7 Eylül 2010 Salı

BİR RESSAM. BİR KİTAP REMZİ: HAYAT RENK IŞIK






“BİR RESSAM. BİR KİTAP REMZİ: HAYAT RENK IŞIK “ başlığı taşıyan yazım Güney dergisinin toplatılan 53. Sayısında yer almıştır. Güney kültür, sanat, edebiyat dergisinin 53. sayısı hakkında; Mersin 2. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından, Ali Dağdeviren’in “Zindan (Kürt) Çocukları’nın Çocuk Hakları!” başlıklı yazısı gerekçe gösterilerek “tamamının toplatılıp, el konulmasına ve dağıtımının yasaklanmasına” karar verilmiş. Bu kararı kınıyor ve Güney dergisi ile dayanışma içinde olduğumu beyan ediyorum.

M. Şehmus Güzel, kitabında,“Remzi, duygu ve anı biriktiricisidir. Onun resmi özeldir. Renkleri daha çok özeldir. Başka ressamlarda bulunmaz. O hüzünlü bir yalnızlığın, bir başına bırakılmışlığın çocuğu, genci, ressamı(dır).” diyor.

Plastik sanatlar içerisinde değerlendirilen resim sanatı bana göre heykel veya mimariden çok şiir, fotoğraf ve yedinci sanat dalı dediğimiz sinemaya yakındır, aralarında organik bir ilişki vardır. Jean Luc Godard’ın ‘Müziğimiz’ adlı filminin ne kadar şiirsel olduğunu ve film boyunca kendimi bir resim sergisinde hissettiğimi anımsıyorum. Filmi izlerken, Paris Orsay Müzesi’nde empresyonistlerin resim galerisinde dolaştığım izlenimine kapılmıştım. Remzi Raşa’nın ve/veya resimlerini imzaladığı biçimiyle Remzi’nin, Paris’in Alesia mahallesinde bulunan atölyesinde tablolarını seyrederken de aynı duyguya kapıldım. Remzi’nin resimleri izleyenleri İstanbul’a, Kırıkhan’a, Paris’in farklı bölgelerine doğru şiir ve müzik eşliğinde yolculuğa çıkarıyor.

Atölyesini M. Şehmus Güzel’le ziyaret ettim. Bizim için açtığı Bordeaux şarabı tuvallerindeki renkleri yanaklarımıza yansıttı. 1928 Kırıkhan doğumlu Remzi konuşurken sanki bir bilgeyi dinliyordum. Mütevazi, derin ve dingin. İşte usta ressamımızı tanımlayan üç kelime. Mütevaziydi, zira yeni tanıştığı bir gence (onun yanında genç sayılırım) sabırla resimlerini, sanat anlayışını anlatıyor ve boşalan kadehlerimizi zarafetle dolduruyordu. Derindi, zira az sözcükle çok şey açıklayabiliyordu. Felsefi derinlik ve insan sevgisi sözcüklerine renk katıyordu. Dingindi, zira sanata adadığı hayatını, geçmişini, gelişimini anlatırken tanıdığı ressamlarla rekabete girmiyor, genç ressamlar için ‘onlar da kim’ demiyordu. İzlediğim resim sergileri hakkında yarım yamalak bilgimle yorum yaparken beni dikkatle dinliyor, yüzüne sık sık çocuksu bir ifade ve gülümseme konuyordu. İşte Remzi Raşa budur. Ve Remzi’nin resme bakışı hayata bakışıyla örtüşüyor.

M. Şehmus Güzel’in Remzi: Hayat, Renk, Işık kitabında yer alan söyleşilerden birinde Remzi bakın neler diyor: “Gelmiş geçmiş bütün sanat akımları beni etkiledi. Bütün sanat ekollerinden etkilendim. Bir insan tek başına oluşamaz. Yani ben, benden öncekilere de borçluyum.”

Remzi’yle atölyesinde sohbet ederken, kübizmden, empresyonizme ve anlamakta zorluk çektiğimi söylediğim ‘soyut resme’ kadar birçok konuda söyleştik. Bir tuvale ilk fırçayı nasıl vurduğunu sordum. O da sokakta veya kahvelerde gördüğü, gözlemlediği bir olay, duruş, bakış üzerine içinde fırtınalar koptuğunu ve yaratma dürtüsünün onu tuvalinin başına sürüklediğini anlattı. Sanatçının üretirken ticari kaygıya kapılmaması gerektiğini, böyle bir durumda sanatçılığından kuşku duyacağını belirtti. İç dürtünün birikimle birleştiğinde ortaya çıkan eserin kalıcılaştığını, önce kendi için, sonra insanlar için resim yaptığını anlattı. Ya da anlattıklarından ben böyle bir sonuç çıkardım diyeyim.

M. Şehmus Güzel’in, Raşa ile günlerce, aylarca, yıllarca süren ve bitmek bilmeyen uzun söyleşilerden bir bölümüne yer verdiği kitap, Raşa’nın hayat öyküsünü özetleyerek başlıyor. Güzel, 75 sayfa boyunca Remzi Raşa’nın doğduğu Kırıkhan’da daha dokuz yaşındayken resme vurulmasını, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi macerasını, Ayhan Işık, Atıf Yılmaz, Yaşar Kemal, Altan Erbulak, Turan Erol ve diğer ahbaplarıyla geçirdiği zamanları, onun sanattaki gelişim evrelerini, Paris’e yerleşmesini, diğer ressamlarla ilişkilerini, sergilerini, bugün neo−liberalizmin günlük hayatı nasıl değiştirdiğini, Paris kafelerindeki, metrolardaki, otobüslerdeki yalnız kadınları, bunların resimlerine yansımasını, resimle diğer sanatlar arasındaki ilişkileri ustaya anlattırıyor. Remzi anlatırken Güzel sorularıyla anımsamasına yardımcı oluyor, kimi zaman da katkı sunuyor. Sonuçta çok önemli bir işe imza atıyor Şehmus hocamız. Bu bilge ressamı tanımamıza vesile oluyor.

Güzel, Remzi ile nehir söyleşisinin önsözüne şöyle başlıyor: “Ressam Remzi Raşa ile 1920’lerin sonundan başlayarak günümüze kadar gelen bir hayatı konuşmaya ne dersiniz? Bu uzun bir öyküdür. Bir Kürt gencinin ne tür yokluklarla, ne tür engellemelerle boğuşarak ve bunu neredeyse doğalmış gibi üstlenerek bugünlere gelmesinin öyküsüdür. (…) Sadece o kadar da değil. 1940’ların sonundaki ve 1950’lerin başındaki İstanbul’unu ve orada yaşadıklarını anlatıyor Remzi. (…) Elbette sonrası da var. Çünkü Remzi ‘resim aşkı’ uğruna İstanbul’daki aşkını bırakacaktır ve Paris’lere kadar gelecektir. Bu bir yerde ‘firar’dır. (…) İşte burada sizi bir yolculuğa davet ediyorum. Yol göstericimiz Remzi Raşa elbette…”

Kitabı okurken ben de onlara katıldım, Remzi Raşa ve M. Şehmus Güzel ile 1920’lerden günümüze uzun bir yolculuğa çıktım. Bu yolculukta her şey var: Kırıkhan, Antakya, 1940’ların sonundaki İstanbul. Sonra Paris. Montparnasse. Seine nehri. Kafeler. Parizyenler. Müzeler. Resim sergileri. Drome dağları ve aşklar.

Remzi Raşa’nın cevaplarından birkaç satırı aktarmak istiyorum, bu yolculuğa bizimle çıkmanız umuduyla :

“Ben peşin fikirle hareket etmem hiç bir zaman. Tamamıyla büyük bir şoktan, büyük bir heyecandan, büyük bir coşkudan sonra çizmeye koyulurum.” (s. 41).

“Genellikle bütün kardeş sanat dalları beni ilgilendirir. Bir duyguyu bir yazar kelimelerle nasıl anlatmıştır. Bu beni ilgilendirir. Müzisyenler konusunda Ravel’in söylediğini burada anımsatmak isterim: ‘Bir müzisyen sadece müzikten anlıyorsa iyi bir müzisyen değildir.’ Bu ressamlar için de geçerli.”. (s. 42).

“Işık önemli resimde. Duygu çok önemli. Evet bendeki duygu belki o kadar neşeli falan değildir. Ama resimde duygu ve ışık olmazsa o resim de olmaz. Ve birikim de gerekiyor. Bir konuyu taşımak beyninde önce, sonra krokiler, desenler, sonra akuareller. Ve sonra boya ve tablo. “ (s. 47).

Künye: M. Şehmus Güzel: Remzi: Hayat Renk Işık, Yazarın Kendi Yayını, Mersin, 2006.

http://www.adilokay.com/

Hiç yorum yok: