ÇAKALLARIN ULUMASIDIR
‘‘Çakallar gibi yaşamaktansa, bozkurtlar gibi ölürüm’’ sloganıyla çakallıklarını açıkça itiraf eden bu hayvan özentilerine, bizim derdimizin insanlığı mutluluğa götürmek olduğunu hatırlatalım:
NE BÖYLE SEVMEK, NE TERKETMEK!
DÜNYAYI SEVİLİR DURUMA GETİRMEK!
EMİNE ENGİN
Duvara slogan yazmak yüzünden insanlar DGM’de yargılanırken, birçok yerde, örneğin Boğaz kıyısında Kuleli Askeri Lisesi’nin hızasında duvarda kocaman bir Türk bayrağının altına ve üstüne paylaştırılmış biçimde, kocaman harflere bir slogan yazılı: “Ya sev, ya terket.”
Minibüslerde de çok rastlanan ve logo olarak Türk bayrağını kullanan, düpedüz devlet destekli bu sloganı önce biraz inceleyelim:
Slogan aşırı derecede ve açıkça anti-demokratiktir. Bizim ne istediğimiz slogan sahiplerini ilgilendirmiyor. Yalnızca ne istediğimiz onları ilgilendirmemekle kalmıyor, Türkiye için birşeyler isteme hakkımız hepten yok sayılıyor. Ya seveceğiz, ya terkedeceğiz! Ya onların isteklerini kabul edeceğiz, ya terkedeceğiz!
Dolayısıyla şantajla karşı karşıyayız. Ya Türkiye’yi bu sevilmeyecek durumuyla seveceğiz, ya terkedeceğiz. İkisi için de zengin olmak gerekir. Türkiye’yi bu durumuyla ancak zenginler sevebilir. Herşey onların her yoldan (legal-illegal, meşru-meşru olmayan) daha zengin olmalarından yana işliyor. Daha çok parayı çekecek paran yoksa, düzene eyvallah deyip kendi insanlığını satmıyorsan, insanca yaşayacak kadar parayı kazanman binde bir ihtimaldir. Emeğiyle geçinen onurlu insanlar için Türkiye sevilebilir durumda değildir. Öte yandan terketmek de kolay değildir. En azından pasaport, vize, para sorunları var. Türkiye’yi sevdiklerinle birlikte terkedebilmek için milyarder olman gerek. Milyardersen böyle bir soygun cennetini ya zaten seviyorsundur, ya da sevmiyorsan, sevilir duruma getirmenin olanaklarına sahipsin (zira demokrasi dedikleri satılıktır, paran yoksa hiçbir demokratik hakkın yoktur) demektir, dolayısiyla yine terketmeyi istemen için bir neden yok. Terketmeyi isteyecek, yaşamı işkence ve mücadele yolları tıkalı olan yoksul çoğunluktur. Onun da, yaşayacak parası olmadığı gibi, terkedecek parası da yoktur. Onun için terketmenin kolay tek yolu, bu dünyayı, Türkiye limanından terketmek, yani ölmektir. Dolayısiyla, bir kez şantajın hedefi yoksul halktır ve ikincisi de, “terket” sözcüğünün gerçek anlamı, “ben sana bu dünyayı terkettiririm”dir. Yani, slogan yoksul halk için şu anlamı taşıyor: Türkiye’deki yaşamı sevmezsen seni öldürürüm.
Yoksul halkın Türkiye’deki yaşamı gerçekten sevmesi olanaksız olduğuna göre, onun için seçim, ya ölmek ya seviyor görünmektir. Sevmediğin birşeyi seviyor görünmek iki yüzlülüktür. Demek ki zengin olmayan bir vatandaş olarak Türkiye’de yaşamak istiyorsan, ikiyüzlü olmak zorundasın. Özü sözü bir olursan öldürülürsün. Hep şikayet ediyoruz, insanlık ölüyor diye... işte bu örnekte görüldüğü gibi, insanlık - yani insanlarda bulunan iyi karakteristik özellikler - burjuvazinin çeşitli temsilcilerince öldürülüyor. Ancak bu örneğin farkı, bu yalnızca insanlığı öldürmekle kalmıyor, insanları da düpedüz ölümle tehdit ediyor.
Bu sloganın kendisi de ikiyüzlüdür. Türkiye’yi bu haliyle sev mesajını taşıdığı için değişime karşıymış gibi görünüyor. Oysa devlet tıkanıklık içindedir. Yasalar ve uygulamalar hem kendi içlerinde, hem birbirleriyle kördüğüm olmuşçasına çelişmektedir. Öyle ki Türkiye’de devletin sil baştan yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bunun ise yalnızca iki yolu vardır: Ya devrim, ya karsı devrim. Devrimci sınıfın içinde bulunduğu geçici dünya-tarihsel koşullar nedeniyle, Türkiye’de de devrim şu anda ufukta görünmüyor. Geriye kalıyor karşı devrim. Türkiye burjuvazisi, ya evrimci yoldan da olsa halka sancı verecek bir dizi değisimle, ya da Hitler, Mussolini vb. türünden en kanlı yoldan bu devleti yeniden örgütlemek zorundadır. Bu ayrı bir yazı konusudur, ama değindiğimiz kadarı bile, sloganın sahiplerinin iki-yüzlülüğünü göstermektedir. Sloganı atanlar Türkiye’yi en kanlı yoldan değiştirmenin savunucularıdır ama slogan bunu gizlemektedir. Zaten slogan sahipleri Nazım Hikmet’ten şiir okuyarak vb. de iki-yüzlülüklerini göstermişlerdi. Yani bu slogan, dayatmacı, anti-demokratik, terörist ve insanlık düşmanı, ikiyüzlü bir slogandır. Hem de bunları azınlık adına, ezici çoğunluğa karşı ve Türk bayrağı logosuyla yöneltmektedir. Türkiye’de şimdi çok moda, çok yaygın ve aynı zamanda çok tehlikeli olan bir uygulama var: Sözde hoşgörülü olmak. Bu yönde vaaz verenler, sözkonusu sloganın sahiplerini de hoşgörülü olunması gerekenler kategorisine katıyorlar. Bu sloganı ve sahiplerini farklı fikir olarak göstermeye çalışıyorlar.
Farkli fikirlere karşı hoşgörülü olunmalıdır. Hoşgörü, herşeyi enine boyuna, rahatça tartısarak yanlış fikirleri giderek hoşgörünün sınırları dışına atmak için gerekli ve yararlıdır. Başka bir deyişle, yanlış fikirler, baskıyla yasakla değil, yanlış olduğunu iyice sergileyerek ve çogunluğa kabul ettirerek etkisizleştirilebilir. Bu çerçevede hoşgörü iyi ve uygar bir şeydir. Zaten uygarlığın ölçütü, Maliye Bakanlığı’nın afişlerinde yazıldığı gibi vergi ödemek değil, fikren ikna yöntemiyle sorunları çözmektir. Yani uygarlık, onunla bağlı olarak hoşgörü, fikirlere, fikir hareketlerine ilişkin bir kavramdır. Ancak bu sloganı atan bir fikir hareketi değil. bir katil hareketidir. Yalnızca bu sloganın mantığı bile bunu çok iyi gösteriyor. Bir de bu hareketin kanlı geçmişi, açıkça mafya kılığında ortaya çıkan bugünü, sürdürmekte olduğu zorbalıklar var. O zaman bunları hoşgörü kategorisine sokmak, bunların yalnızca fikirlerini değil, asıl olarak katliamlarını desteklemek oluyor. Katliama hoşgörü!
MHP’lileri kişi olarak ele alın, en önyargısız bir biçimde yaklaşın, karşılaştığınız hayvanlık - hayvanlara hakaret etmek olarak anlaşılmasın - çarpıcıdır. Önce insan rolü yapıyorlar, taktikleri öyle. Bir noktadan sanra rol kalkıyor, hayvanlık gerçeği ortaya çıkıyor. Zaten hep hayvanlara özeniyorlar. Son bir sloganları da “çakal gibi yaşamaktansa, bozkurt gibi ölürüm”. İnsan gibi yaşayıp, insan gibi ölmeyi hayal bile edemiyorlar. Şimdi çakal gibi yaşıyorlarmış. Gerçekten de gerçek niteliklerini çakalcasına, kurnazca gizlemeye çalışıyorlar. “Ya sev ya terket” sloganını uygularsak, çakal gibi yaşamayı seviyor olmaları gerekir. Ama bozkurt gibi ölmeyi tercih ederlermiş. Herhalde bu da binlerce emekçiyi öldürerek ölmek demek. Öldürmenin tiryakisi olmuşlar. Çakallık yetmiyor. Milli hayvanlar partisi demiyorsak, hayvanlara saygımızdandır.
Böylesine kan revan içinde bir hareketin sloganları her yerde, Türk bayrağı logosuyla yazılıyor. Çatli’lar kahraman ilan ediliyor. Susurluk skandalı diye öne sürülen olay bir türlü yeterince açık edilmiyor. Ülkü Ocakları, Türk bayrağı altında Ülkü Ocaklari imzasıyla afiş çıkarıyor. Türkeş, devlet töreniyle gönderiliyor. Ve birileri de bu harekete hoşgörü dilenciliği yapıyor. Bu gibi veriler şunu ortaya çıkarıyor ki, devletiyle birlikte burjuvazinin bütün kanatları - kolları MHP’nin şu ya da bu ölçüde güçlenmesini istiyor. Komintern’in bir ara önüne gelene sosyal-faşist damgası vurmasını bugünün Türkiyesi’nde insan çok iyi anlıyor. Bugün Türkiye’de de tüm partiler en azından sosyal-faşist. Demokratlik, uygarlık, hoşgörü adına faşist örgütlenme el birliğiyle güçlendiriliyor. Biz “ya sev ya terket” sloganı yazılı olan minibüslere neden binmediğimizi belirterek binmiyoruz. Tartışma içinde minibüsçülere, “siz terkedin biz sevelim” gibi sözler ediyoruz ama şu açık ki gerçekte sorun MHP’lilerin terketmesi değildir. Bu burjuvazi başta olduğu sürece, işine ne geliyorsa onu önümüze sürecektir. Sorun ona bu dünyayı terkettirmektir.
(*) İşçinin Sesi, Sayı 467
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder