10 Mayıs 2010 Pazartesi

İttihatçıların soykırım refleksleri



N. Nadi Çelik

İttihatçıların 20. yy başında gerçekleştirdikleri Ermeni soykırımı kendisinden sonraki Nazilerin yahudi soykırımına hem örnek teşkil etti hemde Naziler için bir cesaret kaynağı oldu. Ancak ermeni soykırımını yahudi soykırımdan ayıran en temel özelliklerinden bir tanesi onun kesintisizliğidir. Demek istediğim şu ki, ermeni soykırımı 1914’de başlayıp 1916 yada 1923 te biten bir süreç olmaktan ziyade öncül ve artçıllarıyla birlikte kesintisiz olarak bir yüzyıla yayılmış olmasıdır. 1915’teki büyük felaketin daha sonraki yıllarda aynı şiddette tekerrür etmemiş olması ittihatçıların soykırım politikasından vazgeçtiği anlamından ziyade ermenilerin toplu bir kıyıma uğrayacak nufustan olmalarıydı. Yalın bir ifadeyle toplu olarak imha edilecek ermeninin olmayışıdı. Nitekim büyük felaket ten sonra ki yıllarda merkezi otoritenin soykırım politikası ekonomik-kültürel alanda bütün hızıyla, psikojik savaş eşliğinde (1915 yılında Harput'ta duvarlara asılan duyuru) sürdürüldü. Bu süreç, 19 Ocak’ta ermeni aydını Hırant Dink’e sıkılan kurşunla duraklamıştır. Bu nedenle bu kurşunu ‘’son kurşun’’ olarak adlandırmak yerinde olacaktır.

Bu yazıda 1915’teki büyük felaket ile ilgili ittihatçı refleksler ele alacağımdan sürecin kesintisiz özelliği ile ilgili bahsi başlı başına bir yazıda konu edeceğimden burada noktalıyorum.

İttihatçıların tüm refleksleri sanıldığı gibi bir milleti değil, yalnızca kendilerini temize çıkartmayı hedefliyor. Tüm inkarları ve yalanları bu amaca yöneliktir ve kendilerini temize çıkarmak için gerektiğinde soykırım suçunu halkın üstüne yıkmak gibi ahlaksız yada ahlak dışı refleksler sergilemekten çekinmediler.

İttihatçıların reflekslerini aşağıdaki noktalar altında toplamak mümkündür:

1-s uçu bütünüyle inkar etmek

2 -suçu basite indirgemek

3 -basite indirgenen suçtan halkı (yada kendi deyimleriyle ‚‘baldırı çıplaklar‘ ı ) sorumlu tutup böylece ittihatçı çeteyi temize çıkarmak.

Soykırım politikasının kesintisizliği doğal olarak İttihatçıların süreçle ilişkin söyledikleri yalanlarında kesintisiz olarak sürdürülmesini zorunlu kılıyordu.

İttihatçıların soykırımın hemen akabinde yaptıkları savunma yada açıklama biçimi şöyleydi: ‘’..Ama onlarda rahat durmuyorlardı...’’ ‘’Bizi sırtımızdan vurmaya çalıştılar..’’ ‘’ ...isyanlar çıkartıyorlardı..’’

Gerçekten iddia edildiği gibi o dönemde kapsamlı bir ermeni isyanı sözkonusu muydu? Bu soruya cevap verirken, osmanlının, bırakalım bir halkı, herhangi bireyin insani talebini dahi isyan olarak tellaki edip, ağır bir şekilde cezalandırdığını hatırlamak gerekir. Kaldı ki, kapsamlı bir isyan sözkonusu olsa bile bu ermenilerin soykırıma uğramış olmalarını ne haklı nede meşru kılar.

Açıktır ki, ermeni halkının da Osmanlı’nın egemenliğine karşı bağımsızlık mücadelesi veren diğer halklar gibi bir mücadele sürdürmüş olması yada en azından böyle bir eğilime sahip olmasından daha doğal ve haklı bir durum olamazdı.

İttihatçılar daha sonraki yıllarda toplumsal bilincin gelişim seviyesinin bu tür açıklamaları tatmin etmediğini fark etmiş olacaklarki daha farklı yalanlar temelinde açıklama modelleri inşa etme ihtiyacı duydular.

İttihatçıların ermenilerin fiziksel olarak toptan yok edilişi ile ilişkin daha sonraki yada günümüzdeki açıklama biçimi iki bölümden ibaretti; Birincisi, önce suçu basite indirgemek

İkincisi, hemen ardından, basite indirgenen bu suçu halka yükliyerek kendilerini dünya kamuoyunda temize çıkartmak.

Şöyleki, ittihatçılara göre aslında ortada iddia edildiği yüzbinlerce ermenin katli sözkonusu değildi. Yani, iddia edildiği gibi merkezi otorite tarafından önceden planlanmış ermeni vatandaşların kökünü kurutma gibi bir durum sözkonu değildi. Aksi iddia Türkiye üzerinde hesapları olan uluslararası karanlık odakların dayanaksız iddialarıydı. Savaş ortamında güvenlik gereği alınmış tehcir kararı vardı. Ancak , bir takım eşkiyalar yada kent haydutları güvenlik boşluklarından istifade ederek yaptıkları saldırılar ve yağmalar sonucu meydana gelen çatışmalarda hayatını kaybeden ermeniler sözkonusuydu ki zaten bunların sayılarıda öyle yüzbinler değil 30-35 bin kişiydi. Ancak İttihatçılarkendilerini bütünüyle temize çıkartmanın pekte inandırıcı olmayacağını düşünmüş olmalılarki, ’’ …tabii ki, bu eşkiya ve kent haydutlarının yanısıra birde bazı bölgelerde ki, yöneticilerin tedbirsizliğide eklenince…’’ diye bir ifade eklemeyide ihtmal etmiyorlardı. Yabancı devletlerin arşivlerinde bulunan kamyonlar dolusu belgeler onları pek te ilgilendirmiyordu. Önemli olan iç kamuoyunu bu yalanlara inandırmaktı. Onların sorunu soykırıma direk şahit olan kuşağı ikna etmek değildi. Gelecek kuşakları bu yalanlara inandırmaktı. Bunda da pek başarısız oldukları söylenemezdi. Zaten bu yalanların sorgulanması yasaktı. Herkesin bu yalanlara inanması ve tekrarlaması gibi bir kaide oluşturulmuştu.

Küresel gelişmelerin İttihatçıların ördüğü kalın duvarları yıkması, dış dünyayla her alanda ilişkilerin gelişmesi çok doğal olarak resmi tarihe inanmış yada inandırılmış aydınlarıda bu yalanların yeniden ele alınıp sorgulanması fırsatını yaratmış oldu ki, buna da ittihatçılar tamamen hazırlıksızdılar. İletişim ve bilgi teknolojisindeki devasa gelişmeler aynı zamanda ittihatçıların yalanlarının temeline konulmuş birer dinamit rolündeydiler. Onların bir yüzyıla yakındır vatandaşlara ermeni konusunda nasıl düşünmeleri gerektiği doğrultusundaki emirleri artık pratikte bir anlam taşımıyor.

Varılan bugün ki noktada bay İttihatçıların artık günün koşullarına göre yeni yalanlar üretmek yada mevcut yalanları revize ederek piyasaya sürmekte bir hayli sıkıntı yaşadıkları anlaşılıyor. Bu durumu ’’yalan üretiminde başgösteren derin kriz’’ adlandırmak gerekir.

Yeri gelmişken, ittihatçıların travmalarına değinmek istiyorum. Şöyle ki, ittihatçıların kesintisiz yalanlarının yanısıra kesintisiz travmaları vardı. Bu travmaların en başlıcası misyonerlerle ilgiliydi. Ve konuyu da bir sonraki makalemde ele alacağım.

Hiç yorum yok: