14 Ağustos 2008 Perşembe

LİBERALİZM VE DEMOKRASİ



Yener ORKUNOĞLU

Geçen yazıda, ’ben bir solcu olarak darbecileri tasfiye etmek için AKP dahil gereken yerlerle koalisyon yaparım’ diyen Baskın Oran’ın görüşleri eleştirilmişti. Eleştirimiz, AKP’yi demokrat bir parti olarak gösteren anlayışa yöneliktir. AKP’nin izlediği liberal politikalardan AKP’nin demokrat bir parti olduğu sonucu çıkarılmaktadır

Bu yazının amacı, politik alanda yaygın bir anlayışı, yani liberalizm ile demokrasiyi eşitleyen anlayışı sorgulamaktır.

Avrupa’da geçmiş burjuva devrimlerinin tarihi incelendiğinde şu görülür: Liberalizm, burjuvazinin ideolojisi ve politikası olarak ortaya çıkarken, demokrasi daha ziyade, ezilenlerin veya küçük burjuvazinin radikal politik talebi ve ideolojisi olarak gündeme gelmiştir. Liberaller, geçmişte demokratlar ve demokrasiye karşı olmuşlardır. Liberallere göre demokrasi, ‘anarşi’ ve ‘radikalizm’ demektir. Dolayısıyla demokrasi anlayışı, liberal düşünce dünyasının bir parçası değildir. Geçmiş dönemlerde liberal düşünürler, kendilerini ‘demokratlar’dan ayırmışlardır. Çünkü liberaller geçmiş dönemde ‘demokrasi’den politik ve sosyal devrimi anlıyorlardı.

Stephan Walter, ‘Hegel ve Marx Arasındaki Dönemde Demokratik Düşünce’ adlı kitap olarak yayınlanan doktora tezinde, Almanya’da 1848 devrimi öncesi ve sonrası liberal ve demokratik düşünce akımlarını inceliyor. Kitap, esas olarak genç-Hegelcilerin lideri konumundaki Arnold Ruge’nin politik felsefesini konu ediniyor. Ruge’nin felsefeyi, din eleştirisinden politika alanıın eleştirisine yönelttiğini vurguluyor. Kitap diğer yandan da, liberalizm ve demokrasi arasında farklılıkları ortaya seriyor.

Walter’e göre liberalizm ve demokrasi konusunda çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Örneğin Gustav Mayer, liberalizm ve demokrasinin birbirinin zıt iki eğilim olduğunu ortaya sergiler. Mayer’e göre, demokrasi, genel ilkelere dayanırken, liberalizm pratik politika alanı ile sınırlıdır.

Liberalizm ile demokrasi arasındaki en temel ayrılık şudur: Liberalizm, kendini hukuk alandaki eşitlik ile sınırlar. Dikkatini birey-devlet ilişkisine çevirir. Devlet karşısında bireyin hukuksal özgürlüklerinin garanti altına alınmasını savunur. Toplumda belirli kesimlerin siyasal ayrıcalıklarının sona erdirilmesinden yanadır.

Demokrasi ise, liberalizm gibi kendini hukuksal alandaki eşitlik ile sınırlamaz; hayatın her alanında eşitlik ilkelerini dile getirir. Yani demokrasinin eşitlik talepleri, sosyal ve ekonomik alanı da içermektedir. Demokrasi, liberalizmi içerir, ama liberalizm demokrasiyi içermez. Dolayısıyla biz sosyalistler, liberalizme karşı değiliz, ama tek başına liberalizmi savunmayız. Sadece liberalizmin yetersiz olduğunu dile getiririz.

Liberalizmin iki yüzü vardır: Birinci yüzü şöyle tarif edilebilir. Feodal toplumun ayrıcalıklarına karşı çıkarken, burjuvazinin politik alanda karar sahibi olmasını istiyordu. Yani geçmiş topluma nazaran ilerici bir konumu vardı. İkinci yüzü şöyle ifade edilebilir: Liberal burjuvazi, kendini halkın çoğunluğundan sosyal olarak ayırır, halkın çoğunluğuna inisiyatif tanıyacak demokrasiye karşıdır. Bir örnek vermek gerekirse, liberaller ‘eşit ve herkesi kapsayan’ seçme hakkına karşı durdular. Parası olanların seçme ve seçilme hakkını savundular. Genel oy hakkını elde etmek için işçi sınıfı uzun bir mücadele yürütmek zorunda kaldı.

Geçmişte burjuva düşünürleri, demokrasinin sadece küçük devletler için geçerli olduğunu savundular. Örneğin Alman Filozofu Hegel’e göre demokrasinin en önemli koşulu, özel ve genel çıkarın birliğidir. Böylesi bir birlik ise yalnızca küçük devletlerde mümkün olabilir.

Günümüzde liberaller şu varsayımdan hareket ederler: Kapitalizm ile bireysel özgürlük arasında bire-bir ilişki var. Kapitalist modernleşme zorunlu olarak bireysel özgürlükleri doğurur. Bu nedenle AB yanlısıdırlar. Türkiye’nin AB’ye girmesiyle demokratik bir ülke haline geleceğini düşünürler.

Oysa sorgulanması gereken işte bu varsayımın kendisidir. Kapitalizm ile bireysel özgürlük arasında nasıl bir ilişki var? Her tarihsel koşulda kapitalizm, bireysel özgürlükleri yaratır mı?

Burjuva modern özgürlük, belirli tarihsel koşullar altında doğdu. Batı’da kapitalizmin gelişmesi, feodalizme karşı girişilen mücadele, teolojiye karşı, aklın özgürlüğünü savunan aydınlanma felsefesi gibi etkenler, bireysel özgürlüğün temellerini attı. Eski feodal düzene ve onun ideolojisi teolojiye karşı mücadelesinde, burjuvazi özgürlük yanlısı idi. Burjuvazi iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra, özgürlük peşinde değil egemenlik peşinde koşar. Dolayısıyla egemenliğini perçinleyen bir dönemde kapitalizmin gelişmesi, mutlaka bireysel özgürlükleri getirmez. Güvenlik-özgürlük ikileminde burjuvazi, seçimini özgürlükten yana değil, güvenlikten yana koymaktadır. Günümüz tarihsel koşullarında kapitalizmin gelişmesi ile özgürlüklerin gelişmesi arasında otomatik bir ilişki yoktur. Burjuva anlamda bireysel politik özgürlükler, tekrarlanması mümkün olmayan koşullarda doğdu. Çağımızda, kapitalizm ile demokrasi arasında bir ilişki yoktur. Kapitalist modernleşmenin mutlaka özgürlükler getireceği düşüncesi, kapitalizmin bugün egemenlik peşinde olduğunu anlamamaktan kaynaklanır.

Geleneksel modernleşme teorileri, ekonomik kalkınma ile özgürlük arasında ilişki olduğunu ileri sürdüler. Bu teoriler, ekonomik kalkınma oldukça ve zenginleştikçe daha demokratik ve özgürlükçü bireylerin ortaya çıkacağını ileri sürdüler. Ama böyle olmadı. Bu gerçeği Türkiye’de görmek mümkündür. Kapitalizm ile özgürlük arasında bir ilişki olmadığını anlamak için, Türkiye’ye ve Siyasal İslam’a bakmak gerekir. Siyasal İslam, kapitalistleşmiş ve zenginleşmiştir. İslamcı kesimin burjuvalaşması, zenginleşmesi, kültürel zenginliği ve özgürlük düşüncesini getirmemiştir. İslamcı bir tarzda burjuvalaşmanın kültürel bir karşılığı yoktur.

Peki sorun nedir? Neden böyle oluyor? Buna başka bir yazıda cevap arayalım.

Hiç yorum yok: