24 Kasım 2009 Salı

“UZUN YÜRÜYÜŞ”LERİN YÖNÜ


Yeri gelmişken kapitalistlerin kavramların içini nasıl boşalttığına dair ÇKP’nin niteliği ve geleceğine dair yapılan tartışmalara ilişkin Seriye Seren’in verdiği bilgi şu: “Bunlardan ilki partinin bugünkü niteliğine ve ne ölçüde komünist kaldığına ilişkindir. ÇKP’nin, ideolojik tabanını terk ederek meşruiyetini ekonomik kalkındırmaya dayandırması sonucunda artık ‘komünist parti’ olmaktan çok ‘ekonomik kalkınma partisi’ne veya ‘sosyal demokrat parti’ niteliğine dönüştüğü savunulmaktadır. (…) ‘Kızıl kapitalistlere zeytin dalı uzatmak’ tek parti yönetimi ilkesinin esnetildiği anlamına gelmediği gibi, bu, resmen ifade edilmeyen bir gerçeğin, Partinin zenginlerin ve güçlülerin Partisi haline geldiğinin göstergesidir.”

Müslüm Kabadayı
muslum_kabadayi@hotmail.com

“Yıkılmamak için yürümek” ile “devrimci uzun yürüyüş” arasında yakın bağ kurulabilir ama “kalkınma adına sermaye talanının önünü açan yürüyüş” arasında zıtlık dışında hiçbir bağ kurulamaz. Neden böyle bir giriş cümlesi kurduğumuza gelince…

Seriye Sezen’in TODAİE Yayını olarak Eylül 2009’da yayımlanan “Çin’in İkinci Uzun Yürüyüşü” adlı 474 sayfalık kitabını incelediğimde 1940’lı yıllarda Çin köylülerine dayanan anti-emperyalist ve devrimci hareketlenmenin yarattığı “Uzun Yürüyüş”ün, Deng Şiaoping dönemiyle birlikte kapitalist sanayileşme ve ticaretin nüvelerinin Çin Halk Cumhuriyeti’ne sirayet etmesiyle başlayan ucuz emek ve hammaddenin büyük tröstlerle işbirliği çerçevesinde sömürülmesine dayanan “kalkınma modeli”ne de “İkinci Uzun Yürüyüş” denmesi, böyle bir giriş yapmama neden oldu.

Asya toplumlarından Hindistan’da başlayan “uzun yürüyüş”ün Mao’nun liderliğinde ve Çin Komünist Partisi’nin öncülüğünde 1949 devriminden sonra uygulamaya konan sosyalizan politikalar ile ayrışması, Dünya’nın en kalabalık ülkesinin geçimini sağlamak başta olmak üzere bölgeler arasındaki farkları kaldırmaya yönelik merkezi planlamalara dayanır. Türkiye’nin tersine Çin’in doğu bölgeleri ekonomik toplumsal açıdan daha gelişmiş olduğundan, Uygurlar başta olmak üzere onlarca halkın yaşadıkları geri kalmış batı bölgelerine daha çok kaynak aktarılmasıyla eşitsizliği zayıflatan kalkınma politikası önem taşır. Kamu hizmeti olarak parasız sürdürülen eğitim ve sağlık alanındaki yatırımlar, 30 yılda Çin’in sosyalist kazanımlarına dönüşür.

Sosyalist kazanımların köylülüğün ağır bastığı Çin’de gerçekleşmesinde Köy Komiteleri etkin rol oynar. Bunu 100-700 haneden sorumlu olan Mahalle Komiteleri izler. Mahalle Komitelerinin devrimci bir işlev kazanmasında Çin toplumunun geleneğinde yer alan “Li” adlı örgütlenmenin dönüştürülmesi önemli rol oynamıştır. Sovyet Devriminde Köy Sovyetlerinin dayanağını oluşturan Köy Komünleri geleneğinden Bolşeviklerin devrimci dönüşüm yaratmalarını hatırlatan bir örnek… 3,6 milyon yerel örgüte sahip olan ÇKP’yle bağlantılı olarak İlçe, belediye, il ve özerk bölge örgütlenmeleriyle merkezi planlamanın yerel uygulayıcılarının başarı ve başarısızlıkları “tekrar seçilme-geri çekme” yöntemiyle belirlenir. Başarısız görülen yönetici ve seçilmişlerin “geri çekilme” nedenleri bir raporla ortaya konur. İlk kez 1987’de geçici yasayla, daha sonra 1997’de de temel yasayla Köy Komitelerinin seçimle belirlenmesine geçilince, ülkede uygulanmaya konan liberal politikaların yol açtığı kapitalistleşme sürecinin bir sonucu olarak “yeni girişimciler”in rüşvet vd. yollarla bu komitelere egemen olmaya başladığı bilgisini vermektedir Deriye Sezen (s. 151). Tam da bu noktada “burjuva demokrasisi”nin “seçim”e indirgenmesinin, aslında ne denli ciddi bir akıl, bilinç yarılmasına yol açtığı bu örnekle de açıkça kanıtlanmış olmaktadır.

Yeri gelmişken kapitalistlerin kavramların içini nasıl boşalttığına dair ÇKP’nin niteliği ve geleceğine dair yapılan tartışmalara ilişkin Seriye Seren’in verdiği bilgi şu: “Bunlardan ilki partinin bugünkü niteliğine ve ne ölçüde komünist kaldığına ilişkindir. ÇKP’nin, ideolojik tabanını terk ederek meşruiyetini ekonomik kalkındırmaya dayandırması sonucunda artık ‘komünist parti’ olmaktan çok ‘ekonomik kalkınma partisi’ne veya ‘sosyal demokrat parti’ niteliğine dönüştüğü savunulmaktadır. (…) ‘Kızıl kapitalistlere zeytin dalı uzatmak’ tek parti yönetimi ilkesinin esnetildiği anlamına gelmediği gibi, bu, resmen ifade edilmeyen bir gerçeğin, Partinin zenginlerin ve güçlülerin Partisi haline geldiğinin göstergesidir.” (s.84) Bu saptamayı teyit eden somut durum ise ÇKP’nin üye yapısında meydana gelen değişmedir. 1950’lerde üyelerin % 60’ının çiftçilerin, yani köylülerin oluşturduğu partide üyeliğe kabulde sınıf mücadelesi, kamu mülkiyeti, eşitlik gibi değerler öne çıkarken, 1978’de Parti Merkez Komitesi’nin sınıf mücadelesi döneminin sona erdiğini ve Partinin ana görevinin ekonomik modernizasyon olduğunu ilan etmesiyle başlayan kapitalist uygulamalar sonucunda Parti Merkez Komitesi’ndeki teknokratların oranı 1982-1997 döneminde % 2’den % 51’e yükselmiştir. (s.76-78) Çin Halk Cumhuriyeti’nin sosyalist kurumlaşmasından kapitalist uygulamalara kayışın yoğunlaştığı 1982’den başlayarak özel işletmelerin, okulların, sağlık kuruluşlarının oranının giderek arttığı örnekleri Seriye Seren’in kitabında “Çin’in Genel Görünümü” başlıklı bölümde verilmektedir (s.25-48). 1980’lerde başlayan “özelleştirme” politikalarının bir sonucu olarak eğitim alanından vereceğimiz şu örnek, Çin Halk Cumhuriyeti’nin “sosyalist dokusu”nun ne denli değiştiği konusunda fikir verecektir kanısındayız. “2004 yılı sonunda Çin’de, 1279’u yükseköğretim kurumu olmak üzere 70.000’den fazla özel okul bulunmaktadır.” (s.42)

Bugün 1,4 milyarlık nüfusuyla devasa bir ülkenin, 1980’lerle birlikte ÇKP ve UHK (Ulusal Halk Kongresi) üzerinden gerçekleştirilen liberalleşme politikalarına karşı devrim sürecinden gelen komünist kadroların direneceklerini öngören Deng Şiaoping, işe partiyi gençleştirme politikasıyla başlamıştır. Kendisi de yaşlı olmakla birlikte liberalleşmeden yana olan bu liderin ağzından, kapitalizmle işbirliği içinde dünya ticaretinde yer almak için buna uygun kafaların ancak genç kuşaktan devşirilebileceği açıkça vurgulanmıştır. Komünist harekette farklı zaman ve ülkelerde gündeme gelen bu “gençleştirme” tartışma ve uygulamalarının nedenlerini ve sonuçlarını çok iyi değerlendirmek bakımından önemli bir laboratuar sunmaktadır Çin’de son 30 yıldır yaşananlar.

1970’lerin sonuna gelindiğinde de Çin’in köy-kır nüfusu % 65’ler dolayındadır. Yani yoğun olarak tarımsal üretime dayanan Çin ekonomisi söz konusudur. İlk kez 2010’lu yıllarda kent nüfusu kır nüfusunun önüne geçme noktasına gelmektedir. Toplumsal dokuda meydana gelen bu genel değişmenin iç nüvelerine bakıldığında şu iki önemli durum dikkat çekmektedir. Son 20 yılda Çin’e yüksek oranda giriş yapan yabancı sermaye ve ihracat sorunu… Seriye Seren’e göre bu, “ekonomi için bir tehdittir. Çünkü bu tür bir büyüme Çin ekonomisinin geleceğini dış piyasalara bağımlı hale getirmektedir.” (s.416) Diğer durum ise, Çin’in kapitalizme yönelişi, en çok köylüleri korumasız bırakmış olmasıdır. Onların büyümeden pay alamaması, hem kentlerin hem kırsal kesimin yönetimini güçleştirmektedir. (s.417) Bu iki durum, Çin’in ABD başta olmak emperyalist kapitalizmin krizini “kollayan” ülke konumuna düşmesine de yol açmaktadır. Bugün Çinli emekçilerin ayağa kalkması, en çok bu “kollama”ya vuracağı darbe nedeniyle önemlidir. Onun için, yazarın kitabına başlık yaptığı “İkinci Uzun Yürüyüş” aslında bir büyük “çöküş”ün adıdır. Bizim kavramlaştırmamız gereken “İkinci Uzun Yürüyüş” ise, giderek kentlileşen Çinli emekçilerin ülkelerinin ve kendi geleceklerinin “Sosyalist Çin”in kuruluşuna dönüştürecek birikimleri devrimcileştirmeyle mümkün görünmektedir.

Bu dönüşümdür ki, Türkiye başta olmak üzere Dünya halklarının, emperyalist ahtapotun can damarının kesilmesine odaklanmasına da vesile olacaktır.

Hiç yorum yok: