekonomik ve sosyal sorunları konusundaki pazarlık gücünü bile yitirmiştir.Bütün bunları yalnızca 12 Eylül faşist darbesi ve küreselleşme saldırısının Türkiye solu üzerindeki etkisiyle açıklayamayız.ABD ve AB emperyalizmi,özelleştirme,yerelleşme-özerkleşme,BOP “ılımlı İslam” ve türban gibi konulardaki tereddütlü ve ikili duruş,bu noktaya gelinmesindeki diğer etkenlerdir.


Biliyoruz ki sendikalar üyelerinin ekonomik,sosyal,politik ve ideolojik ihtiyaçlarını karşıladıklarında bir anlam ifade ederler.Ama sendikamız bugün bu ihtiyaçları karşılayamadığı ve buna bağlı giderek güç kaybettiği için,üyelerinin çok büyük bir kesiminin gözünde pek fazla anlam ifade etmemektedir..Bize göre güç kaybının asıl nedeni,burjuvazinin siyasi temsilcileri ve bürokratları karşısında kararlı bir mücadele sergilemek yerine,bu güçlere karşı yalnızca diyalog seçeneğinin tercih edilmiş olmasıdır.Buna çok rahatlıkla uzlaşmacı sendikacılık diyebiliriz.Böyle olduğu içindir ki bugün sendikamız,üyelerini ilgilendiren genel sorunları değil, özel sorunları bile gündeme getirip çözmek gücünden yoksundur.Sendikamız yalnızca üyelerine yönelik ekonomik,politik ve ideolojik saldırılara değil,öğrenci ve velilere yönelik saldırılara karşı da çaresiz kalmaktadır.Dershanelere olan bağımlılığı azaltacağı iddiasıyla OKS'nin yerine gündeme getirilen yeni ilköğretim sistemi öğrencileri ve velileri,5.sınıftan itibaren dershanelere bağımlı hale getirmiştir.Bu nedenle dershaneciler ve Bakan’a yakın yayınevi sahipleri yatıp kalkıp kendisine dua etmektedirler.Ayrıca Anayasa hükmüne rağmen okulların masraflarının neredeyse tamamı,öğretmenler eliyle öğrencilerden toplanmaktadır.

Yukarıda saydığımız sorunlar sendikamızın şube kongreleri sürecinde ne kadar tartışılmakta ve delegelerin bunlara tepkileri ne olmaktadır?

İzleme olanağı bulduğumuz kongrelerden tespitlerimiz şöyledir:Delegeler kongrelerde yapılan konuşmalara karşı son derece ilgisizdirler.Şube yönetimlerinin çalışma,mali ve denetçi raporları ve bu raporlar üzerine yapılan konuşmalar,salonda iki elin parmaklarını geçmeyen sayıda delege tarafından dinlenmektedir.Bu kadar ilgisizlik ve bu kadar küçük bir gruba konuşmak yetmiyormuş gibi, konuşmacıların konuşmaları bazen üç dört dakika ile sınırlandırılabilmektedir.En vahimi ve insanı en çok ümitsizliğe düşüreni de,sendika üye sayısının 200 binlerden 100 binlere ve şube üye sayılarının da yarı yarıya düşmesi (örnek olsun, Ankara 2 No’lu Şube üye sayısının 6000 civarından 3000 civarına düşmesi),sendikanın işkolunda "yetkili sendika" olma özelliğinin gerici-faşist bir sendikaya kaptırılması ve KESK'in kuruluş yıldönümünün beş yıldızlı bir otelde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'in “ onur misafiri “ olarak katıldığı bir kokteylle kutlanması kongrelerde çok az sayıda delege tarafından dile getirilmiş ve son derece basit ve sıradan bir şeymiş gibi tepki görmeden karşılanmıştır.En az bunlar kadar şaşırtıcı ve üzücü bir başka şey de,gerek çalışma raporlarında ve gerekse delege konuşmalarında, ülkemizi ve sendikamızı ilgilendiren ABD ve AB emperyalizmi,küreselleşme,özelleştirme,yerelleşme-özerkleşme, BOP ve SSGSS yasa tasarısı gibi konuların üzerinde ya hiç durulmaması ya da sınıfsal içeriğinden kopuk usulen değinilmiş olmasıdır.Ama haksızlık etmemek için belirtelim,YC'li eğitim emekçileri delegeleri bulundukları şube kongrelerinde bu rutini konuşma ve önergeleriyle bozup, ayrıca profesyonel sendikacılığa son verilmesi,YC Ankara Eğitim Emekçileri İnisiyatifi tarafından MEB aleyhine açılan İlköğretim Müfredat davasına ve ÜKD’nin çalışmalarına destek verilmesi gibi konulara değinerek meydanın boş olmadığını gösterdiler.

Yazımızı İşçi Kurultayı Belgeleri'nden bir alıntıyla bitirelim."İşçilerin acil yanıt bekleyen sorunlarının çözümü siyasal bir bağlamda ele alınmalı ve çözümü için çaba harcanmalıdır.Salt gündelik talepler üzerinden hareket edilmesi siyasi mücadelenin geriye atılmasına neden olmakta ve işçilere bütünsel olarak sermayeye karşı mücadele kapısının açılmasına olanak sağlamamaktadır.Ekonomik mücadele,siyasallaştırıldığı ölçüde kalıcı kazanımlara yönelecektir."

Ankara Eğitim Emekçileri İnisiyatifi, 15 Mart Ankara.

Hiç yorum yok: