27 Ocak 2011 Perşembe

SORGULANAN TAHLİYELER



Yargıtay’ın Hizbullah üst yönetimi ile verdiği tahliye kararını geri almasıyla bunların sırra kadem basmasının pek yenilir yutulur olmadığını söylemeliyim. Bunun Türkçesi şudur: “Siz müebbet cezası yiyen tutuklularsınız. Bakın sizi bıraktık. Sizi tekrar almaya geldiğimizde bulmayalım. Hadi arazi olun!” Hizbullahçıları yargılayan mahkemelerin, operasyonları yapan güvenlik güçlerinin (belgeler ve deliller açısından), yazışmaların uzamasına neden olanların, bilirkişilerin, Adli Tıp’ın, Yargıtay’ın, Hükümet’in bu konuda ihmali, görevi kötüye kullanması söz konusu olabilir. Hatta duruşmalara verilen uzun sürelerin (erteleme tarihlerinin) incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu aşamada kimse masum görülemez. Mutlaka bu olay aydınlanmalı ve kamuoyu rahatlatılmalıdır.

Özellikle 1991 yılından itibaren Polis’le, JİTEM’le işbirliği yapan Hizbulkontra elemanlarının vahşiyane cinayetleri bu tahliyelerle kamuoyunda yeni korkular yarattı. Adli kontrol uygulamalarına riayet etmeyen Hizbullahçıların kaçacağını beş yaşındaki çocuk bile biliyordu. Olayın bu aşamasıyla, ilgili mahkemeler, Yargıtay, (Emniyet Genel Müdürü dâhil) emniyet mensupları, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı bilerek ya da bilmeyerek bu kaçışa seyirci olmuşlardır. Özellikle bu kaçışa neden olma olasılıkları düşünülen Diyarbakır Valisi, Emniyet Müdürü; Batman Valisi, Emniyet Müdürü derhal açığa alınmalı(ydı)lar. Hatta terör şubelerine bakan görevliler bekçisine kadar sorgulanmalılar(dı). “Size bunları kim takip etmeyin dedi?” sorusu mutlaka sorulmalıdır.

Dosyalarındaki belge ve delillerle mahkûm olmaları kesin gözüken bu şahısları yasayla da olsa-sırf tutukluluk süreleri on yılı aşıyor diye-kaçırtmak hukuk devletinin işi olamaz. Size bir olayı anlatmak isterim: Mehmet Ali Ağca hatalı bir hesaplama ile tahliye edilmişti. Ama mahkeme hatasını düzeltince polis Mehmet Ali Ağca’yı koyduğu yerden alır gibi yakaladı. Akıllara bir sürü şey geliyor: Acaba Mehmet Ali Ağca’ya verilen görev bittiği için mi gözden düş(müş)tü? Ya da tahliye ettirilen Hizbullahçılara yeni görevler mi verildi?

Ülke hukuk devleti oldu diyecekler olabilir(!) Hukuk devleti suç işlemiş hiç kimseyi-bu kim olursa olsun: Hizbullah, PKK ya da yurttaş-kayıramaz, kayırmamalıdır. Tahliye olan bu şahısların gizliden takibi için mahkeme kararı gerekliydi ise alınmalıydı. Gazetelerde yukarısı boş olan, aşağısında imzalar atılmış mahkeme kararları(!) boy boy basıldı. Hâkimler maalesef boş kâğıtlara-işin önemine binaen-imza attılar. Mahkeme kararları olmadan bile kamunun can ve mal güvenliği açısından polisin, jandarmanın hukuk devletlerinde yapacağı görevler vardı(r). Bu görevler bilerek ya da bilmeyerek bu iş için yapılmadı. Hukuk devleti her şey yıkıldıktan sonra görev yapan gözüken bir devlet değildir.

Bilinen 188 kişinin, bilinmeyen binlerce faili meçhul(?!) cinayetin sorumlusu olan Hizbulkontra yargılanmalarında (gerçek suçlular için diyorum) mahkemelerin seyri (yazışmalar, duruşma tarihleri vb.), iyi hal indirimi dahil tüm aşamalar incelenmelidir. Polis ve jandarmanın (bu davayla ilgili) görevleri de. Bilirkişi, Adli Tıp, Yargıtay’ın da yaptığı. Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, Hükümetin de yaptıkları. Her şey tek tek incelenmelidir. Diyarbakır ve Batman Valilerine bu tahliye aşamasında siz ne yaptınız denmeli(dir). Emniyet Genel Müdürü’ne sizin görev alanınız nedir diye sorulmalıdır? Diyarbakır ve Batman Emniyet Müdürlerine siz hangi kurumun müdürlerisiniz diye sorulmalıdır? MİT’te de bir İslami damar var mıdır bilmem ama MİT’e de bu kaçma olayı sorulmalıdır. Bu sırf Hizbullah (söz konusu) olduğu için değil, demokratik düzen açısından sorulmalıdır.

2.Ergenekon Davası 96. duruşmasında Emekli Albay Arif Doğan’ın sözleri oldukça ilginçtir: “JİTEM’i ben kurdum. Hizbulkontra’yı ben kurdum. Şimdiki Hizbullah değil. Hüseyin Velioğlu’nun kurduğu teşkilatı ben kurdum.” Bu sözler ve bağlantıları doğruysa bu ifadelerin tahliyelere kadar dayanacağı olasılığı vardır. Tahliyelerin ve kaçışın da başka bir anlam taşıyacağı açıktır.

Bizim bu yazımızın ana nedeni Hizbullah değildir. Legal veya illegal örgütlere objektif yaklaşmayı doğru buluruz. Tahliye ve tahliyenin geri alınması Hizbullah davasına denk geldiği için bu konuyu esas aldık. Böylesi bir konu kime denk gelse de bizim açımızdan fark etmezdi. Firarda olan Hizbullahçılar yakalansa dahi bu konudaki görüşüm (yazım) değişmeyecektir. Devlet (Hükümet) kötü bir örnek olmuştur. Suçlular arasında Hizbullah, PKK, legal siyasetçi ya da yurttaş ayırımı yapılmamalıdır. Bu tip tahliyelerden(CMK 102. Maddedeki değişikliklerden dolayı) PKK’liler, birden fazla kişiyi öldüren kan davalılar, seri katiller de yararlandı. Bu yazımın (içeriğinin) bunlar açısından da geçerliliği vardır. Akl(ım)a gelen ama kimse tarafından dillendirilmeyen, Hizbullah’la AKP arasındaki “İslami damar” bağlantısı açısından bu son olanlar sorgulanmalıdır. Tüm bunlar sorgulanmazsa, anlatılmayan (anlatılmayacak), bilinmeyen konular olduğu düşünülebilinecektir. Biz (suçu kimin işlediğine bakılmaksızın!) suç-ceza orantısı uygulamasının demokratik hukuk devletlerinin görevleri olduğunu vurguluyoruz. Siyasi menfaat, ideolojik tahakküm, ya da başka bir nedenle ülkeyi kan gölüne çevirmek isteyenlerin vebalinin ağır olacağını belirtmek istiyorum.

Hiç yorum yok: