12 Temmuz 2010 Pazartesi

Ömrün Çetelesini Tutan Ve Kayıp Atlasa Ağıt Yakan Şair


Adil Okay
adilokay@hotmail.fr

“Söyler misin be devran/ Kayıp atlas hasretinde/
Kaç ayrılık şarkısı yiter/ Kaç şiir tutunur örsünde“[1]

Sessiz sedasız yaşadığı sanılır kimi insanların. Konuşurken iddiasızlardır. Az konuşur çok dinlerler. Eğer o kısa cümlelerindeki felsefi derinliği, entelektüel birikimi sezmezseniz, suskun bir âdemoğlu deyip geçersiniz. İşte bu sessiz yanardağlardan biri de, insanlığın kaybettiği atlasları şiir feneriyle arayan Mustafa Akyürek’tir. Kimi, ‘şairim’ diye ortaya çıkan büyük kent insanlarının ‘ses’te, ‘söz’de varmayı hedefledikleri doruğa o çoktan çıkmış ve İstanbul dukalığına, Mardin’in bir köyünden nanik yapmaktadır.

Akyürek, 2009 yılında Phoenix yayınlarından çıkan, ‘Ömrün Çetelesi Tutulmaz’ adlı şiir kitabıyla önemli bir çıkış yaptı. Mardin’in bir köyünde öğretmenlik yapan Akyürek, yaşadığı coğrafyanın yakıcı ikliminde, hayat kavgasında, iş−aş−eş−çocuk dörtgeninde pusulayı şaşırmadı. Kimi zaman gündelik hayatın telaşları arasında bitap düşmesine rağmen ısrarla yazdı. Yazdı. İnsanı slogan atmaya, slogan yazmaya sürükleyen o coğrafyada, Akyürek, toplumcu şiiri −estetik boyutları ihmal etmeden− yeniden yüceltti.

Akyürek’in şiirlerini ilk keşfeden ve keyifle okuyan sadece ben değilim elbette. Araştırmacı yazar Müslüm Kabadayı benden çok önce onun ilk kitabı, ‘Ömrün Çetelesi Tutulmaz’ hakkında şunları yazmış: (Akyürek’in şiirleri) “İnce duyarlılıkla imgelerin saçaklarında biçimlendiği gibi okuru zorlayan felsefi bir bakış da içermektedir. ‘Haziran Ayrılıkları’ şiirindeki ‘Kekeme zamanların/ utangaç anıları/ yelken açar/ çivit mavisi okyanuslarda’ dizeleri gibi, ‘Kırılgan izlek’ başlıklı kitabın birinci bölümündeki birçok şiirde bunu görmek mümkün. Özellikle ‘Küçümen Serzenişler’ adlı ikinci bölümdeki dörtlüklerin, ‘Rubai’ geleneğinden esinlenen, ancak çarpıcı söyleyişlerle derinleşen felsefi şiir özelliği taşıdığı söylenebilir; ‘Mor yılları da eskitip/ Acılara kırağı çaldık/ Takvim yapraklarına sarınıp/ Eflatun sabahlara uyandık’ta olduğu üzere.”[2]

Akyürek, sanatın tüm olanaklarından yararlanır. Kendini bir kalıba sokmaz. Yüzyıl önce Dadacıların denediklerini kopyalayıp, allayıp pullayıp modern üstü şiir yazdım diye ortaya çıkmaz. Marcel Dücahmp’ın eskimiş ‘sidik ördekleri’ni yeni bir akım keşfettim diye duvara asmaz. Eğretilemeleri usta işidir. Çağrışımları kulaklarınızı çınlatır. Ancak onun kullandığı imgeler −en yalın ifadeyle söylersek− dolaylı ve/veya dolaysız anlaşılır imgelerdir. O, harfleri ve sözcükleri rastgele ak kâğıda serpiştirip, gizemli şair havasına girmez. Önce insan der. Ve elinde şiir feneriyle insanlığın kaybettiği değerleri, dünyanın kaybettiği renkleri arar. Unutmaya, unutturmaya inat. Bu anlamda folklorik bir değeri de vardır şiirlerinin.

Akyürek geleneksel şiirden, yeni şiire geçişi de ustaca yapar. Onun şiirlerinde destan havası ve rubai−koşma biçimi sezilebilir. Yeni şiirde, sözcük ekonomisi yapmak ve imgeleri yerli yerinde kullanmak gerektiğini iyi bilir. Kimi zaman üç mısraıyla yüzlerce sayfanın yaratacağı çağrışımları başarır.

Şimdi elimde Mustafa Akyürek’in taze, sıcak, yeni bir şiir kitabı var: ‘Kalaylı Pusu’. Akyürek Mart 2010’da yayınlanan bu ikinci kitabında da imge yaratıcılığına ve sözcük türetmeye devam ediyor. Okurken beni yer yer duraklatan, düşündüren yeni sözcüklerden−imgelerden seçtiklerim: Düzgen, senbahar, öğüntü, aybasan, pusu çengelek, çengi çalpara, çağcıl divan, işkilli dem, ertesilere sarmak, kevsere ermek, paslı telaş, kalaylı pusu, gövcelenmek, kekmeli sevda, zelzele çelengi, arşın ekmek, yokla açmak. Birçok şair gibi Akyürek’in de sık kullandığı imgeler−sözcükler var. Örneğin kitaba adını veren ‘pusu’ imgesi birçok şiirinde farklı öneklerle karşımıza çıkıyor. Yine ‘zaman’, Akyürek’in çok kullandığı bir sözcük. Ancak bu bir tekrar−imge yoksulluğu değil. Bilinçli bir seçenek. ‘Eski deyimle: Anıştırma.’ Akyürek’in beni yolculuklara çıkaran şiirlerinden seçtiğim birkaç kıtayı aktarıyorum:

‘Atımı şahladım/ Geç sayılsa da/ Yılkı dönüşüm’
“Kaçıncı pusudur süren/ Bozgun sonrası şafakta/

Hangi çiçek pörsümez/ Dibine yabancı saksıda…”
“Burası sabra şatilla/ Değil robin/ Kır objektifini…”

“Mezopotamya/ Eski bir yosma/ Bereketi el kapısı/ Saçları zelzele çelengi…”
“Bekareti gözlerinde/ O evli kadınlar ki/ Bakışları sızı eyler/ Tuz eker çıra biçerler…”

“Yanağını uzat da/ Tekil sofralara/ Çoğul bereketin dolsun… “
“Ve nicedir/ geçit vermez yollara/ Yolak açarım…”

Sonsöz: Size önerim bu şiirleri okumanızdır. Belki mısralar arasında siz de yitirdiklerinizi bulursunuz. Ya da onun imgeleri ile geçmişe ve geleceğe kanat çırparsınız. Şiir öldü tartışmalarının yapıldığı, şiiri öldürmek için kampanyaların açıldığı günümüzde Akyürek’in şiirleri içimizi serinletiyor. Şiire ve şaire olan inancımızı tazeliyor.

Künye: Mustafa Akyürek. Kalaylı Pusu. Phoenix yayınevi. Mart 2010. Ankara.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mustafa Akyürek. Kayıp atlasa ağıt. Kalaylı pusu. Şiir.

[2] Müslüm Kabadayı. Ömrün çetelesi tutulmaz. Mustafa Akyürek. Phoenix y. 2009. Arka kapak yazısı.

http://www.adilokay.com/

Hiç yorum yok: