“...Dünya sever olmadan, yurtsever olunamaz. İnsan sever olmadan vatansever olunamaz. Kürt sever olunmadan da Türk sever olunamaz...”
“Çalıyorum kapınızı/ teyze amca bir imza ver/ çocuklar öldürülmesin/ şeker de yiyebilsinler…”(1)
Teyze amca, savaş başladı farkında mısınız? Bu kez ‘düşük yoğunluklu adı konulmamış bir savaş’ değil sözünü ettiğim. Dağların, taşların, evlerin, köprülerin bombalandığı, insanların öldürüldüğü açık savaş. Kimilerine göre ‘vatan savunması, terör yuvalarının kurutulması’, kimilerine göre ‘kirli savaş’. Arundhati Roy’un 11 Eylül saldırıları üzerine ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesinden ve taş üstüne taş koymamasından sonra yaptığı çarpıcı açıklama geliyor aklıma: 11 Eylülde hayatını kaybedenlere ağlıyorum. Arkasından Afganistan’ın işgali sürecinde katledilenlere de ağlıyorum. Yani 11 Eylül’de hayatını kaybedenlerin sayısına ABD’nin ‘terörü kurutmak’ adına katlettiklerinin sayısını da ekliyorum. Hepsinin sorumlusu aynı adres.
“Çalıyorum kapınızı/ teyze amca bir imza ver/ çocuklar öldürülmesin/ şeker de yiyebilsinler…”(1)
Teyze amca, savaş başladı farkında mısınız? Bu kez ‘düşük yoğunluklu adı konulmamış bir savaş’ değil sözünü ettiğim. Dağların, taşların, evlerin, köprülerin bombalandığı, insanların öldürüldüğü açık savaş. Kimilerine göre ‘vatan savunması, terör yuvalarının kurutulması’, kimilerine göre ‘kirli savaş’. Arundhati Roy’un 11 Eylül saldırıları üzerine ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesinden ve taş üstüne taş koymamasından sonra yaptığı çarpıcı açıklama geliyor aklıma: 11 Eylülde hayatını kaybedenlere ağlıyorum. Arkasından Afganistan’ın işgali sürecinde katledilenlere de ağlıyorum. Yani 11 Eylül’de hayatını kaybedenlerin sayısına ABD’nin ‘terörü kurutmak’ adına katlettiklerinin sayısını da ekliyorum. Hepsinin sorumlusu aynı adres.
“Evet. Kara harekâtı başladı. Hayatı teferruat olarak görenler bayram ilan ettiler yine. Başta büyük gazete olmak üzere medyamızda sevinçli bir telaş görünüyor. (…) Ana akım medyanın bu nefesimizi tutmuş beklemekte olduğumuz savaşı muştulayışında zorlu bir milli maç 'zaferini' ilan edişindeki fanfarlı üslup okunuyor. (...) Bu korkunç tefrika, tirajları hoplatacaktır mutlaka. Her gün kalkar kalkmaz gazeteyi kapıp skora bakmamız gerekiyor besbelli. 44'e 5, ikinci günde 79'a 7 oldu. Ara açıldı. PKK'nın artık Mehmetçik'e yetişmesi imkânsız. (…)Skorlarınıza yansıyan rakamlar, her biri bu topraklardan, her biri benzer yoksunluklardan gelen insanları yansıtıyor. Türk'ün de Kürt'ün de yüreği dağlanıyor. Bu kışkırtıcı dille sonsuza dek sürecek bir savaşın körükçülüğünü yapıyorsunuz. “ (2)
“Numaralanmış resmi açıklamalar hızla istatistiğin soğuk rakamlarına, skorlara dönüşür. 18 no'lu açıklama '35 terörist etkisiz hale getirildi' der, etkisizleştirilenlerin toplamı 79'a ulaşmış, şehit sayısı 7 olmuştur…”(3)
Türkiye, ABD ile anlaştı. AKP de ordu ile. Ve sonuç ortada: Savaş!
ABD, Türkiye'ye 'PKK jestinden' sonra bir de 'Kerkük jesti' yapmış oldu. Böylece Kerkük üzerinden Türkiye ile Kürtler arasında petrolün paylaşımı, petrolün sevk edilmesi ve Kerkük'ün yönetimi gibi konularda somut çıkar birliği tesis ediliyor. Sürecin gidişatı baştan beri de söylediğimiz üzere K.Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti doğrultusunda değil, bu coğrafyanın petrol ağırlıklı bir serbest bölge olarak sömürgeleştirilmesi planına uygun olarak gelişiyor. (...)Bu gelişmeler ışığında bakıldığında, Türkiye'nin oluşmakta olan yeni uluslararası gerilim sürecinde ABD-AB ittifakının kendi önüne koyduğu 'Yeni-Osmanlıcılık' politikaları doğrultusunda, Ortadoğu ve Kafkaslardaki askeri ve diplomasi zemininde ileri karakol olarak rol alacağı belirginleşiyor....(4)
Ne hazin değil mi. Bir asker annesi, oğlunun kefenini açmak ve son bir kez daha dokunmak istiyor canının cansız bedenine. Soğumuş yüzünü okşuyor. Ve o an yüreğimi yakıyor. Aklıma küçük Uğur geliyor. ‘Devlet dersinde’ güvenlik güçlerimizin ‘terörist’ sanarak yanlışlıkla delik deşik ettiği küçük Kürt çocuğu Uğur. Katillerinin hâlâ ellerini kollarını sallayarak gezdiklerini isyan duygusuyla düşünüyorum. Şemdinli katilleri gibi. Kürt olsaydım, yargısız infazlarda öldürülen çocukların, gazetecilerin, Kürt aydınlarının yakını olsaydım ve anadilim yasaklansaydı ne yapardım. Hukukun olmadığı yerde ne yapılır. Beddua etmenin dışında ne yapılır. Bu haksızlıklar, hayâsızlıklar karşısında, çarenin tükendiği yerde ne yapılır. Bunları nasıl görmezden geliyor insanlar. Sadece Uğur Mumcu değil, Ape Musa’lar da var katledilen. Terörist sanılarak kurşuna dizilen Kürt çobanlar, dışkı yedirilen Kürt köylüler, Diyarbakır zindanlarında sopalarla kırılan kemikler, lağıma kafa üstü sallandırılan Kürt tutsaklar, devletin zorla boşalttığı Kürt köyleri. Sürgünde yaşamak zorunda kalan Memet Uzun’lar, Ahmet Kaya’lar. En doğal, en basit insan hakkının, yani anadilde konuşmanın, türkü söylemenin yasak olduğu bir ülke vatandaşı olduğum için utandığım uzun yıllar. Kim ekti bu kötülük tohumlarını. Neden çıkıyor bu çocuklar dağlara. Neden insanlar ölüm orucuna yatıyor, neden kendini yakıyor, neden geri dönmemek üzere örgütlere katılıyorlar. Nedir bu insanların istedikleri?
ABD, Türkiye'ye 'PKK jestinden' sonra bir de 'Kerkük jesti' yapmış oldu. Böylece Kerkük üzerinden Türkiye ile Kürtler arasında petrolün paylaşımı, petrolün sevk edilmesi ve Kerkük'ün yönetimi gibi konularda somut çıkar birliği tesis ediliyor. Sürecin gidişatı baştan beri de söylediğimiz üzere K.Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti doğrultusunda değil, bu coğrafyanın petrol ağırlıklı bir serbest bölge olarak sömürgeleştirilmesi planına uygun olarak gelişiyor. (...)Bu gelişmeler ışığında bakıldığında, Türkiye'nin oluşmakta olan yeni uluslararası gerilim sürecinde ABD-AB ittifakının kendi önüne koyduğu 'Yeni-Osmanlıcılık' politikaları doğrultusunda, Ortadoğu ve Kafkaslardaki askeri ve diplomasi zemininde ileri karakol olarak rol alacağı belirginleşiyor....(4)
Ne hazin değil mi. Bir asker annesi, oğlunun kefenini açmak ve son bir kez daha dokunmak istiyor canının cansız bedenine. Soğumuş yüzünü okşuyor. Ve o an yüreğimi yakıyor. Aklıma küçük Uğur geliyor. ‘Devlet dersinde’ güvenlik güçlerimizin ‘terörist’ sanarak yanlışlıkla delik deşik ettiği küçük Kürt çocuğu Uğur. Katillerinin hâlâ ellerini kollarını sallayarak gezdiklerini isyan duygusuyla düşünüyorum. Şemdinli katilleri gibi. Kürt olsaydım, yargısız infazlarda öldürülen çocukların, gazetecilerin, Kürt aydınlarının yakını olsaydım ve anadilim yasaklansaydı ne yapardım. Hukukun olmadığı yerde ne yapılır. Beddua etmenin dışında ne yapılır. Bu haksızlıklar, hayâsızlıklar karşısında, çarenin tükendiği yerde ne yapılır. Bunları nasıl görmezden geliyor insanlar. Sadece Uğur Mumcu değil, Ape Musa’lar da var katledilen. Terörist sanılarak kurşuna dizilen Kürt çobanlar, dışkı yedirilen Kürt köylüler, Diyarbakır zindanlarında sopalarla kırılan kemikler, lağıma kafa üstü sallandırılan Kürt tutsaklar, devletin zorla boşalttığı Kürt köyleri. Sürgünde yaşamak zorunda kalan Memet Uzun’lar, Ahmet Kaya’lar. En doğal, en basit insan hakkının, yani anadilde konuşmanın, türkü söylemenin yasak olduğu bir ülke vatandaşı olduğum için utandığım uzun yıllar. Kim ekti bu kötülük tohumlarını. Neden çıkıyor bu çocuklar dağlara. Neden insanlar ölüm orucuna yatıyor, neden kendini yakıyor, neden geri dönmemek üzere örgütlere katılıyorlar. Nedir bu insanların istedikleri?
Kürtler yine karamsar
Kürt kökenli bir arkadaşım geliyor ziyaretime. “Hocam diyor savaş başladı, insanlar ölüyor neden yazmıyorsunuz.” Yazdım diyorum. Defalarca yazdım. Hem benden iyi yazanlar da var. Küresel Bak basın açıklaması yaptı, Birgün, Evrensel savaşa karşı manşetler attılar diyorum. Radikal’den Yıldırım Türker’i, Perihan Mağden’i örnek gösteriyorum. O da bana “Ama hocam bakın Bülent Ersoy bile tavır koyup bizi şaşırttı. Savaş kışkırtıcılığı yapan Hürriyet’ten Pakize Suda dayanamadı savaşa karşı bir yazı yazdı. Siz dün yazdınız bu gün unutuldu. Belleği zayıf bir toplumuz. Yeniden yeniden yazmak gerekmiyor mu? Bakın bize her gün küfrediyor bu genelkurmay destekli Türk medyası. Elimiz kolumuz bağlı. Provokasyona neden olacağız diye dişimizi sıkıp susuyoruz her yerde. Yolda, işyerinde hatta Türk kökenli eşimin akrabalarının yanında bile susuyorum. Bari siz konuşun, siz yazın.”
Doğruydu söyledikleri. Yazabilen yazmalı, yürüyebilen yürümeliydi bu savaşa karşı. Türk halkını galeyana getiren ırkçı-milliyetçi güruhun savaş borazanlarına karşı barış türküleri söylemenin zamanıydı. Bu savaşın Türk ve Kürt halkına mutluluk, huzur getirmeyeceği, ‘terörün kökünün’ kurumayacağı anlatılmalıydı. Vatansever olduklarını söyleyenlere vatanın sadece toprak olmadığını, üzerinde yaşayan insanlarla vatan olacağı açıklanmalıydı. Vatanımı neden sevmekte zorlandığımı açıklamalıydım. Nazım Hikmet’in ‘Vatan çiftliklerinizse, çek defterlerinizse ben vatan hainiyim’ diye haykırdığı şiire ek yapmalıydım. Vatanseverim, milliyetçiyim diyen insanların büyük çoğunluğunun kapılar açılsa sosyal adaletin, insan değerinin olmadığı bu ‘vatan’ yerine, uzaktan şirin görülen ‘zengin Avrupa’yı’ tercih edip, kaçacağını yazmalıydım. Gencecik çocukları bildiri dağıtıyorlar diye linç etmeye çalışanların da, Tuzlada işçileri ölüme yollayanların da, çocuk pornosu izleyen sapıkların da, eşcinselleri aşağılayıp diğer yandan -örneğin Sungurlu’da- 15 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz etmek için sıraya girenlerin de bu vatanın çirkin bir parçası-gerçeği olduklarını yazmalıydım.
Sadece Kürtlere değil, bu kokuşmuş sisteme muhalif Türklere de düşman olan ceberut yönetimin suç dosyasını, örneğin zindanlarda susturulmak istenen Nazım Hikmet’leri, Ahmet Arif’leri, Harbiye hücrelerini, Sansaryan hanındaki tabutlukları, 6-7 Eylül’ü, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarını, bu güne kadar kuzey Irak’a yapılan 24 çıkartmanın sonuç vermediğini yeniden yeniden hatırlatmalıydım...
Savaşa neden olanın halklar değil, zalim egemenler-yönetenler olduğunu anlatmalıydım. Türk olmaktan neden hem onur, hem hicap duyduğumu, Türkiye’de yaşamaktan neden hem mutlu, hem mutsuz olduğumu anlatıp, insanları empati yapmaya çağırmalıydım.
“Saygın Başbakanımız Diyarbakır'da haklarını talep eden Kürtlere ‘Bekâra karı boşamak kolaydır,’ demekten hicap duymadı. Ben de savaş taciri Türklere aynı lafı etmek istiyorum. ‘El âlemin çocuğunun kanıyla, kahramanlık gerdeğine girmek kolaydır’. (…)Savaş propagandası yaparken az biraz saygılı, edepli olun!! Gidenlerin anaları, babaları, yakınları var. Savaş makinesi değil; insan yavrusu, ANA kuzusu onlar.”(5)
Sonsöz: Henri Barbusse, “Yalnızca kendi halkının davasını görebilen kişi kendi halkına da ihanet ediyor demektir. Zira bu halkın da diğerleriyle beraber karmakarışık bir halde içine düşeceği katliamları hazırlamış olmaktadır. Değişme için çalışmayan kötülük için çalışıyor demektir. Enternasyonalist olmadan, özgürlükten yana olunamaz. “ diyor.
Ben ona ek yaparak sonluyorum yazımı: Dünya sever olmadan, yurtsever olunamaz. İnsan sever olmadan vatansever olunamaz. Kürt sever olunmadan da Türk sever olunamaz...
Notlar:
(1) Nazım Hikmet
(2) Yıldırım Türker. Radikal. 25/02/08
(3) L. Doğan Tılıç. Birgün. 26/02/08
(4) Kartlar Karılırken İnisiyatif Almak- Aktüel Gündem. Sendika.org. 22 Şubat 2008
(5) Perihan Mağden. Radikal. 26/02/08
“Saygın Başbakanımız Diyarbakır'da haklarını talep eden Kürtlere ‘Bekâra karı boşamak kolaydır,’ demekten hicap duymadı. Ben de savaş taciri Türklere aynı lafı etmek istiyorum. ‘El âlemin çocuğunun kanıyla, kahramanlık gerdeğine girmek kolaydır’. (…)Savaş propagandası yaparken az biraz saygılı, edepli olun!! Gidenlerin anaları, babaları, yakınları var. Savaş makinesi değil; insan yavrusu, ANA kuzusu onlar.”(5)
Sonsöz: Henri Barbusse, “Yalnızca kendi halkının davasını görebilen kişi kendi halkına da ihanet ediyor demektir. Zira bu halkın da diğerleriyle beraber karmakarışık bir halde içine düşeceği katliamları hazırlamış olmaktadır. Değişme için çalışmayan kötülük için çalışıyor demektir. Enternasyonalist olmadan, özgürlükten yana olunamaz. “ diyor.
Ben ona ek yaparak sonluyorum yazımı: Dünya sever olmadan, yurtsever olunamaz. İnsan sever olmadan vatansever olunamaz. Kürt sever olunmadan da Türk sever olunamaz...
Notlar:
(1) Nazım Hikmet
(2) Yıldırım Türker. Radikal. 25/02/08
(3) L. Doğan Tılıç. Birgün. 26/02/08
(4) Kartlar Karılırken İnisiyatif Almak- Aktüel Gündem. Sendika.org. 22 Şubat 2008
(5) Perihan Mağden. Radikal. 26/02/08
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder