13 Mart 2008 Perşembe

MAYIS 1968’İN GETİRDİKLERİ (III)




Prof. Dr. M. ŞEHMUS GÜZEL


GENÇLERİN ÖĞRENCİLERİN GÜCÜ

Evet işçiler kimi haklar ve kimi güncel ve günlük kazançlar elde ettiler.Bunlar için elbett, işçiler bunları bizzat kendi mücadeleleriyle, yani grevler, işyeri şgalli grevler ve gösteriler sayesinde elde ettiler demek mümkün.Ama yetersiz.Çünkü daha önceki dönemlerde de işçiler grevler yaptılar, işyerlerini işgal ettiler ve gösteriler düzenlediler.Ama daha öncesiyle kıyaslandığında bu denli “ileri” haklar ve bu kadar önemli kazançlar elde edemediler.O zaman neden sorusunu sorabiliriz.Kimi yanıtlarını daha once verdim: Hükümetin ve patronların işçilerin öğrencilerle işbirliğinin kalıcılaşmasından, dal budak salmasından korktular.Ama o zaman bu öğrencilerin bu gençlerin özelliği nedir/neydi sorusunu da sormak zorundayız.Birkaç yanıt vermeye çalışayım:

Mayıs 1968’de öğrenci hareketinin başında Vietnam Savaşı’na ve Amerikan zulmüne karşı ‘Vietnam Komiteleri”nde, devrimci siyasi dernek ve örgütlerde mücadele etmiş, yetişmiş, pek çok deneyim kazanmış, ideolojik bakımdan donatılmış/donanmış ve pratik siyasi bilgi sahibi gençler bulunuyordu.

Bu gençlerin kendileri için model aldıkları devrimci şahsiyetlerdi:Che en başta.Sonra Fidel Kastro.Kimi için Mao.Lenin, Marx ve Engels de eksik değildiler.O günlerin fotograflarına ve afişlerine bir göz atmak yeterli olacaktır.En çok posteri taşınan kişi Che’dir.Daha bir süre önce alçakça katledilmiş olmasının rolünü de inkar edemeyiz.Ama her türlü bürokrasiye karşı oluşu ve o inanmış devrimciliği de gençliğin ona hayran olmasının belirleyicileridirler.

Bu gençler sadece devrimci liderlerin posterlerini taşımakla ve/veya posterleriyle odalarının duvarlarını süslemekle yetinmiyorlardı.Adı geçen devrimci liderlerini kitaplarını okumuş, gerekli derslerini almış gençlerdi bunlar.Biliyorlardı.Bir kısmının amacı çok açıktı:Kapitalist düzeni bir daha yerinden doğrulamayacak biçimde yıkmak.Evet Fransa’nın varolan toplumsal, siyasi ve ekonomik düzenini değiştirmek istiyorlardı.Bu gençlerin aklında iktidarı almak fikri bile vardı.Tamam şimdi amma da ütopik tiplermiş diyebilirsiniz. Haklısınız. Onlar da zaten ütopya sahibi olduklarını saklamıyorlardı ki.Ütopyalarına sahip olmak da bir zenginliktir kimi kez.

Öğrencilerin bir kısmı FKP’li veya Sosyalist Partiliydi.Birçoğu ise bu iki partinin de vesayetini ve denetimini redediyordu.Bu iki partiyi de değişik nedenlerle suçluyorlardı.Ve bu partilerin dışında siyasi örgütlenmeleri tercih ediyorlardı.Birkaçını da bizzat kendileri kurdular.Mayıs 1968’de Fransa’da daha önceleri ve daha sonraları çok ender görülen maocu örgütler bile kuruldular:Ömürleri çok kısa sürse bile.

Öğrenci hareketi içinde çok iyi nutuk atmasıyla, son derece etkili ikna edici gücüyle Dainel Cohn-Bendit hemen öne çıkıyor.Bu kadar hızlı ve iyi konuşan öğrenci henüz görülmemişti.Belki o tarihten beri de bir daha görülmedi.Daha olayların hemen başında Nanterre’deki dinamizmi ile akıl almaz bir hız ve biçimde öğrenci hareketinin stratejisini çiziverdi.Öğrenci eylemlerinin metronun, RER’in ulaşmadığı ve o günlerde kuş uçmaz kervan geçmez Nanterre’le sınırlı kalırsa kimsenin kılını kıpırdatmayacağını anlar anlamaz öğrenci eylemlerini Sorbonne’a , Paris’in merkezine taşıması az bulunur bir beceri örneğidir.

Öğrenci liderlerinden Alain Geismar da tombul fiziği ve sakinliğiyle güven veriyordu kendisini dinleyenlere.Öğrenci haratiyşle polis teyşkilatı arasındea gösterilerin düzenlenmesi geçilecek sokak, cadde, bulvar ve melydanların sahptanmasında akıllı seçimleriyle herkesin beğenisini kazandı.Öğrenci hareketinin “İçişleri Bakanı” grevini en iyi biçimde üstlendi..

Elbette daha pek çok öğrenci lideri var:Burada hepsinin isimlerini ve yaptıklaranı anlatamayacağım.

Öğrenciler eylemlerinin başarıya ulaşması veya enazından hükümeti görüşmelere zorlamak için işçilerle işbirliğinin şart olduğuna karar verince fabrikalara gittiler.Ama her yerde iyi karşılanmadılar:Hele FKP’ye yakınlığıyla bilinen CGT’nin etkili olduğu fabrikalarda.Ama işçilerle birlikte gösteri ve yürüyüşler düzenleyebildiler.Fakat CGT ve diğer işçi sendikaları konfederasyonlarında varolan öğrencilere kuşkulu bakışı silemediler. Dolayısıyla sendikacılarla öğrenci liderleri arasında samimi ve kalıcı ilişkiler kurulamadı. Karşılıklı şüpheler, karşılıklı güven yokluğu ve benzeri birçok neden sonucunda…

Öğrencilerin serüvenci oldukları, anarşist eğilimler taşıdıkları ve buna benzer binbir sav ileri sürüldü:Hiçbir ciddi analize dayanmayan.Ama Mayıs 1968 sonrasında öğrenci liderlerinden hiçbiri veya öğrenci siyasi gruplarından hiçbiri silahlı örgütlenmeye gitmediler.Belki birkaç genç silahlanmak gereğini duyumsadı.Ve öyle de yaptı.Ancak bu bile çok kısa ömürlü oldu.Ama silahlı eylemler yapmak üzere geniş veya dar kapsamlı herhangi bir örğütlenmeye tanık olunmadı.Bu elbette Fransa’nın kendi siyasi yapısı ve tarihiyle lyakından ilgilidir.Evet Fransa’da Action Directe (Doğrudan Eylem) isminde silahlı eylem yanlısı siyasi bir örgüt kuruldu.Ama bu daha sonraki yıllara rastlıyor ve Mayıs 1968 ile doğrudan doğruya ilişkisi olduğunu iddia etmek mümkün değildir.

Öte yandan Mayıs 1968’in öğrenci liderlerinin birçoğu da sözde ihtilalci bile olsalar uygulamada ve belli bir zaman da geçtikten sonra “Baba Evi” ismini taktığım Sosyalist Parti’ye kapağı atmayı tercih ettiler:Oh be dünya varmış!:Sıcakta, iyi bir maaşla ve deniz kenarında yaz dinlencesi garantisiyle, siyaset yapmak ne güzel!Bunların ismini saymak epey uzar.Ama kolayı var:1981’de Mitterrand’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra kurulan Sol Birlik hükümetlerine bir göz atmak yetebilir:Çünkü kimi bakan oldu, kimi bakan danışmanı.Burada kişisel bir anımı aktarmak istiyorum:1968’de Ankara’da SBF’de öğrenciyim:Biz de herkes gibi kendi “Mayıs 1968”imizi idrak ettik.Ama ben “ihtilalin nasıl yapıldığını” çok merak ediyordum:Ve bu nedenle Paris’e kadar gitmek ve ihtilalcileri kendi mekanlarında görmek, “ihtilal işlerini” öğrenmek ve sonra da “vatanı kurtarmak” üzere ülkeye dörmek istiyordum.Ve epey serüvenli, otostoplu motostoplu, yarı aç yarı tok bir yolculuktan sonra evet taa Paris’e kadar gittim.Ve hemen soluğu Sorbonne’da aldım. Ama tek bir ihtilalci göremedim.Ulan bu ihtilalci takımı nereye gitmiş yahu?Ağustos bitmiş, eylül ayının başındayız.Tamam fakülteler açılmış ama ortada ne ihtilalci var ne de ihtilal.Herkes “kendi ihtilalini” yapmış sonra da gidip “yatmış”tı.Sorbonne tıkır tıkır çalışıyor.Saint-Michel Bulvarı üzerinden otomobiller, otomobiller, otomobiller vızır vızır geçiyor.Sorbonne Meydanı denilen o minik meydana hakim Auguste Comte’un heykeline gözüm ilişti:Comte hınzır hınzır sırıtıyor.Yoksa bana mı öyle geliyor?Ah ulan alacağın olsun senin Pozitivizm dedim ve yoluma devam ettim:Bilmem ne köyündeki bağ bozumuna gidip çalışmak lazım:Üç-beş kuruş kazanmak için… Moralim bozulmadı dersem yalan atmış olurum.Evet moralim bozuldu. Zaten hemen kısa bir sure sonra Paris’i de Fransa’yı da terkettim (“ihtilalcilerine” fena halde kızmıştım çünkü) ve Londra”ya geçtim…Neyse bu benim sorunum.Ama Mayıs 1968 ihtilalcilerinin o kadar da ihtilalci olmadıkları sonucunu çıkardım yine de.İnsan birkaç ay daha sürdüremez miydi ihtilalini?

Gençlerin içinde çoğunluk üniversite gençliğiydi.Kimi yerde liseli çocuklar da harekete katıldılar, ama bu son derece sınırlı kaldı.Dahası devrimci öğrencilerin birkaç liseye gidip oralarda da işgal ve protesto eylemleri düzenlemek istemeleri üzerine Milli Eğitim Bakanlığı bütün liseleri hatta bütün okulları kapatmak gereğini duydu.Böylece daha çok sayıda gencin eylemlere katılması önlenmek istendi.Büyük ölçüde de liselilerin hareketin dışında kalması sağlandı.Ortaokul ve ilkokul çocukları ise “yaz tatili sanki bir ay önceden başlamış” gibi yaşadılar olayları:O günlerde 9-10 yaşında olan bir arkadaşın anlatığına göre, okullar kapanınca, sabahtan akşama kadar annesiyle parkta dolaşarak zaman geçirdi.Ve şunu ekledi:”Bu sayede parktaki bütün otların, bütün ağaçcıkların ve bütün ağaçların isimlerini, sayılarını ve yerlerini ezberledim.”

Peki başka ne kaldı aklında Jean-Pierre diye sorduğumda yanıtı şudur:”Okullar kapanmadan once, uzun saçlı öğrencilerin okula ( okul dediği hem ilkokul hem ortaokul hem liseyi kapsayan binden çok gencin öğrenim mekanı) gelip, bizi etkilemeleri üzerine herhalde müdürün telefonu üzerine lisenin önüne gelen tepeden tırnağa silahlı CRS’leri ilk görüşüm.Çok korkmuştum ve kendi kendime bu polisler herhalde uzun saçlı gençleri öldürmeyecekler demiştim.Polisler o uzun saçlı çocukları öldürmediler, gözaltına aldılar.Okul da hemen kapatıldı.”

Evet Mayıs 1968, eksiğiyle ve fazlasıyla Fransa’da işçi hareketi tarihinde, sosyalizmin yakın tarihinde ve toplumsal mücadelelerin geçmişinde yerini aldı:”İleriye” doğru atılan yeni bir adım olarak. O da Paris Komünü, 1936’daki Halkçı Cephe, 1940’ların ilk yarısındaki Deriniş gibi ortak hafızalara yerleşti…Bu eylemler bütünü sadace siyasi hayatta değil başka alanlarda da kalıcı izler bıraktı.

TOPLUMSAL ACIDAN MAYIS 1968


Mayıs 1968’in muhasebesini yapmak, bilançosunu çıkarmak olası mı?Kırk yıl sonra evet.Kısaca ve satır başlıkları olarak şunları söylemek mümkün:

“Kilitlenmiş toplumun” kilitleri tek tek attı/attırıldı.Fransa’nın kendi bunalmışlığı içinde tutucu, küskün ve kendi kendisiyle kavgalı toplumunda ilk tebessümlerin başlanğıcı sayılabilir bu alt-üst oluşun ilk adımları .

O eskimiş, boğucu sıkı disiplin tozbuz edildi.Enazından birçok ailede, en başta üniversiteler, liseler ve genel olarak okullar olmak üzere kimi kurumlarda.

Bu arada sağ iktidar artan öğrenci sayısına çare bulmak amacıyla ama aynı zamanda solcu öğretim üyelerini dağıtmak umuduyla da Paris’teki üniversite sayısını artırdı. “Üniversite Reformu” adı altında, kampüsleri, yani üniversiteleri yurtları ve lokantalarıyla kent merkezinden çoooook uzaklara “yerleştirdi”.Çok ilginçtir en solcu bilinenlerin toplandığı Paris VIII. Üniversite’sinin Paris’in kuzey banliyölerinden birine gönderilmesi:Ki o tarihlerde oraya gitmek için doğru dürüst metro, RER (Reseau Express Regional.Bölgesel Hızlı Şebeke) veya otobüs bile yoktu…Nanterre’in durumunu daha once belirttim.Evet amaç solcu öğretim üyelerini birkaç fakültede ve/veya birkaç üniversitede “toplamak” ve bu fakülte ve/veya üniversiteleri olabildiğince kent merkezinden uzaklaştırmak.

Ama ne olursa olsun, iktidar ne yaparsa yapsın eğitim, öğrenim ve bilimde öğrenci ve öğretim üyeleri arasında yeni tür ve daha dengeli, eşitlikçi, neredeyse daha adil ve daha özgürlüklere saygılı ilişkiler kuruldu/kurulması için ilk adımlar atıldı.Mayıs 1968’den kalan en önemli miraslardan biri bu olmalı.Üniversitelerde öğretim üyelerinin ve kimi kez sadece dekan veya rektörün tek iktidarı yerine birkaç merkezli iktidar söz konusuydur artık.Böylece kurulan karşılıklı iktidarlar düzeni içinde öğrenciler de artık söyleyeceklerini söylemek olanağı buldular:Yönetimde ve okul içi kuralların saptanmasında onların da istekleri ve önerileri dikkate alınmaya başlandı…

Liselerde de o başabela körükörüne disiplin havaya uçuruldu (mecazi anlamda elbette).Müdürlerin, müdür yardımcılarının ve öğretmenlerin küçük iktidarcıkları da.Kötüye kullandıkları ve paylaşmak istemedikleri iktidarcıkları da…Ödev hazırlamakta, araştırma yapmakta, incelemeler gerçekleştirmekte kullanılan ve artık herkesi bezdirmiş olan o eski yöntemler de…Bütün bu alanlarda belli bir özgürlük hakim olmaya başladı.Hiçbir şey artık Mayıs 1968’den önceki gibi olamayacaktı…Bu anlamda Mayıs 1968 eğitim, öğrenim, araştırma ve inceleme alanlarındaki kötülüklerin “mezarını kazdı”.

Liselerde o zaman kadar kız ve erkekler ayrı ayrı okullarda okurken yavaş yavaş ama kaçınılmaz bir biçimde kızlı-erkekli okullara geçildi.Kızlar ve erkekler birlikte okumaya başladılar.

Cinsel devrimin Mayıs 68 ile okullara, fakültelere, topluma girdiğini söyleyebiliriz.O zamana kadar Fransa’da aşktan söz ediliyordu, adına türküler ve şarkılar yakılıyordu ama aşk yapılmıyordu.Artık aşk yapılıyor oldu.

Çiftler evlenme zorunluluğu olmadan birlikte yaşamaya başladılar.Daha önce evli olmayana ev kiralanmayan tutucu Fransa’da,Katolik Kilise’nin binbir günah korkusuyla evliliğe zorladığı gençler özgürce birleşmeye başladılar.Önce büyük kentlerde sonra kentlerin pek çoğunda kadın-erkek ilişkileri Kilise’nin etkisinden kurtuldu.Bu sadece bir aşk ve cinsel devrim olarak algılanmamalı.Kilise’nin sıkı etkisinin çatlaması açısından da değerlendirilmeli.Evlilik, evlenme kurumu ve aile Kilise’nin denetiminden çıkıyordu.Çünkü birçok genç için evlilik “out” oluyordu artık.Evlenmeden çocuk yapanların sayısı artıyordu.”Gayri meşru çocuk” tanımı paramparça ediliyordu.Düşünün evlilik dışı ilişkisinden olan çocuğunu tanıyamayan ana-babaların Fransa’sından bu duruma varılmasını.

Burada hemen cinsel devrimin öncelikle büyük kentlerle ve genel olarak kentlerle sınırlı kaldığını da eklemek lazım.Kasabalara ve hele köylere ulaşması için daha çooook uzun yıllar bekelemek gerekti.Gerekiyor.

Fransa’da Katolik dinin etkisini hiç göz ardı etmemek lazım.Bir örnek mi?Buyurun:François Mitterrand evlilik dışı ilişkisini ölümüne kadar sakladı.Evlilik dışı ilişkisinden doğan kızını da.Ve daha vahimi evlilik dışı ilişkisinden doğan kızının kamuoyuna yansıtılmasını önlemek için kimi gazetecileri baskı ve denetim altında tuttuğu ve bu amaçla kimi yasadışı veya yasaların sınırındaki faaliyetlere bile başvurulmasından kaçınmadığı da biliniyor.Dahası mı?Yine Mitterrand’dan örnek vereceğim:Sol Birlik’in cumhurbaşkanı olarak ondört yıl iktidarda kaldı.Ama öldüğünde vasiyatnamesinde cenazesinin harfi harfine katolik dininin kurallarına göre kaldırılmasının bizzat yazdığı ortaya çıktı.

Burada dikkatinizi çekmek istediğim Mitterrand’ın dini inancı değil, sorun bu olsaydı burada söz konusu bile etmezdim, bunu yıllarca ve usta bir siyaset oyuncusu olarak saklamasıdır.Fransa için “Katolik Kilise’nin büyük kızıdır” deyişi boşuna telafuz edilmiyor.

Nihayet son bir örnek olarak şu da verilebilir:Fransa’da öteden beri Katolik’lerin denetimindeki “école privée” ismi verilen (Türkçeye sözcüğü sözcüğüne “özel okul” biçiminde çevirilince gerçekte neye tekabül ettiği anlaşılmayabilir, bu nedenle bunlara dini okul demek yerinde olacak) dini okulların kapatıl(a)maması.Mitterrand döneminde bu okulların kapatılması ve öğrencilerinin devlet okullarına kayıtedilmesi için önerilen yasa tasarısının o yılların en büyük gösteri ve yürüyüşlerine yol açtığını ve sonuçta bizzat Mitterrand’ın devreye girerek yasa tasarısını geri çekmesini de anımsamak geekiyor.

Dini okulları sadece Katolikler değil diğer dinlere ve mezheplere mensup yurttaşlar da açabiliyorlar.Protestanların kendi okulları bulunuyor.Yahudilerin de.Son yıllarda Müslümanlar da kendi okullarını açtılar.Bunun için Milli Eğitim Bakanlığı ve diğer ilgili bakanlıklarla görüşmeler ve bir dizi kurallara uymak gerekiyor.Yani öyle her isteyenin açabileceği cinsten okullar değiller.

Katolikler daha çok sağcı partilerde siyasi faaliyet yürütürken Protestanlar veya protestan kültüründen gelenlerin ve Yahudilerin daha çok Sol partileri ve bilhassa Sosyalist Parti’yi tercih ettikleri biliniyor.Örneğin Michel Rocard veya Lionel Jospin protestan kültüründen gelen ve önce ihtilalci veya radikal solcu örgüt ve/veya partilerde, sonra Sosyalist Parti’de siyaset yaptılar.

Mayıs 1968’de Michel Rocard nitekim Sosyalist Parti’nin daha solundaki PSU’nün lideridir.Lionel Jospin ise troçkist küçümen bir örgütte militandır.

Hangi açıdan bakarsak bakalım,dini ve tutucu baskılara ve disiplinlere rağmen, toplumsal alanda Mayıs 1968 kalıcı etkiler yaptı…

Örneğin kadının kurtuluşu hareketi Mayıs 1968’de yeni bir ivme kazandı ve giderek büyüdü.Mayıs 1968’i izleyen yıllarda kadın haklarında sürekli ve, şimdiye kadar düzenli yani geriye dönüş(ler) olmadan, ilerlemelere tanık olduk:Doğum denetimi hapından, çocuk düşürmeye (Çocuk düşürmeye belli koşullarda olanak tanıyan Yasa 17 Ocak 1975’te kabul edildi örneğin), tecavüzün cezai suç (“criminel”) olduğunun benimsenmesine kadar giden ve süren…Kadınlar ve Kadınların Kurtuluşu Hareketi Mayıs 1968’i izleyen zaman diliminde mücadelesini sürekli olarak yükseltti.Ve birçok alanda ileri adımlar atılmasında birincil derecede rol oynadı.

Bütün bunların sonucundadır ki, yıllar sonra, ve hele Nicolas Sarkozy’inin cumhurbaşkanlığına aday olmasını açıkladığı 2006 sonundan itibaren ve onun bilhassa aşırı sağın, ırkçıların ve dindarların oylarını da almak arzusu vesilesiyle, Mayıs 1968’in “ahlaki değerleri bozduğu” yeniden gündeme sokuldu.

Chirac’ın Milli Eğitim Bakanlarından Luc Ferry ise, “1960’lardan beri geliştirilen bireyciliğin ve sınırsız özgürlüğün eğitim ve öğrenimi bunalıma sürüklediğini” ve bunların yaratıcısı Mayıs 1968’in bütün kötülüklerin sorumlusu olduğunu söylemekten kaçınmadı.

Taraftarları ve karşı olanlarıyla Mayıs 1968 hala gündemde.Bu bile Mayıs 1968 ruhununu yaşadığının delilidir.Güzel hoş ta Mayıs 1968 ruhu ne demektir?

En başta sıkı bir özgürlük rüzğarıdır.Sıkı bir başkaldırıdır.Modası geçmiş aptal disiplinlere karşı kararlı bir isyandır.

Mayıs 1968 ile şu anlaşıldı:
Herşey elde edilebilir.Herşey mümkündür:”Tout est possible!”
Yasaklamak yasaktır:”İl est interdit d’interdire!”

Mayıs 1968, Mayıs 1968’de birkaç hafta sürdü.Birçok siyasetci, sıkı gazeteci ve “akıllı” gözlemci bu birkaç haftadan sonra ve rüzgarın dinmesinden itibaren her şeyin sütliman olacağını sandı/yazdı/söyledi.Hayır kardeşlerim öyle olmadı, aradan kırk yıl geçti ama Mayıs 1968 rüzgarı hala esiyor…

Hiç yorum yok: