7 Mayıs 2011 Cumartesi

Adil Okay’dan yeni kitap: Kadın sorunu ve Tekel işçilerinin direnişi



Adil Okay'ın yazdığı -2010 yılında sahneye konulan- kadın sorunu ve tekel işçilerinin direnişi konulu iki ayrı oyunu Gerçek yayınevi tarafından kitaplaştı.

Yazarın Önsözü

‘Kadın Gibi Kadın’ adını verdiğim bu oyunun adı bir sloganı çağrıştırıyor olabilir. Ben bu adlandırmaya içinde itirazın olduğu bir metafor diyorum. Neye itiraz? Öncelikle ‘Adam gibi adam’, Erkek gibi kadın’ deyişlerine itiraz. Bu deyişlerin arka planında yatan egemen dünyaya itiraz. İşte ben bu dünyanın yargılanmasına oyunun adıyla başlamak ve izleyiciye, okuyucuya başka bir dünyanın, başka bir dilin, başka bir ilişkiler ağının mümkün olabileceğini göstermek istedim. Kimi zaman aykırı gibi duran bir cümle−sözcük, içinde dolaylı sezilebilen sembolleri−kodları taşıyabiliyor ve onlarca sayfa betimlemenin yapamadığını yapabiliyor. Şiir nasıl bir sözcük ekonomisiyse, tiyatro oyunlarında da sınır söz konusudur. En uzun oyunun iki saat olabileceğini düşününce yazar ve yönetmen az sözle − hareketle çok şey anlatmak zorunda kalabiliyor. Romanla, tiyatro arasında böyle önemli bir fark var. Hele politik tiyatro oyunlarında amaç izleyiciyi etkilemek, sarsmak, düşünüp sorgulamaya sevk etmek olunca; çok az sözcükle örülmüş sembollerin ve kodların önemi daha iyi anlaşılır. Elinizdeki metnin politik tiyatro oyunu olduğunu düşünürseniz, neden bu konuda bu kadar cümle kurduğum anlaşılır.

‘Kadın gibi Kadın’ adını verdiğim bu metin, altı kadınla sahneye konulmak üzere hazırlanmıştır. Ancak teknik eksikliklerden dolayı oyun dört kadınla da oynayabilir. Dileyen gruplar müzik ve dans bölümlerini uzatarak oyunu iki perde olarak da hazırlayabilirler. Oyunda erkek oyuncuya ihtiyaç duyulmayacaktır. Erkeklerin sesleri perde arkasından gelecek, ya da siluet olarak görünecektir. Bu durum hem oyunun hazırlanmasında bir kolaylık sağlayacak hem de bir tavır olarak anlaşılabilecektir. Ama burada bir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için altını çizmeliyim ki; oyunda erkek oyuncuya yer vermemem, kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesini yalnız yürütmeleri gerektiğine inandığım anlamı çıkmamalıdır.

Elbette ‘adına ister ‘demokratikleşme’ denilsin, ister ‘sosyal haklar’, ister ‘kadın hakları’ ya da ‘toplumsal devrim’, ezilen−sömürülenler lehine biçimlenecek her durum, onların örgütlü güç ve mücadelelerine bağlıdır…”

Oyunun teması da tam buradadır. Kadınlar, kendilerine kötülük yapan erkeklere, bu erkeklerin mikro ve makro iktidarlarına karşı mücadele ederken, ‘özgürlüğü erkekleşme’ ya da ‘bireysel özgürlük’ sanma yanlışlığına düşmektedirler. Bu dünya, erkek egemen mantıkla iktidar olan kadınları da gördü. Erkek iktidar taşıyıcıları olan Margaret Teacher’leri, Tansu Çiller’leri de gördü. Kadınlar, ellerine geçen erki, erkek gibi kullanan bu tiranlar sayesinde değil, ancak kendi örgütlü mücadeleleri sonucu belli haklar elde ettiler. Ve yine kadınlar kimi zaman yalnız, kimi zaman erkeklerle birlikte kurtuluşu düşlediler ve bu yolda kâh yalnız kâh elele yürüdüler. Sibel Özbudun “Tüm yakıştırmalardan soyunmuş, kutsamaları ve ‘küfrü’ tarihin çöp sepetine fırlatıp atmış, birbirini ‘insan’ olarak gören ve seven, yeryüzünde el ele yaşayıp, el ele üretmekten, birlikte ürettiğini paylaşmaktan zevk duyan ve bundan başkaca bir kaygısı olmayan kadın ve erkeklerden kurulu bir dünyayı düşlemek o kadar mı zor?“ diye soruyor. Yanıtı sorusunda gizli: Zor değil.

Ancak ağlamayana ekmek vermez zalimler. Din, devlet ve toplum hukuku ‘Böyle gelmiş, böyle gider’ kaderci felsefeyi doğar doğmaz bize enjekte eder. Bunu aşmak, kanımızı temizlemek de, önce bireysel çaba, sonra kolektif mücadele gerektirir.

Açıktır ki binlerce yıllık erkek egemen bakış açısı, içselleşmiş, doğallaşmış erkek zorbalığı salt iktidar değişikliği ile –bir darbe veya devrimle− bir gecede değişmez. “Erkeklerin, binlerce yıllık iktidarın (“ataerki”) kendilerine sağladığı konforlardan kendiliğinden vazgeçmesi beklenmemeli. Çünkü iktidar, yalnızca devlet düzleminde gerçekleşen makro ölçekli bir görüngü değildir; iktidar ilişkileri gündelik yaşamımızın kılcal damarlarına sinmiştir. Onları içselleştirdiğimiz için, farkına varmayız çoğunlukla.”

Ancak buradan karamsar olduğum ve bu karamsarlığın oyuna yansıdığı sonucu çıkmamalı. Tersine, mücadele sonucu elde edilen kazanımların az olmadığı kanısındayım. Tamam erkekler esas oğlan ama benim bir derdim de, erkek gibi düşünen ve yaşayan kadınlardır. Kimi zaman da asıl düşüncelerini gizleyen, modern, çağdaş, ilerici görünen ama yaşam biçimleriyle, önemli bir olayda koydukları tavırla ‘erkek’ zorbalığını, iktidarlarını besleyen kadın arkadaşlarımız. Oyunda bunu da sorgulamaya çalıştım. Ve büyük olasılıkla, oyunu izlemeye gelecek olan bu kadınları da sarsmayı−utandırmayı hedefledim. ‘Valizini karısına hazırlatan erkek ‘faşist’ sayılır mı’ adlı kitabımdan alıp, oyunda kullandığım bir replik bu konuya şöyle değiniyor:

Öteki dünyanın kadınları flört edebiliyor ve diğer dünyevi hazları alabiliyorlar. Ama hemcinslerinin çektikleri acıları, erkek egemenliğinin kurbanlarını görmezlikten geliyorlar. ‘Namus belden aşağı değildir’, diye ezberlenmiş sözcüklerle konuşan bu kadınların ‘beyin namusu’ nerede. Güldünya’lara, Kadriye’lere kıyılırken neden ses çıkarmazlar. Bu konuda tavır almayan, ‘toplumun değer yargılarına saygı’ adı altında ikiyüzlü bir hayat süren kadınlar, ilerici olamazlar. Namuslu tavır bu değildir. Kadınlar birbirlerini ‘namus özürlü’ ya da ‘gerici−çağdışı’ diye suçlayacaklarına neden dayanışma içerisinde olmazlar…

Ve cevap bekleyen, kimi zaman da cevabı içinde olan diğer sorular…

Oyunda yer alan tüm olay ve kişiler gerçektir. Gerçeklerden yola çıkıp yorum yapmaya ve olayları yeniden sorgulamaya çalıştım. Kimi zaman kanıksanan ilişkilerin, davranış biçimlerinin aslında gündelik hayatta kadınlar için bitmek tükenmek bilmeyen bir işkence makinesi olduğunu göstermeye çalıştım. Peki ne yapmalı? Bu sorunun yanıtını da oyun kahramanları şu veya bu biçimde veriyor. Ve izleyiciye de sorgulaması ve yanıt araması için ipuçları sunuyor.

Oyun ilk bakışta bir ‘okuma tiyatrosu’ olarak görülebilir. Ya da birçok solo ve korodan oluşan, anlatıları ve tanıklık edilen olayları harmanlayan bir sözel oratoryo. Oyunda gerçek yaşam öykülerinden oluşan bölümler arasına, ‘kahramanların’ yanı sıra diğer tanıkların ve destekçilerin söylediği kısa lirik cümlecikler – replikler serpiştirmeye çalıştım. Bunları yaparken, yazarken sanatın kadife sesinden uzaklaşmamaya çalıştım. Zira herkesin bildiği gibi, kuru ajitatif bildiriler, sloganlar sanatın yarattığı etkiyi yaratamıyor.

Belki de sanat, her gün yaşadığımız ya da ötekilerin yaşadığı, bizim de tanık olduğumuz gerçekliğin, bize, sanatın kadife sesiyle yeniden yeniden sunulmasıdır. Tiyatro oyunlarında sadece metnin başarılı olması yetmiyor. Metindeki öz−biçim diyalektiği, estetik düzey, oyun sahneye konulduğu an daha iyiye ya da daha kötüye doğru değişebiliyor. Okurken bizi alıp götüren, büyüleyen imge yüklü bir mısra, paragraf oyunda−sahnede sıkıcı olabilmektedir. Veya oyunda bizi coşturan bir replik, aynı bölümü kitaptan okuduğumuzda çok kuru kalabilmektedir. Bu anlamda tiyatro oyunlarında yazar ve yönetmen seyirciyi de –tabi popülizmin tuzağına düşmeden− düşünmek zorundadır.

İsteyen grup oyuna yeni isimler ekleyebilir. Eklemem için öneride bulunabilir. Doğaldır ki dünyada erkek egemenliğine, zorba iktidarlara karşı savaşmış, bu uğurda bedel ödemiş, hayatını kaybetmiş sayılamayacak kadar çok kadın kahraman vardır. Kimi törelere karşı geldiği için, kimi de sınıfsız, sınırsız bir dünya mücadelesinde, özgürlük ve eşitlik kavgasında katledilmiştir.

Hepsini saygıyla anıyorum.
--------------
Sibel Özbudun’dan oyun hakkında

Adil Okay, “Haykırış − Kadın Gibi Kadın” oyunuyla böyle bir göreve soyunmuş. Oyun, üçüncü sayfalarda yitip giden kadın öldürümlerinin, olaylar arka arkaya dizildiğinde nasıl bir vahşet boyutunu yüklendiğini, çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. Hepimizi, elini kolunu sallaya sallaya içimizde dolaşan, her gün bir kadının boğazına sarılan bu sıradan, gündelikleşmiş vahşet üzerine kafa yormaya, bizi günlük yaşamımızı dönüştürme ve sağaltma çabasına çağırıyor.

Tıpkı; “Yürüyoruz yürüyoruz, günün aydınlığında…/ Yaşamak için ekmek, ruhumuz için gül istiyoruz!/ Yürüyoruz yürüyoruz kol kola /Saflarımızda ölüp gitmiş arkadaşlarımız/ Ve türkümüzde onların kederli ‘Ekmek!’ çığlıkları/ Çünkü bir köle gibi çalıştırıldı onlar/ Sanattan, güzellikten, sevgiden yoksun/ Biz de bugün hâlâ onların özlemini haykırıyoruz/ İş ve ekmek istiyoruz/ Ama gül de istiyoruz,” dizelerindeki üzere…

Tıkanan soluk borularımız, hiç kuşku yok ki, bu anlayış ve pratiğiyle açılacak…

Sibel Özbudun

--------------------

Adil Okay: 1957’de Antakya’da doğdu. Politik nedenlerden Adana ve Ankara cezaevlerinde yattı. 12 Eylül darbesinden çok kısa bir süre önce Adana cezaevinden firar etti. 1981’de yurtdışına çıktı. Bir süre Lübnan’da, Filistin kamplarında kaldı. 1983’te Fransa’ya yerleşti. Fransa’da iki arkadaşıyla beraber ‘Fransa Postası’ adlı aylık dergi yayınladı. Türkiyeli politik mülteci derneklerinde uzun yıllar aktif görev aldı. Ücretsiz danışmanlık ve tercümanlık yaptı. Bu süreçte ‘Mültecinin Bunalımı’ adlı öykü ve ‘Yeşillerini Giyin de Gel’ başlıklı şiir kitapları yayınlandı. Yirmi yıl sürgünden sonra Türkiye’ye dönebildi.

Şiirleri Fransızca ve Arapçaya çevrildi.

Türkiye’de ve ülke dışında; birçok ulusal gazete, dergi ve antolojide şiir, öykü, deneme, makale ve araştırma yazıları yayınlandı. Özgür Üniversite’nin ‘Kavram Sözlüğü’ çalışmasına ‘Barış ve Burjuvazi’ maddelerini yazarak katkı sundu.

Çalışmalarıyla 15. Ömer Seyfettin Öykü Yarışması ile 6. Hasan Bayrı şiir yarışmasında ödüle layık görüldü.

1999’da ‘Hançerini Ay Işığına Çalan Adam’ (şiir), 2001’de ‘Kaç Kişi Kaldık’ (şiir), 2003’te ‘Ah Çocuk’ (şiir), 2005’te ‘Yolcu’ (öykü), 2006’da ‘Yirmi Beşinci Saat’ (şiir), 2006‘da ‘Az Çalışmalı Aşka Zaman Ayırmalı’ (deneme), 2008’de ‘12 Eylül Ve Filistin Günlüğü’ (anı-belgesel), 2008’de ‘Konuşan Fotoğraflar’ (fotoğraf), 2009’da ’12 Eylül ve Filistin Günlüğü−Genişletilmiş İkinci Baskı‘ Ütopya Yayınevi tarafından yayınlandı. Ve yine 2009’da ‘Valizini Karısına Hazırlatan ‘Faşist’ Sayılır mı’ adlı deneme kitabı, Yoğunluk yayınları tarafından okuyucuya ulaştı.

‘Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler− Ölülerimiz Konuşuyor’ adlı tiyatro oyunu 2009 ‘da sahnelendi. 2010’da kitaplaştı.

‘Kadın Gibi Kadın’ ile ‘Tekel İşçisi Bir Kadının Uyanışı’ adlı oyunlar, 2011 yılında Gerçek yayınevi tarafından yayınlandı.

İletişim: adilokay@hotmail.fr www.adilokay.com

----------------

1- Sibel Özbudun. Kadın Cesetlerini Saymak.“Liberalizm/ Muhafazakârlık Kıskacında Kadın” Kaldıraç Yayınevi.


2- A.g.e.


3- Adil Okay. Valizini karısına hazırlatan erkek ‘faşist’ sayılır mı? Yoğunluk yayınları. Ankara.

Hiç yorum yok: