Mustafa Elveren (Em. Öğrt.)
mustafaelveren@gmail.com
mustafaelveren@gmail.com
Ankara’da 5’i liseli biri üniversiteli 5 öğrenci Facebook’ta açtıkları kişisel bir sayfada ismi lazım değil bir hâkime hakaret ettikleri suçlamasıyla sabahın köründe polis tarafından gözaltına alındıklarını basından okuyunca içim burkuldu. Demek ki bu ülkede şikâyetçi hâkim ya da savcı olunca çocuklar hemen gözaltına alınabiliyor.
İnternet ortamında öyle hakaretlerle karşılaşıyoruz ki, dava açmaya kalksan yıllarca tespit edemezsin. Bu hâkimler veya savcılar benim yerimde olsalardı herhalde tüm mesaj sahiplerini içeri tıkarlardı. Benim e-posta adreslerime gelen hakaret, tehdit, şantaj ve küfürler bu hâkimlere gitse eminim ki mide bulantısından bir hafta yemek bile yemezler.
Herhangi birinin bir başkasına hakaret etmesini onaylamak gayet tabidir ki mümkün değildir. Ancak, henüz çocuk yaştaki bu gençlerimizi gözaltına almak bir hâkime yakışmaz. Yakışmadığı gibi bu çocukları daha da militanlaştırır. Ben hâkimi de, trafik suçunu işleyeni de, genç öğrencileri de hiç birisini tanımam. Sadece basında okudum ve etkilendim.
Biri katliam gibi bir trafik kazası yapmış ve doğal olarak cezası ilgili hâkim tarafından verilmiştir. Bu suçu işleyenin yakınları da kendilerince seslerini duyurmak için Facebook’ta bir sayfa açmışlar. O sayfada neler yazdıklarını bilmiyorum. Fakat her ne yazarlarsa yazsınlar, bu yaştaki gençleri sabahın şafağında evlerinden polis tarafından alınması akıl işi değildir.
Hâlbuki tespit ettikleri adreslerdeki kişileri çağırıp birkaç nasihat vermek suretiyle bu çocukların gönlünü kazanabilirdi. Fakat ne gezer! Bu gençleri gözaltına almakla marifet yaptığını sanıyor.
Öğretmenlik yıllarımda biliyorum. İstiklal Marşı töreninde önündeki öğrenciyi dürtükledi diye, tören bitiminde o öğrenciyi tüm öğrencilerin gözü önünde döven ve dövdüğüyle yetinmeyip, karakola şikâyet eden okul müdürlerini gördüm.
Defterlerinin arasına ya da masasına birkaç slogan yazdı diye bu öğrencileri güvenlik birimlerine şikâyet eden öğretmenleri bilirim.
Okul bahçesinde abdest alırken ayaklarına su döken öğrencinin gülümsemesi üzerine önündeki suyu öğrencinin üzerine döken öğretmenleri gördüm.
Şimdi bazıları çok haklı olarak bana şu soruyu sorabilirler. “Ya hoca, sen öğrencileri dövmedin mi? Sen de sütten çıkmış ak kaşık değilsin herhalde” diyebilirler. Evet, maalesef ben de bu tornanın bir ürünüydüm ve meslekteki ilk iki yılımda çok acımasızdım. Ancak, çok kısa sürede hayali olarak yaratılan Kemalizm’den ve din olgusundan sıyrılmayı başardığımı düşünüyorum.
Zaten, üzeri betonla kaplanan Kürt-Kızılbaş-Komünist kimliklerimi kazanmak için mazlumlardan çok şey öğrenmiştim. Mazlum ve mazlumların eskisi üzerimde olmasaydı belki ben de bu gün sistemin savunucuları arasında olabilirdim. O nedenle Mazlum ve mazlumlara çok şey borçluyum.
O nedenle, postalcı ve takunyacı “vatanseverlere” karşı hep sosyalist demokrasiyi savundum. Tabii ki bunun bedelini ödedim ve hala da hakkımda açılan davalarla ödemeye devam etmekteyim.
Ne acıdır ki, Türk Eğitim sisteminde ancak benim gibi öğretmenler ve çocukları şikâyet eden hâkimler üretiliyor. Yani postalcı ve takunyacı “vatansever” hâkimlerimiz, savcılarımız, öğretmenlerimiz… Bunlar var oldukça sistem de çok acımasız olur.
Bu eğitim sistemi aynen kışla sistemine benziyor. Zaten birbirlerini tamamlıyorlar. Bu sistemden kurtulmadıkça maalesef bedel ödemeye devam edeceğiz.
27 Şubat 2011
NOT: Bu satırları yazdığım sıralarda SP Genel Başkanı Sayın Necmettin Erbakan’ın vefat ettiğini basından öğrendim. Erbakan’ın 28 Şubat darbesi yıldönümünde hayatını kaybetmesi çok düşündürücüdür. Bu kadar tesadüf olamaz. Acaba! Bu da “Yeşil Ergenekon”un işi mi? Dini geleneğe göre kendisine rahmet, yakınlarına baş sağlığı dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder