Murat Altunöz- 18 Ağustos 2008 Lazkiye-Suriye
Sıcak bir Suriye günü, ne zamandır Lazkiye’ye gitmek istemişim. Yüreğimde Lazkiye daha farklıydı, sanki ben büyüttüm belki içimde. Sıcaktan olmalı insanlar sokaklardan kaçmış, sanki kent terk edilmiş gibiydi. 10 Katlı iyi bir otele yerleştim, biraz uyuduktan sonra şehir içinde dolaştım.Aynı bizim İskenderun’a benziyor buralar. İçimde Sürgünlerden kalma yaralar kanıyor, akşama daha çok vardı, biraz dolaştıktan sonra otele gidip uyudum. Akşam Lazkiye Kültür Merkezinde düzenlediğimiz Edebiyat gecesinde şiirlerimi okudum, güzel bir hava vardı salonda, ama benim gözlerim kapıdaydı, geç kaldı, sanırım gelmeyecek o güzel insan dedim.
Sonra, Acılarını katarak, sürgünlerin acısını damıtarak peşinden babamın yoldaşlarından biri geldi. Gözleri yorgun, bakışlarında yılların hüznü...
Ardından; İçimden kuşlar göçtü; mavi bir deniz gibi dökülüp sancılanmaya başladı.
Sahnede türkülerimizi söyleyen iki gencin o hazin sesleri yanımdaki kardeşin gözlüklerine yansıyordu. Ellerini titreterek tempo tutuyor, eşlik ediyordu bin yılın geçmişine, içimden kuşlar göçerken, kim bilir ne çok ama ne çok kuşlar göçmüştür kendisinden diye düşündüm.
Sonra Lazkiye Kültür Merkezinden çıkıp bir arabaya bindik, arabada ilerlerken kendimi alamadım, kendi içimde kopan fırtınaların sesiz düşündüğümü sanıyordum, ağzımdan bir den çıka verdi,
Hiç Antakya’yı Özlemiyor musun ?
Bana bakarak “özlemez miyim dedi; o kadar özledik ki topraklarımızı geldik memleketimizin dibine yerleştik” dedi. Sonra sustu….
İçimdeki sancılarla kavga etmeye başlıyorum, söylediği laf bana çok dokunmuştu. Dağlanan yüreğime bir yenisi eklenmişti, nasıl olur diye düşünüyorum kendimce, bu ne acı, nasıl bir acı diye kendi kendime sorarken, araba bir evin önünde durdu.
İşte aslında hayatımın tüm toplamındayım şimdi; bu kapıdan içeri gireceğim ve babamın, büyük ağabeylerimin tüm hikayelerinin kahramanı birden çıkacak ortaya, nasıl davranmalı diye düşünüyorum, ne yapmalı, birden içeri giriyorum ve son bir söz dökülüyor Antakya’nın dar sokaklarına, şimdi; yılların birikimini getirmiştim yanımda, Özlemleri, acıları, sevinçleri, kızımın ilk doğduğu o anı, evlendiğimde dostlarımla “ O güzel insanlar için kadeh kaldırdığım dakikaları” ve en önemlisi çocukluğum hikayelerini, hepsini çıkınında toplayıp getirmiştim yanıma. Asi Nehrinin ters akışına bırakmalıydım kendimi ve öle yaptım, sarıldık babamın, ağabeylerimin yoldaşıyla, sarıldık bin yılın geçmişine inat, sarıldık sürgünleri alt ede ede, acıların içinden gelerek. Gözlerimde akan yaşları gizlemeye çalıştım sanki ayıpmış gibi. Uzunca baktım yüzüne yaşlanmış, sözcükler düğümlenirken boğazında ;
İşte hayat bu kadar, dedim.
Sonra Lazkiye Kültür Merkezinden çıkıp bir arabaya bindik, arabada ilerlerken kendimi alamadım, kendi içimde kopan fırtınaların sesiz düşündüğümü sanıyordum, ağzımdan bir den çıka verdi,
Hiç Antakya’yı Özlemiyor musun ?
Bana bakarak “özlemez miyim dedi; o kadar özledik ki topraklarımızı geldik memleketimizin dibine yerleştik” dedi. Sonra sustu….
İçimdeki sancılarla kavga etmeye başlıyorum, söylediği laf bana çok dokunmuştu. Dağlanan yüreğime bir yenisi eklenmişti, nasıl olur diye düşünüyorum kendimce, bu ne acı, nasıl bir acı diye kendi kendime sorarken, araba bir evin önünde durdu.
İşte aslında hayatımın tüm toplamındayım şimdi; bu kapıdan içeri gireceğim ve babamın, büyük ağabeylerimin tüm hikayelerinin kahramanı birden çıkacak ortaya, nasıl davranmalı diye düşünüyorum, ne yapmalı, birden içeri giriyorum ve son bir söz dökülüyor Antakya’nın dar sokaklarına, şimdi; yılların birikimini getirmiştim yanımda, Özlemleri, acıları, sevinçleri, kızımın ilk doğduğu o anı, evlendiğimde dostlarımla “ O güzel insanlar için kadeh kaldırdığım dakikaları” ve en önemlisi çocukluğum hikayelerini, hepsini çıkınında toplayıp getirmiştim yanıma. Asi Nehrinin ters akışına bırakmalıydım kendimi ve öle yaptım, sarıldık babamın, ağabeylerimin yoldaşıyla, sarıldık bin yılın geçmişine inat, sarıldık sürgünleri alt ede ede, acıların içinden gelerek. Gözlerimde akan yaşları gizlemeye çalıştım sanki ayıpmış gibi. Uzunca baktım yüzüne yaşlanmış, sözcükler düğümlenirken boğazında ;
İşte hayat bu kadar, dedim.
Birden Ahmet Telli’nin şiiri geldi aklıma neden bilmem;
“Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir.
Her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağanak patlasa”
Ah keşke bir gök gürlese götürse bizi Dar Sokaklarımıza,
Ve içimizi kanatan gidişler olmasa
“ Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
Bir kenti Güzelleştiren yalnız onlardı sanki”
Demesek
Demesek zamanın hüznüne..
Sonra oturup karşı karşıya zamana bıraktık kendimizi, hep o konuştu; konuştu, konuştu, konuştukça zaman dizelerime kanadı, konuştukça annemin beyazlaşan saçlarına yenileri eklendi.
O konuşurken karşıda biri vardı, kim bilir abim Süleyman’ı bilir belki, ona benziyordu biraz, gözleri çökmüş, sesizce zamanı serpiyordu, Suriye topraklarına.
Zaman ilerledikçe ayrılık vakti yaklaştı, bir yanım gitmek isterken bir yanım kalmak istiyordu, ne çok sohbet edecek şeyimiz vardı, aslında o kadar soru hazırlamıştım ki hiç birini soramadım. Sonra yeniden sarıldı, sarıldık, sarıldık, tüm sürgünlere inat…
Otelin yolunu tutarken; İçimden Kuşlar Göçmeye başladı, Yaşlanmış bir çınar gibi; dayıyorum kendimi Lazkiye’nin sokaklarına.,Ah diyorum içimden ah; keşke çocuklarımdaki masallarımın kahramanlarını yüreğime saklayıp getirebilseydim sürgünlerden,
Ah Keşke sancılarını ceplerime saklayabilseydim, ama olmadı, kanadı, kanadı, ve kanamaya devam ediyor içimdeki kuşlar Affan’ın dar sokaklarına…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder