4 Mayıs 2008 Pazar

Postmodernizmin Fikir Babası:Nietzsche












Yener Orkunoğlu


Nietzsche, pratikte hem efendilere hem de kölelere hizmet edecek, ancak yalnızca efendilere yararlı olacak düşünceler ileri sürmektedir’
Georg Lukacs

Postmodern düşünürlerin çoğunluğu Nietzsche’yi kendilerine referans alırlar. ‘Şiirde filozof, felsefede şair’ olan, yetenekli ve yüksek soyutlama gücüne sahip bir filozoftur. Soyutlama yeteneği sayesinde yaşamdaki olguları kavramsal olarak iyi ifade etme kabiliyetine sahip bir düşünür olduğu söylenir hep. Çok yönlü ve çok perspektifli biridir. Ama aynı zamanda eklektik ve çelişkilerle doludur. Bu nedenle Nietzsche’nin düşüncesinin gerçek içeriğinin kavranması hala sorun oluşturmaktadır. Onu kaba bir şekilde herhangi bir kategori içine sokmak zordur. Önemli felsefi görüşlerinin çoğu (Aklın eleştirisi, Gerçeklik, Özne ve Bilgi Teorisi anlayışı vb), ‘İktidar İradesi’ adlı eserinde sistematik olarak sergilenmiştir. Bu nedenle ‘İktidar İradesi’ adlı eserinin içeriğinin incelenmesi onu daha iyi anlamaya yardımcı olacaktır.

Bu yazı, Nietzsche’nin tüm görüşlerini inceleme iddiasında değil. Sadece adı geçen eserdeki görüşlerinin eleştirisidir.


NİETZSCHE’NİN GERÇEKLİK VE ÖZNE ANLAYIŞI

Postmodernizmin gerçeklik ve bilgi teorisi anlayışı Nietzsche’ye dayanmaktadır. Aynı şekilde akla güvenmeyi reddeden görüşün kaynağı da Nietzsche’dir.

Nietzsche’nin gerçeklik ve bilgi teorisinin özü nedir? Bu soruyu yanıtlamaya giriştiğimizde onun felsefi görüşlerinin idealizmden beslendiğini göreceğiz. Örneğin bir yerde şöyle der: ‘Töz kavramı özne kavramının sonucudur. Bunun tersi doğru değildir.’[1] Bir başka yerde de realite ve varlığın, öznenin ürünü olduğunu ileri sürer: ‘‘Realite’ ve ‘varlık’ kavramları bizim ‘özne’ duygumuzdan alınmıştır.’[2]

Nietzsche, felsefi materyalizmden ve diyalektikten kurtulmak istemiş, bu nedenle felsefi materyalizme cephe almıştır. Materyalist felsefeden kurtulma düşüncesini şu şekilde ifade ediyor: ‘Eğer ‘özne’ ve ‘nesne’ kavramını bırakırsak, bu takdirde ‘töz’ kavramından vazgeçmiş oluruz. Ve buna dayanarak onun farklı değişik versiyonlarını da gözden geçirmiş oluruz. Örneğin, ‘madde’, ‘zihin’ ve diğer varsayımsal varlıkları ‘madde’nin değişmezliği ve ebediliği gibi mahiyetleri de feda etmiş oluruz vs. Biz özdeksellikten (materyalizmden y.o) kurtulmuş oluruz.’[3](abç) Maddi ve zihinsel tüm gerçeklikten kurtulmak isteyen düşünür, ‘Eğer maddi bir şey yoksa, gayri manevi olan bir şey de yoktur. Bu takdirde, kavram hiç bir şeyi içermez’[4] diyerek tüm gerçeklik biçimlerini reddetmektedir.

Filozofun gerçeklik konusunda görüşlerini anlamak için bu kısa giriş gerekliydi. Çelişkilerle dolu bir düşünür olduğundan gerçeklik konusundaki görüşleri de çelişkilidir. Örneğin, ‘Yaşama evet’ der, ama nesnel gerçekliği reddeder. Ona göre ‘Gerçek’ kavramı anlamsızdır. Çünkü ‘Hiçbir gerçek mevcut değildir’, ‘kendinde şey denilen nesne yoktur.’[5] Nietzsche, Kant’ın ‘Kendinde şey’ düşüncesini sağdan eleştirir. Ona göre, ‘Kendinde şey’ mantıksal olarak üretilen bir sonuçtur. Oysa Kant’a göre doğrudan doğruya verili olandır. Nietzsche, Kant’ın bu materyalist anlayışını eleştirir.

Nietzsche’ye göre gerçeklik yoktur, sadece yorumlar vardır: ‘Çeşitli gözler vardır..ve bundan dolayı çeşitli ‘gerçekler’ vardır ve buna binaen hiçbir gerçek yoktur.’[6] Her şeyin gerçek değil bir fiksiyon olduğunu belirten düşünür ‘Ne ‘ruh’, ne akıl, ne düşünüş, ne bilinç, ne irade ne de gerçek. Bunların hepsi de kullanılmaz olan fiksiyonlardır’[7] diyerek var olan şeyleri gerçek olarak kabul etmenin yanlış olduğunu vurgular. Ona göre gerçek bir dünya yoktur: ‘Her inanç, her bir gerçek telakki ediş zorunlu olarak yanlıştır. Çünkü gerçek bir dünya asla mevcut değildir.’[8]

Nietzsche’ye göre nesnel gerçeklik, içerden bakan öznenin iyi niyetli bir icadıdır. Bunu şöyle dile getirir: ‘Objenin içten bakıldığında özne olduğu bir zaman inanılan iyi niyetli bir icat olduğunu düşünüyorum.’ [9] Bu düşünceden yola çıkan düşünür ‘gerçek bir dünyanın var olduğuna inanmak için bir sebep kalmamıştır’[10] der. Bir yazarın haklı şekilde belirttiği gibi, Nietzsche, ‘Çok anlamlı ve belirsizlikler içeren gerçeklik görüşü’ne[11] sahiptir. “Yaşamı onaylar, ama yaşamın gerçek olmadığını” iddia eder. Düşüncesinin özetinde şu sözler durur: ‘Örneğin ‘Ben’ sözcüğü, ‘eylemde bulunma’ sözcüğü ‘acı çekmek’ sözcüğü belki de bunlar bilgimizin ufuk çizgileridir, ama gerçek değildirler.’[12]

Pozitivizmin ‘Olgular vardır’ görüşüne karşı çıkar: ‘Olaylarda durup kalan Pozitivizme karşı, ‘yani sadece olgular vardır’ görüşüne karşı şunu söylüyorum: Hayır, düpedüz olgular yoktur, sadece yorumlar vardır.’[13] Bu nedenle gerçek dünyanın var olduğunu iddia eden tüm görüşlere savaş açar: ‘Kahrolsun gerçek dünyaya inanmaya olanak veren bütün hipotezler.‘[14]

Gerçeklik hakkında görüşünü de şöyle özetler Nietzsche: ‘Bilincine ulaşılan her şey bir nihai görüntüdür, bir sonuçtur ve hiçbir şeye sebep olmaz.’[15] Nietzsche’nin gerçeklik anlayışı onun tarih anlayışını da belirlemiştir.Ona göre tarih rastlantılardan başka bir şey değildir.

Buraya kadar Nietzsche’nin gerçeklik anlayışına kısaca değindik. Dikkatli bir okuyucunun gözünden kaçmayacaktır: Nietzsche’nin gerçeklik anlayışı ile postmodernist düşünürlerin gerçeklik anlayışı arasında muazzam bir benzerlik vardır. Bir felsefe sözlüğünde bu konuda şunlar yazılıdır: ’

Hiç kuşkusuz postmodern felsefenin oluşumunda Fransız yapısalcılığının önde gelen düşünürleri, dilbilimci Saussure , insanbilimci Levi-Strauss , ruhbilimci Lacan göstergebilimci Barthes `ın yaptıkları çalışmaların büyük katkıları vardır. Ama bu oluşumda düşünürlerin çalışmalarından çok daha belirleyici olan, Platon, Descartes, Hegel gibi felsefe tarihinin en büyük dizgeci filozoflarının yapıtlarında karşılaşılan ve şaşmaz kesinlikleriyle dikkat çeken bilgi savlarına yönelik ortak yürütülen `Salakçı Felsefe` eleştirisidir. Bu eleştirilerin kökleri Kierkegaard ile Nietzsche `ye dek uzanır. Nitekim, salak bilgiye ulaşmak adına açık seçik anlamları ve kesin doğrulukları belirlemeye yönelmiş geleneksel felsefe soruşturmasına karşı, postmodern felsefe çok büyük ölçüde Nietzsche`nin `Tanrı`nın Ölümü` duyurusunu bütün içerimleriyle birlikte `Felsefenin Sonu` duyurusu olarak okumaktadır. Nitekim bu bağlamda postmodern felsefenin oluşumunda son derece belirleyici olan ana izlencelerden ikisini, Heidegger`in `varlığın yapı çökertimi` ile Derrida`nın ”bulunuş metafiziğinin yapı sökümü` oluşturmaktadır.‘ (…)’Kuşkusuz bir yanda Nietzsche`nin postmodern felsefeyi destekleyen düşünceleri Fransız felsefesinin gündemine oturmuş, öbür yanda Heidegger`in etkili teknoloji eleştirisiyle `Hesap makineci us` anlayışına yönelik saptamaları yapısalcılığın Hegelcilik karşıtı görüşlerini daha da bir pekiştirmiştir. Günümüzde postmodern felsefenin çatısının kurulmasında son derece önemli bir yeri bulunan Fransız Nietzscheciliği`nin belli başlı savunuları arasında özdeşlik, öznellik, ussallık kavramlarına yönelik eleştiriler en ön sırada yer almaktadır.[16]

Nietzsche, sadece nesnel gerçekliği reddetmez. Akıl kavramını ve eski bilgi teorisini de reddeder., Modernitenin kazanımlarına ilk saldıran insandır. Akla yönelttiği eleştiri ile, bizzat eleştiri mantığının temellerini sarsmıştır. Bilimi sanatın temeline indirgemek, bilimi sanatçının gözüyle görmek gerektiği düşüncesini ileri sürmüştür.

Postmodernizmin ’Akla saldırı’ olduğunu vurgulayan Habermas, akla saldırıyı temel alan postmodern düşüncenin kaynağının Nietzsche olduğunu belirtir. Alman filozofu Habermas postmodernizmi, yeni-muhafazakarlık olarak değerlendirmektedir. Habermas’a göre postmodernistler, modernitenin özgürleştirici teorilerine ve değerlerine saldırmaktadırlar. Habermas, Nietsche’nin aklı eleştirmesini şöyle açıklıyor::’

Nietzsche’nin modernite tartışmasına girişiyle birlikte ileri sürülen gerekçeler köklü bir değişim geçirir. Aklın, dinin birleştirici gücünün eşdeğerlisi olarak ortaya çıkabilmesi ve kendi öz itici güçlerine dayanarak modernliğin bölünmüşlüğünü aşabilmesi için; ilkin akıl uzlaştırıcı bir öz-bilgi, sonra özgürleştirici bir özellik, son olarak telafi edici bir anımsama olarak tasarlandı. Akıl kavramını kendi içinde diyalektik olan Aydınlanma’nın programına uydurması için yapılan bu girişim, üç kez başarısız oldu. Böylesi bir durumda Nietzsche’nin tek bir seçeneği vardı; ya özne-merkezli aklı yeniden içkin bir eleştiriye tabi tutacaktı yada programdan bütünüyle vazgeçecekti. Nietzsche ikinci seçeneğe karar verir: Akıl kavramını yeni bir revizyona tutmaktan vazgeçer ve Aydınlanmanın Diyalektiğine veda eder.’[17]

Nietzsche, nesnel gerçekliği reddettiğinden, doğal olarak nesnel gerçekliği kavramaya çalışan bilgi teorisini de reddetmiştir. Nesnel gerçeklik yoksa ona ulaşmanın bilgisi nasıl olsun ki? İktidar İradesi[18] adlı önemli eserinin 3. Kitabının Başlığı ‘Yeni Bir Değer Koyma İlkesi’dir. Üçüncü kitabın ilk bölümleri ise ‘Araştırma Yöntemi’ ve ‘Bilgi Kuramsal Çıkış Noktası’dır. Bu bölümlerde özellikle gerçeklik ve bilgi teorisi konusunda kendi görüşlerini ileri sürer.

Gerçeklik konusunda söylediklerini yukarıda aktarmaya çalıştım. Şimdi Nietzsche’nin bilgi teorisi konusunda görüşlerine kısaca değineceğim.

Nietzsche, nesnel gerçekliği kavramaya yönelik bir bilgi teorisi anlayışını reddeder. Eski felsefelerin bilgi teorisini şöyle eleştirir: Bu felsefeler, ‘sanki ‘bilincin olguları’ varmış gibi kusurlu bir çıkış noktasına’[19] sahiptirler. Nietzsche’ye göre, bilgi, nesnel gerçekliğin bilgisi değildir; bilgi, keyfi bir fiksiyondur. Şöyle yazar Nietzsche: ‘‘Düşünmek’ bilgi kuramcılarının onu öyle tespit ettikleri üzere, asla husule gelmez: Bu görüş keyfi .. bir fiksiyondur.’[20]

Nietzsche’ye göre, düşünce ve bilgide nedensellik yoktur. Bilgi ve düşünce, yapay bir düzeltme, keyfi bir tasarımdır. Öznenin yok olduğunu iddia eden postmodernist düşünürler Nietzsche’den etkilenmişlerdir. Özne konusunda şunları yazıyor Nietzsche: ‘Eğer etkileyen özneden vazgeçersek, bu takdirde üzerinde etki edilen objeden de vazgeçmiş oluruz.’[21]

Yazımızın başında Nietzsche’nin şu çelişkisine dikkat çekmiştik. Gerçekliği reddederken, yaşamı onaylar. Peki ama yaşamı nasıl anlar? Sözü kendisine bırakalım: ‘Hayat nedir? ..’hayat’ kavramının daha belirgin bir şekilde kavranmasına gerek vardır. Benim bunun için formülüm şudur: Hayat kudrete yönelik iradedir.’[22]

İktidar gücüne önem veren Nietzsche, güçlünün gerçeklik konusunda yalan söylemesini savunur. ‘Sadece bir dünya vardır ve o da sahte, gaddar, çelişik, ayartıcı, anlamsızdır...Böyle yaratılmış olan bir dünya gerçek dünyadır; bu realitenin ‘gerçeğin’ üzerine zafer kazanmamız için yalana ihtiyacımız vardır, yani yaşamak için.. Yaşamak için yalanın gerekli oluşu, insan varlığının bu korkunç ve kuşku uyandırıcı karakterine dahildir.’(abç)[23]

İKTİDAR İRADESİ VE HİYERARŞİ

Nietzsche’nin felsefesinin iki temel özelliği var: İktidar İradesi (İktidara yönelik güç) ve hiyerarşi. Sık sık ‘Benim felsefem hiyerarşiye yöneliktir’[24] der. Onun bu iki temel düşüncesi anlaşılmadan, eserlerinin esas çekirdeğini anlamak mümkün değildir. İktidar iradesini ve hiyerarşi düşüncesini kendi felsefesinin temeli haline getirir. Artık her şeyi (bu arada tarihi ve geleceği de ) bu iki ilkeye göre açıklar. Örneğin, onun bilgi teorisi de iktidar iradesi ve hiyerarşi düşüncesine dayanır. Gerçekliği anlamaya yönelik yöntem konusunda şunları söyler: ‘Gerçeğin yöntem bilgisi gerçeğin motiflerinde bulunmadı, tersine kudretin, üstün olmak istemenin motiflerinden bulundu.’[25](abç).

Görüldüğü gibi Nietzsche, gerçeğin yöntem bilgisi olarak iktidar iradesine başvurmaktadır. Bu bakış açısıyla ‘Gerçek kendini ne ile ispat eder?’ sorusuna ‘Yükseltilen kudretin duygusuyla’[26] şeklinde cevap verir. Güçlü olana göre bir bilgi teorisi ileri sürer: ‘Nesnelerin isimlerini yasa haline getiren kudretlilerdir.’[27] Görüldüğü gibi, onun güç ve iktidar anlayışı sosyolojik temellere dayanmaz. O güç ve iktidar anlayışını biyolojik nedenlere dayandırır. Ona göre bazı insanlar doğuştan güçlü ve iktidar sahibidirler. Doğuştan ‘üstün-insan’ın diğerleri üzerinde egemenlik kurma hakkı vardır.

Burada yeri gelmişken Nietzsche’nin ‘Bütün değerlerin dönüşümü’ düşüncesine değinelim. Bütün değerlerin dönüşümü düşüncesi ne anlama gelir? Bu sorunun cevabı başlı başına bir kitabın içeriğini doldurabilir. Bu nedenle çok kısa bir özetle yetinmek zorundayım.

Nietzsche’nin ‘İktidar İradesi’ adlı eseri dört kitaptan oluşmaktadır. Birinci Kitap, Avrupa’da Nihilizm konusunu ele alır. İkinci Kitap, Şimdiye Kadarki En Yüksek Değerlerin Eleştirisi’dir. Üçüncü Kitap, Yeni Bir Değer Koyma İlkesi başlığını taşır. Dördüncü Kitap ise, Yetiştirme ve Terbiye-Hiyerarşi Öğretisidir.

Birinci kitabında Avrupa’da nihilizmin yükseldiğini, bir nihilizmin yaşadığını belirtir. Bu düşünceyi savunurken kötümserliğin ve yozlaşmanın yaygın olmasından yakınarak bunların neden kaynaklandığını araştırır. Yozlaşmayı fizyolojik nedenlere dayandırır. Ona göre yozlaşmanın nedeni toplumsal sorunlar değil, tam tersine toplumsal sorunlar yozlaşmanın sonucudur. Irkların birbirine karışmasını en büyük kötülük kaynağı olarak görür ve ‘Fizyolojik olarak birbirine karıştırmalar bütün kötülüklerin sebebidir’[28] der.

Nihilizmin ve yozlaşmanın ne anlama geldiğini sorar ve yanıtlar: ‘Nihilizmin anlamı nedir? En üst değerlerin değersizleşmesi.’dir.[29] Ve üst-değerler neden değersizleşmiştir? Çünkü ezilenlerin ve yoksulların değer anlayışları egemen olmuştur.

Peki ama Nietzsche’ye göre en üst değer nedir? Bunun yanıtı yine onun düşüncelerinin içinde açıktır: En üst-değer, güçlülerin iktidar iradesidir. Bütün bu düşüncelerden sonra Nietzsche artık her şeyi iktidar iradesine göre değerlendirecektir. ‘İktidar İradesi’nin en üst değer olduğundan hareket ederek mevcut değerlerin eleştirisini yapmaya başlar.

Peki ama Batı’da şimdiye kadar yaygın olan değerler nedir? İkinci kitabında işte bu soruya cevap arar Nietzsche. Ona göre Batı’da yaygın olan iki değer vardır: Ahlak ve din.

Nietzsche’ye göre Sokrates’le birlikte Avrupa tarihinin ortak bir yanı vardır: Bir akıl ve ahlak felsefesi gelişmiştir, nihilizmin bir başka nedeni aklın egemenliğidir: ‘Usun kategorilerine inanç nihilizmin sebebidir.’[30] Ona göre Sokrates sonrası, Apolloncu (akla dayanan) olanın lehine kavramsal ve kurgusal bir dünya egemen olmuş, Dionysosçu (içgüdü ve duygulara dayanan, yani yaşamı ve içgüdüleri ön planda tutan) dünya bastırılmıştır.

Aklı rehber alan ahlaki değerler, diğer bütün değerler üzerine egemen kılınmak istenmiştir. Öyle ki bu ahlaki değerler, sadece yaşamın rehberi ve yargıcı değil, aynı zamanda 1. Bilginin, 2. Sanatın, 3. Devletin ve toplumun yaptıklarının da yol göstericisi ve yargıcı yapılmıştır. Nietzsche’ye göre, Avrupa’daki yozlaşmanın nedeni işte yaygın olan bu ‘ahlak anlayışıdır.’

Peki ahlak nedir? Ona göre, ‘Ahlak, sürü bilincinin, felsefe ve dine aktarılmasıdır.’[31] Bu konuda şunu ileri sürer: Ahlaki değerler şunları gizler: 1. Sürü içgüdüsünü, güçlülere ve bağımsızlara karşı 2. Acı çekenlerin, kusurlu ve yeteneksiz doğanların mutlu olanlara karşı hıncını, 3. Ortalama insanların istisnai insanlara karşı içgüdüsünü.[32]

Düşünüre göre , ‘Avrupa’nın bütün ahlakı, sürü insanının işine gelmektedir.’[33] Nietzsche yakınır: ‘İyi’, ‘kötü’ gibi kavramların içeriklerini geçmişte hep zayıf ve güçsüz olanların değer yargıları belirlemiştir. İyi, adil ve eşitlik kavramları sürüden kaynaklanır ve böylece ahlaki değerler doğar. Ona göre, sürünün, zayıf ve güçsüz olanların yargıları değerler dünyasına öylesine derinlemesine nüfuz etmiştir ki, Schopenhauer gibi bir filozof bile ‘merhameti’ en biricik erdem olarak öğretmeye çalışmıştır; ‘ahlaki-hıristiyanlık idealine takılıp kalmıştır.’

Merhamet konusunda da şunu yazar: ‘Merhameti ben her hangi bir erdemsizlikten daha tehlikeli tespit ettim.’[34] ‘Avrupa’nın bütün ahlakı sürü insanının işine gelmektedir’ diyen düşünür tüm saldırılarını yaygın olan ahlaki değerlere yöneltir: ‘Ahlak hayatın reddidir. Hayatı kurtarmak için ahlak reddedilmelidir.’ Hayat, iktidara ve güçlü olmaya yönelik iradedir. Sanıyorum onun ahlakı neden reddettiği anlaşılmaktadır.

Nietzsche şöyle sorar: ‘İktidar gücü’ gibi önemli değerler niçin yenildi? Çünkü, ‘gerileme içgüdüleri yükseliş içgüdülerine egemen oldular..Hiçliğe yönelik irade hayata yönelik iradeye egemen oldu.’[35]

Ona göre şimdiye kadar, ‘iyi’ ve ‘kötü’, ‘doğru’ ve ‘yanlış’, ‘güzel’ ve ‘çirkin’ kavramlarının içeriğini, hep ezilenler belirlemiştir. Bu değerler, hep ‘ahlak’ altında toplanmıştır. Ona göre, güçlülerin gelişmesini etkilemek için, ‘ahlak’ kavramı güçsüzler tarafından uydurulmuştur: ‘Ahlak, sürünün hükmeden sınıfa karşı duyduğu kindir.’ Yapılması gereken şey, mevcut ahlaki değerlerin dönüşümünün gerçekleştirilmesidir. Artık neyin iyi neyin kötü olduğu, ezilenlerin ve güçsüzlerin ahlaki değer yargılarına göre değil, egemenlerin ve güçlülerin ‘güç kudretine’ göre belirlenmelidir. Yani ‘egemen’ ve güçlü’ olan ‘iyi’ ve ‘güzel’ olarak değerlendirilmeli, güçsüz ve zayıf olanlar ise, ‘kötü’ ve ‘çirkin’ olarak görülmeli. Güçlünün her yaptığı şey ‘doğru’, güçsüzün yaptığı ise ‘yanlış’ olarak değerlendirilmelidir.

Güçlünün değer yargılarının kabul ettirilmesi için Nietzsche kitlelere karşı savaş açılmasını savunur: ‘Daha yüksek insanların kitleye karşı savaş ilanı gereklidir. Her yerde ortalama insanlar daha yüksek insanlar egemen olmak için bir araya gelir. Yumuşak ve kadınsı her şey halkın veya kadınların lehinedir, evrensel oy hakkından, bir başka deyişle, aşağı insanların egemenliğinden yana işler. Ama biz misilleme yapmak isteriz.’[36]

Hıristiyanlık dini halkın egemenliğine katkıda bulunduğu için, Nietzsche, Hıristiyanlık dinine de saldırır. Bazı ateistler ve sosyalistler, Nietzsche’nin ‘Tanrı öldü’ düşüncesinden çok etkilenmiştir. Hangi amaçla söylendiği kavranmadan, bu düşüncenin içeriği kafaları karıştırmaktadır. Nietzsche, Hıristiyan hareketini bir yozlaşma olarak değerlendirir. Ona göre, bu hareket güçsüzlerin, zayıfların ve hastalıklı olanların kozmopolitik bir yığın hareketidir. Bu nedenle Hıristiyan hareket, ‘ulusal değildir, ırka bağlı değildir, o mirastan yoksun bırakılan gruplara yönelir.’[37]

, ‘Tanrı öldü’ sözüyNietzschele gerçekte neyi kastetmektedir? Nietzsche bu sözle, hem otorite krizini dile getirmiştir hem de tanrıyı ‘öldürerek’ tanrı karşısındaki insanların eşitliğine son vermek istemiştir. Zaten insanların eşitliğine son vermeden ‘üst-insan’ düşüncesine varamazdı. Tanrı karşısında eşitliğin güçlülerin aleyhine olduğunu iddia eder: ‘İnsanların Tanrı karşısında ‘eşit değerde’ olmaları kavramı son derece zarar verir. Güçlü yaratılmış olanların hükümdarlık haklarına dahil olan davranışlar ve zihniyetler yasaklanır.’[38]

Tanrı karşısında insanların eşitliğine karşı çıkan Nietzsche şunları dile getirir: ‘Tanrı karşısında insanların eşit oldukları ileri sürülür. Budalalığın son haddi şimdiye kadar yeryüzünde olagelmiştir. Yani daha yüksek insanlar kendi kendilerini kölelerin erdem ölçütü ile ölçtüler, sonunda kendilerini ‘gururlu’ gördüler v.s. Bütün yüksek niteliklerini reddedilmeğe müstahak buldular.’[39]

Frank Thilly, Nietzsche’nin ahlak ve din karşısındaki tutumunu şöyle eleştirir:‘Geleneksel ahlakımız da Nietzsche tarafından reddedilir çünkü acıma üzerinde temellenmiştir ve güçlüye karşı zayıfı ve yoz olanı kayırır. Din de, özellikle Hıristiyanlık, aynı nedenle reddedilir; ve Nietzsche’nin bilim ve felsefeyi hor görmesi aynı yolla açıklanmalıdır — güç istencini yüceltmesi yoluyla. Barış, mutluluk, acıma, kendini-yadsıma, dünyanın hor görülmesi, kadınsılık, dirençsizlik, toplumculuk, ortak malcılık, eşitlik, din, felsefe ve bilim, tümü de yaşamla çeliştikleri için reddedilirler; ve bu şeyleri değerli ve kendileri uğruna çabalanmaya değer olarak gören tüm düşünce dizgeleri ve tüm kurumlar yozlaşma belirtileridirler.‘[40]

Nietzsche’ye göre, aristokratik değerler giderek çözülmektedir ve değerlerin çözülmesine karşı durmak için, otoritenin, gücün ve savaşın varlığı zorunludur. İşte burada Nietzsche’nin eserinin 4. kitabının konusuna geliyoruz: Hiyerarşi Öğretisi temelinde toplumu yetiştirmek ve terbiye etmek. ‘Sürünün hiyerarşiye karşı amansız düşmanlığı vardır’[41] düşüncesinde olan Nietzsche, ‘benim felsefem hiyerarşiye yöneliktir’[42] diyerek, kendi Hiyerarşi Öğretisini geliştirmiştir. Ona göre, yaşayan her varlık, başka varlıkları yenerek gücünü artırmaya çabalar; bu yaşamın yasasıdır. Nietzsche, felsefesinin merkezine ‘güçlünün iktidarını’ koyar. Ona göre, güce dayanan bir düzen, hem hiyerarşiyi hem de savaşı gerektirir.

Toplumsal yaşamı ve insan doğasını biyolojik bakış açısından ele alır. Ona göre toplumsal koşullar değil, insanın biyolojik yapısı toplumsal yaşamı belirler. Bu düşünceden hareket ederek ‘güç istenci’ teorisine ulaşır, birey ve toplum arasındaki çelişki olduğuna dikkat çeker. Onun için önemli olan toplum değil, bireydir. Biyolojik özelliklere ağırlık vermesi nedeniyle Nietzsche genellikle biyolojik sosyolojinin kurucusu olarak görülür.

Hiyerarşi öğretisini felsefesinin merkezi haline getiren filozof, eşitliğe, demokrasiye ve sosyalizme karşı olmuştur. ‘Değer üzerine eşitliğin korkunç sonucu sonunda herkes her sorun için hakkı bulunduğunu sanır. Bütün hiyerarşi güme gitmiştir’ diyen Nietzsche şöyle devam etmiştir: ‘Genel oy hakkı çağında, hiyerarşiyi yeniden diriltmeye mecbur kaldım.’[43]

‘Çekiç’ yardımıyla toplumun hiyerarşi öğretisi doğrultusunda biçimlendirilmesini savunur. Üstün-İnsan için gerekliyse ‘büyüklüğün bu muazzam enerjisini kazanmak için, yetiştirme ile diğer yandan milyonlarca kusurlu ve yeteneksiz yaratılanları imha ederek gelecekteki insanları şekillendirmek’[44] gerekir.(abç) Almanya’da Naziler bu düşünceden çok etkilenmişlerdir; Üst-İnsan Üst-Irk düşüncesi temelinde toplumu terbiye etmek ve tüm dünyayı hiyerarşik bir temelde yeniden örgütlemeye gitmişlerdir. Nietzsche, Almanya’da Nazi ideolojisine muazzam kavramsal araçlar sağlamıştır.[45]

Ezilenlerin ve güçsüzlerin söz hakkına sahip olmasını kulak işkencesi olarak gören Nietzsche, ‘Eşit haklar talebi aristokrasiye aykırıdır’ diyerek demokrasiye ve sosyalizme düşmanca tavır takınmıştır: ‘Ben nefret duyarım 1. Sosyalizm’den, çünkü o büsbütün naif olarak ‘iyinin, doğrunun, güzelin ve eşit hakların’ düşünü görür. (Anarşizm de hoyratça tarzda aynı ideali ister): 2. Ben Parlamentarizm’den ve gazetecilikten hoşlanmam, çünkü onlar ..sürü hayvanının kendisini efendi haline getirdiği araçlardır.’[46]

Nietzsche’nin ‘İktidar İradesi’ eserinin amaçlarından biri, kökleri eski komünal toplumlarda bulunan ‘eşitlik’ ve ‘demokrasi’ gibi düşünceleri toplumdan kazımaktır. Acımasız kapitalist-emperyalist sisteme uygun olan ‘güçlü olanın yaşama hakkı vardır’ düşüncesine felsefi temel kazandırmaktır. Nietzsche’nin ‘İktidar İradesi’ adlı eserin içeriği kısaca şöyle özetlenebilir: Güç, iktidar ve savaş peşinde olan saldırgan emperyalizme uygun bir felsefi düşünce sistemi sunmak. Ama bunun için ‘güç, iktidar ve savaş’ ideolojisine ters düşen tüm değerlere karşı savaş açar. Onun ahlaka ve dine saldırmasının da buradan kaynaklandığı görülmektedir.

Nietzsche’ye göre Avrupa’daki yozlaşmanın nedeni ahlaki değerler ve dindir. Bu ahlaki değerleri ise ezilenler ve güçsüzler belirlemişlerdir. Ona göre din ve ahlak değerleri güçsüzlerin aracıdır. Yozlaşmadan kurtulmak için var olan ahlaka ve dine karşı savaşım gereklidir. Ama bu savaşımı verebilmek için değerlerin dönüştürülmesi gerekmektedir. Bunun için de yeni değerler gereklidir. Bu yeni değer ise, güçlüyü daha güçlü kılacak olan ‘iktidar iradesidir’. İşte topluma ve insana dayatılması gereken bu yeni değerdir. Yeni değeri ileri sürmek yetersizdir, aynı zamanda toplumun bu değer konusunda çekiç zoruyla yeniden terbiye edilmesi gerekir. Bu yeni değerleri yerleştirmek için, milyonlarca kusurlu ve yeteneksiz yaratılan insanı imha etmenin gerekli olduğunu açıkça savunur Nietzsche.

Tarihe baktığımızda şunu görüyoruz: Komünal toplumun öz değerleri, din ve ahlak biçimlerine bürünmüştür. Tarihsel koşullar nedeniyle, ezilenler, kendi çıkarlarını dinsel ve ahlaki biçimler altında ifade etmişlerdir. Bu biçimlerin arkasında öz olarak ezilenlerin komünal toplumsal değerleri gizlidir. Nietzsche’nin felsefesi, tarihsel gelenek olarak devam eden tüm komünal değerlerin tasfiye edilmesini amaçlamıştır. ‘Değerlerin dönüşümü’ felsefesinin özü, ezilen sınıfların yerine egemen sınıfların değerlerinin topluma mal edilmesi anlayışıdır. Nietzsche, egemen sınıflara da ateş püskürür. Çünkü egemen sınıflar ezilenlere taviz vermişler, ezilenlerin din ve ahlak gibi düşünsel değerlerini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Oysa ona göre ezilenleri yönetebilmek için onların din ve ahlaki değerlerinin kabul edilmesi şart değildir. ‘Güçlü olanın, iktidar olma hakkı olduğu’ düşüncesini topluma aşılamak gerekir. Bu aşı yapılırsa, din ve ahlak gibi şeylere gerek kalmaz.

Şimdi diğer bir soru şudur: Güçlüden yana olan, ezilenleri köleleştirmeyi amaçlayan böylesi bir felsefe nasıl oldu da entelektüel aydınlar arasında belirli bir taraftar kazanabildi? Düşünceleriyle Alman faşizminin düşünsel besin kaynağını oluşturan Nietzsche neden hala ‘büyük’ bir filozof olarak görülmektedir?

NİETZSCHE VE AYDINLAR

Nietzsche, entelektüelleri etkileme konusunda büyük bir başarı sağlamıştır. Çünkü aristokratik geçmişe özlem duyan aydınların duygu ve düşüncesinin (değerler çözülüyor) tercümanlığını yapar. Nietzsche’nin aydınları bu denli etkilemesinin çeşitli nedeni vardır. Sadece üç nedene dikkat çekeceğiz:

Birincisi, ‘radikal bir kültür’ eleştirisi yapmış olmasıdır. Bu nedenle bir kültür devrimcisi olarak tanıtılır. Elitist ve bireyci bir kültür anlayışını savunan Nietzsche’nin özellikle kültür bilimcileri arasında çok taraftarı olmasının bir nedeni budur. Nietzsche, kültürel bozulmaya karşı olan aydınların eğilimlerini ve beklentilerini sezen yetenekli bir filozoftu. Bu yetenekli insan, ‘değerlerin kaybolduğundan’ yakınanların sesi olur. Sadece aydınların değil, aynı zamanda toplumun alt-kesimlerinin özellikle lumpen-proletaryanın içgüdülerinin de tercümanı olur. Aydınların entelektüel ihtiyaçlarının elçisi ve temsilcisi olmayı başarır. Eleştirel aydınların dikkatini, ekonomik-toplumsal sorunlardan ziyade, kültürel olana, psikolojiye ve bireye çevirir. Yani kapitalizme yönelik en radikal eleştirilerin kültür alanında sınırlı kalmasının sorumlusu Nietzsche’dir. Nietzsche, insanların ‘kendilerini yaratmalarına’ büyük önem verir. Ama kendini yaratma etkinliğini sanatla sınırlandırır. Ayrıca sadece elitist bir kesim için kendini yaratmayı uygun görür.

O, aydınların entelektüel eğilimlerine ve psikolojik ihtiyaçlarına uygun bir felsefe anlayışı geliştirdi. Etik açısından entelektüellerin isyancı istemlerine ses verdi. Burjuva toplumunda krizden etkilenen aydınlar için çekim gücü olabildi. Nietzsche’nin tarihsel görevi şu olmuştur: Haksızlıklara isyan eden aydınların ve ezilenlerin tepkilerini kapitalist sistem sınırları içinde tutmayı başarmak. O, aydınların ve toplumun en alt kesimlerinin devrimci karakterde olan memnuniyetsizliğini radikalleştirir, ama tüm eleştiri ve tepkileri kültürel eleştiri alanlarına kaydırır. Sonuçta kapitalizmi daha da güçlendirir.

Entelektüel boşluğa düşen ve radikal çıkış yolu arayan burjuva aydınlarına ‘yol göstermiştir’: Kapitalizme yönelik en radikal kültür eleştirisini yapmıştır Nietzsche. Burjuva toplumunun tüm kurallarını acımasızca eleştirir, ama ona sevgi vermeyen toplumu değil, sevginin kendisini eleştirdi. Hümanizmaya engel olan toplumsal sisteme karşı değil, hümanist düşünceye karşı tavır aldı. Bir yazar, Nietzsche’nin yaptığını şöyle özetler: ‘O, en acımasız gericiliği büyük bir devrim olarak yutturmaya çalışmıştır’.[47]

Önceleri Nietzche hayranı, ama sonra ona karşı olan Macar filozofu Georg Lukacs, ‘Nietzsche pratikte hem efendilere hem de kölelere hizmet edecek, ancak sadece efendilere yararlı olacak düşünceler ileri sürmektedir’ diyor. Nietzsche’de ilerici ve gerici (reaksiyoner) düşünceler iç-içe geçmiştir. Postmodernistlerin Nietzsche’yi populeştirmeleri boşuna değildir.

İkincisi, ‘çok perspektifli’ ve eklektik bakış açısı geliştirmiş olmasıdır. ’Her tarafa çekilen bir ideoloji’ yaratmasındaki başarısı nedeniyle, eserlerinin çeşitli şekillerde yorumlanmasına neden olmuştur. Hem yaratıcı ve özgürlükçü söylemlere sahiptir, hem demokrasi düşmanıdır, ezilenlerden nefret eder. Hem ulusçudur hem de ulusçuluğa karşıdır; hem ‘üstün-insan‘ kavramıyla modern ırkçı kuramların yaratıcısı hem de bu kuramın alaycısıdır; hem ruh-beden ikilemine karşı durmuştur, hem de güçlü ve egemen olma içgüdüsünün yaşamın temeli olduğunu iddia etmiştir.

‘Çok perspektifli‘ bakış açısı nedeniyle Nietzsche’de tutarlılık yoktur. Felsefesi çelişkilerle doludur. Çok perspektiflilik şu sonucu doğurmuştur: Nietzsche’de sağ ve sol ideoloji iç-içe geçmiştir. Nietzsche, bu nedenle dünyada hem sağcı hem de solcu düşünce içinde taraftarı olan istisnai (belki de tek) filozoftur. Hem solcular hem de sağcılar, Nietzsche’nin felsefesinde kendilerini haklı gösterecek görüşler bulabilirler. Bu durum, onun düşüncelerindeki eklektizmden, esneklikten kaynaklanmaktadır. Onun bazı görüşlerini isteyen istediği tarafa çekmiştir. Nietzsche’nin diğer bir ‘başarısı’ da geleneksel tutucu görüşlerle ilerici görüşler arasındaki ayrım çizgilerini bulanıklaştırmış olmasıdır.

Sağ ve sol düşünce arasındaki sınır çizgisini ortadan kaldıran bir filozoftur. Steven E. Ascheim’ın, Nietzsche und die Deutschen başlıklı kitabının bir bölümünün adı şöyle: Die nietzscheanische Sozialismus der Linken und der Rechten (Solun ve sağın Niçeci Sosyalizmi). Bu kısımda Nietzsche’nin sol ve sağ akımlar üzerindeki etkisini inceler. Sağ radikal ve geleneksel ‘halkçı’ hareketler, Marx’ın karşısına Nietzsche’yi çıkarırlar. ‘Nitezsche, Marx’a karşı etkili kutup olarak iş görüyordu. Çünkü maddi olanın karşısına kültürel olanın, ekonominin karşısında ise bilincin önceliği vurgulanıyordu.’[48]

Nietzsche düşüncesinin etkisiyle ’politik çevrelerde sağ ve sol arasındaki farklar silindi veya bu farklar sorgulandı..’[49] Sol ve sağ ideolojiler arasındaki sınır çizgileri silinmesi en çok sol düşüncelerin zayıflamasına yol açmıştır. Bir örnek vermek gerekirse: Sosyalizm kavramının içeriği genel olarak sosyalistler tarafından belirlenmiştir. Yani bazı kavramların içeriğinin belirlenmesinde sosyalistlerin ‘tekelci‘ konumu vardı. Nietzsche, sosyalistlerin kavram oluşturmadaki ‘tekelci‘ konumlarını yıkar. Ona göre sosyalizm, sosyalistlerin dediği gibi anlaşılmak zorunda değildir. Nietzsche, sosyalizm kavramını sağ için kullanılabilir hale getirmiştir. Ascheim şöyle yazıyor:”Almanya’daki ‘Radikal sağ hareket, sosyalizmi kendi amaçları için kullanma yollarını aramaya başladıklarında, bu konuda onları sürükleyici güç Nietsche idi. Yeni Sağ’ın kendini sosyalist olarak deklare etmeye karar vermesi bir paradokstu, ama bu durum gösterdi ki sosyalizm parolası modern kitle hareketinde çekim gücü olan çok önemli parola olmuştu. Sosyalizmin konusunda tanımlama monopolünü (Definitionsmonopol), yani sosyalizmin nasıl anlaşılması gerektiğini solcuların elinden almak radikal sağcıların gözünde son derece önemliydi.’[50]

Böylece radikal sağcılar, tüm Marksist analizden uzak ve içeriği boşaltılmış bir sosyalizm anlayışına ulaştılar. Sosyalizm neden milliyetçi olmasın? ‘Nasyonal Sosyalizm‘ kavramının politik arenaya sokulmasında Nietzsche’nin etkisi büyük olmuştur. ‘Avrupa’da her tarafta sosyalizmin Marksist tanımı soldaki bazı sapkınlar tarafından sorgulandı.. Sosyalizmi farklı şekillerde anlayan Ortodoks karşıtı, anarşist, sendikalist ve revizyonist gruplar mantar gibi ortaya çıktılar. (...)Sosyalizm tanımı artan bir şekilde etkilere ve zıt yorumlara maruz kalmıştı. Nietzsche’nin eserleri işte bu aykırı yorumların dile getirilmesine hizmet etti.’[51]

Marksist düşüncenin özü enternasyonal işçi sınıfına dayanır. Almanya’daki radikal sağcılar, Marksist düşüncenin etkisini kırmak için sosyalizm söyleminin içeriğini değiştirerek sahip çıktılar, Nasyonal sosyalizm tabirini kullanmaya başladılar. Ulus ve sosyalizm kavramları nasyonal sosyalizm içinde eritildi. Bu anlayışa göre, sosyalizm tüm ulusu ve tüm halkı içermeliydi. Böylece sınıfa dayanan Marksist sosyalizm anlayışının karşısına tüm ulusu içeren bir sosyalizm anlayışı çıkarıldı. Sosyalizmin çok etkin olduğu Almanya’da sosyalizm kavramınının bu şekilde çarpıtılıp yorumlanması Marksizme karşı büyük bir darbe getirirken radikal sağcı ideolojiyi güçlendirmiştir.

Nietzsche etkisi öyle yayılır ki, Marksist düşünceyi temel alan SPD içinde de 1890’lı yıllarında yankı bulmaya başlar. SPD içinde aşırı sol radikal bir grup ortaya çıkar. Kendilerini ‘Jungen’ (Gençler) olarak adlandıran bu grup sosyalist, Bruno Wille isimli bir kişinin önderliği altında örgütlenirler. Burjuva parlamentosu seçimlerine katıldığı için SPD’yi burjuva konformizm eğilimleri göstermekle suçlarlar. Diğer yandan partideki merkezi otoriter tutumundan yakınırlar. Partiyi yığınlara uzak kalmakla eleştirirler. Bireyselliği ön plana çıkararak görüşlerini Nietzsche’ye dayandırırlar. Ancak süreç içinde bu grup sadece partiyi değil Marksizmi eleştirmeye başlar. Bu durum karşısında o dönemdeki partinin en etkin teorisyenlerinden Franz Mehring Nietzsche’nin görüşleriyle ilgilenmeye başlar.[52] Franz Mehring, Nietzsche’yi burjuvazinin çıkarlarını en aktif ve saldırgan biçimde savunan bir filozof olarak değerlendirir, ve onu ‘gelişmiş kapitalizmin’ filozofu olarak adlandırır. İdeolojik mücadeleyi kaybeden bu grup partiden ayrılır ve ‘bağımsız sosyalist’ olarak Sosyalist adlı bir dergi çıkarmaya başlarlar. Ancak Nietzsche’nin 1890’lı yıllarda SPD üzerindeki etkisi bu grupla sınırlı değildir. Parti içinde daha sağda olanlar Nietzsche’nin görüşlerinden yararlanarak yayılmacı emperyalist bir politika önerdiler ve şçilerin bu yayılmacı emperyalizm politikasının içine entegre edilmeleri gerektiğini savundular.[53]

Biz burada filozofun Marksistler üzerindeki etkisini geniş bir şekilde ele alacak değiliz.[54]

Ascheim adı geçen kitabında araştırmasını sadece Almanya ile sınırlandırmıştır. Ama Nietzsche’nin diğer ülkelerdeki bazı sosyalistleri de etkilediğinden bahseder ve bir kaç isim sayar: Rus devrimi öncesinde Anatoli Lunatscharski und Stanislaw Wolsky, Avusturya’da Victor Adler ve İtalya’da Benito Mussolini.

Marksizm karşıtları bulundukları ülkelerde Nietzsche’ye dayanarak sosyalist düşüncelere ve demokrasiye saldırmışlardır.

Nietzsche’nin görüşleri genellikle yeni radikal sağcılar arasında yankı bulmuştur. Çünkü Almanya’daki geleneksel sağcılar ile Nietzsche arasında belirli gerginlik oluşmuştu. Nietzsche ‘Tanrı Öldü’ diyerek Hıristiyanlık dinine ve toplumdaki geleneksel ahlakı eleştirmesi geleneksel sağı rahatsız etmişti. Nietzsche’nin 1918-1933 yılları arasında radikal sağcıların ilham kaynağı olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir.

Nietzsche, radikal sağ için soru soran, savaşan ve yalnız olan birini simgeliyordu. Radikal sağa göre Nietzsche, geçmişin koruyucusu, şimdiki zamanın yıkıcısı ve geleceğin dönüştürücüsüydü. Nietzsche’nin görüşleri yeni radikal sağa, eski sağın terminolojisi ve konularından farklı olarak yeni kavramsal araçlar temin ediyordu. Eyleme ve dinamik hareketin yaratılması gerektiğine yapılan vurgu, erkeksi ve üstün-ulusal özelliklerin ortaya çıkarılması gerektiği söylemi yeni radikal sağı müthiş etkiliyordu. Hatta Nietzsche olmasaydı ‘yeni radikal sağ hareketler ve karşı devrimci sağ’ gelişemezdi düşüncesini ileri sürenler var. Nietzsche, ‘güç ve sağlam’ olanın saptanması için kriterler ortaya atarak, radikal sağa güç vermiştir. Radikal sağcılara göre, Nietzsche kültür totaliterizminin temsilcisi ve yaratıcısıdır. Kültür totaliterizmi, ancak savaş ve güçle elde edilebilir. Nietzsche’nin totaliter kültür anlayışında estetik ve kahramanlık birleşmiştir. Ve bu anlayış liberal, demokrat ve ahlaki dünyaya ters olarak düşünülmüştür. Radikal sağ onun birey anlayışını revizyondan geçirmiştir. Bunun sonucu olarak, birey kişiliksizleştirmiş ve bireyin dinamizmi kültürel totaliterizmin hizmetine sokulmuştur.

Thomas Mann da bir dönem Nietzsche’nin etkisinde kalmıştır. Ama bir süre sonra Nietzsche’nin görüşlerindeki anti-demokratik özellikleri ve demokrasi düşmanlığını anlayarak Nietzsche’den uzaklaşır. Thomas Mann’a göre Nietzsche’nin çelişkili yanları vardır. O hem güce dayanmaktadır hem de estetiğe vurgu yapmaktadır. Bu ikisi birbiriyle çelişki halindedir.

Nietzsche’nin bazı aydınlar üzerinde etkili olmasının üçüncü nedeni onun ‘sistem felsefesine’ karşı olmasıdır.

Tüm kapalı sistem felsefeleri ‘statükocu olma’ özelliğine sahiptirler. Tüm değerlerin dönüştürülmesini savunan Nietzsche, sistem felsefelerine karşı tavır aldı. Onun kapalı sistem felsefelerine tavır alması da aydınlar üzerinde önemli bir çekim gücü sağladı. Her hangi bir kapalı felsefe sistemi savunmadan kapitalizme eleştiriler yöneltti.

Evet Nietzsche, tüm statükoların yıkımını istemiştir. Ama bunu yığınlar için değil, tam tersine güçlülerin daha da yükselmesi için istemiştir. Aristokratik değerleri de bu amaçla savunmuştur. Radikal dönüşümleri talep etmesinin arkasındaki gerçek budur. Radikal kültür eleştirisi yapan Nietzsche kapitalizmin ekonomik-toplumsal ve hiyerarşik yapısına eleştiri yöneltmez. Hatta aristokratik-hiyerarşik yapıları ortadan kaldırmayı amaçlayan demokrasiye karşıdır. Nietzsche’nin düşüncesini en iyi özetleyen Michael Löwy’e göre Nietzsche, ‘kapitalizm öncesi değerler adına kapitalizme muhalefet etmiştir.’[55]

Nietzsche’nin kapitalist moderniteye yönelttiği düşünceler şöyle özetlenebilir. Burjuva toplumunu en acımasız bir şekilde eleştirir. Eleştirileri radikaldir. Radikal eleştirileri dolayısıyla radikal olanların ilgisini çeker. Dar kafalılıktan duyduğu tiksintisini dile getirir. Değerlerin dönüştürülmesini savunur. ‘Werden’ (oluşum) felsefesini kabul eder. Ancak bu oluşum, yeni bir şey doğurmaz; yani Nietzsche kapitalizmin sınırları içinde sürekli bir oluşum istemiştir.

Nietzsche, tarihsel iktidar ve hükmetme biçimlerini araştırır, ama sömürüsüz bir toplum olasılığını yadsır. Onun ‘Sürekli Döngü Kuramı’, köle ahlakı ve efendi ahlakı düşünceleriyle birlikte ele alındığında şu anlama gelir: ‘Güç’lülerin yönetmeleri meşrudur. Önemli olan yaşamı sürdürmek değil, yaşamda yükselmek ve egemen olmaktır. Yaşamda yükselebilmek ve egemen olabilmek için diğer insanlar üzerinde üstünlüğün ve egemenliğin gelişmesi de gerekir. Nietzsche’nin tarih anlayışı ve felsefesi tüm sınıflı-hiyerarşik sömürücü düzenlerin onaylanmasıdır.

Peki, Nietzsche’nin sağ ve sol düşünceler arasındaki ayrım çizgilerini ortadan kaldırması nasıl açıklanmalı? O eski tutucu ve muhafazakar sağdan farklı bir çizgi izler. Dinamizmden, değişimden, değerlerin dönüşümünden bahseder. Kapitalizme karşı en radikal eleştirileri yöneltir. Diğer yandan geleneksel sağın sahiplendiği tüm geleneklere (Hıristiyanlık dinine, toplumdaki yerleşik ahlak anlayışına) saldırır. Hıristiyanlık dinine, toplumsal geleneklere bağlı olan eski tip geleneksel sağcılar ile Nietzsche arasında gerginlik ve çelişkiler doğmuştur. Bu durum kafaları karıştırmıştır. Geleneksel sağın tüm değerlerine saldıran Nietzsche çoğu insan tarafından sol düşünceli biri olarak algılanmıştır. Nietzsche’nin radikal tavrı, kapitalizmi eleştirmesi, Hıristiyanlığa ve geleneksel değerlere saldırması, sol ve sağ düşünceler arasındaki eski ayrım çizgilerinin kalkmasına neden olur.

Nietzsche’nin kuramı hakkında Larrian şunları yazıyor: ‘Nietzsche’nin kuramı, yalnızca yönetici efendilerin üstün haklarını kanıtlayarak, alt sınıfların ezilmesini haklı çıkartmakla kalmıyor, üstün hakların yaşamın asli öğeleri olduğu, bu nedenle de doğal oldukları konusunda ezilenleri ikna etmeye çalışmakla yetinmiyor; aynı zamanda benzer mantığı kadınlarda ve etnik azınlıklarda da geçerli kılmaya çalışıyor. Nietzsche’nin kuramında, sınıf, cins ve ırk olmak üzere üç çeşit baskı biçimi vardır ve bunlar yalnızca haklı bulunmamakta, aynı zamanda yaşamı iyileştiren zorunluluklar olarak sunulmaktadır. Nietzsche de Schopenhauer gibi sorunların ve çelişkilerin varlığını inkar etmez. Bu sorun ve çelişkileri yalnızca insan varoluşunun üzücü biçimleri olarak kabulle yetinmeyerek, yaşamın zorunlulukları olarak selamlar. Ancak gizlemenin ideolojik etkisi aynıdır. Nietzsche’de değiştirilmesi gereken çelişkili bir sistem olarak kapitalizme ilişkin somut bir referans bulmak zordur.’[56]

Nietzsche, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemden tekelci döneme geçtiği evrede yaşamıştır. O dönemde sermaye tekelleşme eğilimi gösterirken öte yanda işçi sınıfı kendi güçlü örgütlerini oluşturuyordu. Tekelci dönemde egemenler, emekçilere karşı daha aktif ve dolaylı savunmaya yönelirler. Çünkü ezilenlerin (proletarya ve küçük burjuvazi) sisteme karşı tepkileri daha aktif biçimler almıştır. Nietzsche sisteme tepki gösteren ezilenlerin tepkilerini egemen sınıfın hizmetine koyabilecek düşünceler ileri sürmüştür. Hem ezenleri hem de ezilenleri etkileyen görüşler ortaya atmıştır. Ama yalnızca efendilere yarayacak düşünceler ileri sürmüştür.

Postmodern düşünürlerin Nietzsche’yi güncelleştirme girişimini bu çerçevede anlamak, postmodern düşüncenin içeriğini kavramayı kolaylaştırır. Burjuva sisteme muhalif olarak ortaya atılan postmodern düşünceler, bazı reformlarla ezilenleri mevcut sistem içinde tutmaya yönelik düşüncelerdir.

Not. Bu yazı BİLİM ve GELECEK dergisinin 50.sayısında (Nisan 2008) yayınlanmıştır.
---------------------------------------------------

Notlar:

[1] Nietzsche, Güç İstenci, kısım 285, s. 252

[2] Nietzsche, a.g.e., kısım 488, s. 253

[3] Nietzsche, a.g.e., kısım 552, s. 279

[4] Nietzsche, a.g.e., kısım 488, s. 254

[5] Nietzsche, Güç İstenci, s. 28

[6] Nietzsche, a.g.e., s. 273

[7] Nietzsche, a.g.e., s. 250

[8] Nietzsche, a.g.e., s. 28

[9] Nietzsche, a.g.e., s. 247

[10] Nietzsche, a.g.e., s. 27

[11] Alex Callinicos, Postmodernizme Hayır, s. 27

[12] Nietzsche, a.g.e., s. 252

[13] Nietzsche, Güç İstenci, s. 251

[14] Nietzsche, akt. Alex Callinicos, Postmodernizme Hayır, s. 225

[15] Nietzsche, Güç İstenci, s. 249

[16] Postmodern Felsefe, Felsefe Sözlüğü- Bilim ve Sanat Yayınları, http:// http://www.felsefeekibi.com/

[17] J. Habermas, Der philosophische Diskurs der Moderne, s.106-107

[18] Kitabın Almancası ‚Der Wille zur Macht’dır. ’İktidar İradesi’ veya ’İktidar Yönelik İrade’ olarak tercüme edilebilir. Birey Yayıncılık, kitabın adını ’Güç İstenci’ diye çevirmiş. Ama ’İktidar İradesi’ başlığı tercih edeceğim.

[19] Nietzsche, Güç İstenci, s. 248

[20] Nietzsche, a.g.e., s. 248

[21] Nietzsche, a.g.e., s. 279

[22] Nietzsche, a.g.e., s. 146

[23] Nietzsche, kısım, 253, s. 420

[24] Nietzsche, a.g.e., s. 159

[25] Nietzsche, Güç İstenci, s. 239

[26] Nietzsche, a.g.e., s. 239

[27] Nietzsche, a.g.e., s. 260

[28] Nietzsche, Güç İstenci, s. 47

[29] Nietzsche, Güç İstenci, s. 23

[30] Nietzsche, a.g.e., s.28

[31] Nietzsche, Güç İstenci, s. 202

[32] Nietzsche, Güç İstenci, s. 154

[33] Nietzsche, Güç İstenci, s. 155

[34] Nietzsche, Güç İstenci, s. 47

[35] Nietzsche, Güç İstenci, s. 210

[36] Nietzsche, Güç İstenci, s. 423

[37] Nietzsche, Güç İstenci, s. 97

[38] Nietzsche, Güç İstenci, s. 428

[39] Nietzsche, Güç İstenci, s. 430

[40] Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, s, 543

[41] Nietzsche, Güç İstenci, s. 159

[42] Nietzsche, Güç İstenci, s. 155

[43] Nietzsche, Güç İstenci, s. 422

[44] Nietzsche, Güç İstenci, s. 463

[45] Steven E. Aschheim, Nietzsche und die Deutschen, s. 157

[46] Nietzsche, Güç İstenci, s. 368

[47] Hans Günter, aktaran Steven E. Aschheim, Nietzsche und die Deutschen, s. 296

[48] Steven E. Aschheim, Nietzsche und die Deutschen, s. 147

[49] Steven E. Aschheim, a.g.e., s. 169

[50] Steven E. Aschheim, a.g.e., s. 170

[51] Steven E. Aschheim, a.g.e., s. 169

[52] Franz Mehring, dışında Plahanov, Troçky, Otto Bauer gibi düşünürler Nietzsche’nin görüşlerini eleştirmişlerdir. Çok ilginçtir. Lenin’in Türkçe yayınlanan eserlerinin tümünü okuyan biri olarak Lenin’de Nietzsche hakkında tek yazıya rastladığımı hatırlamıyorum. Sadece Felsefe Defterlerinde Nietzsche’nin adı bir kez geçiyor. Oda felsefe akımlarını alt alta sıraladığı yerde: Nietzsche isminin karşısında şunlar yazılı: Bireysel felsefe

[53] Steven E. Aschheim, a.g.e., s. 176

[54] Nietzsche’nin bazı Marksistler ve özellikle Frankfurt Okulu düşünürleri üzerindeki etkisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Steven E. Aschheim, age, s.169-206

[55] Aktaran. Alex Collinicos, Postmodernizme Hayır, s. 109

[56] Jorge Larrain, İdeoloji ve Kültürel Kimlikler, s. 73

Hiç yorum yok: