26 Kasım 2011 Cumartesi

Takunyacılar ile Postalcıların Dersim Çekişmesi


Mustafa Elveren (Em. Öğrt.)
mustafaelveren@gmail.com

Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan Partisinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda Dersim katliamı ile ilgili bilinen belgeleri resmi olarak açıkladı… Sanki bu belgeler yeni biliniyormuş gibi bir tavır gösterdi. Hâlbuki bu belgeler yıllardır çeşitli yayın organlarında ve birçok kitapta yayınlanmıştır.

Üstelik M. Kemal Atatürk ile birlikte yan yana büyük bir pankartın asılı olduğu salonda Dersimle ilgili belgeleri açıklaması çok dikkatimi çekti. Hem devletin yaptığı bu katliam nedeniyle Dersim halkından özür dileyeceksin (ki, bunu çok önemsiyorum) hem de katliam emrini veren M. Kemal Atatürk ile yan yana aynı posterde olacaksın. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?”

Başbakan’ın bu duruşu benim resmi ideoloji ile ilgili olarak söylediğim “postalcılarla takunyacıların iktidar paylaşımındaki danışıklı çekişmesidir. Bunların birbirlerinden hiçbir fark yoktur” tezimi doğrulayacak niteliktedir.

Başbakan’ın o salonda Dersimle ilgili olarak yaptığı konuşmada; kendisiyle ilgili şu olayı aktardı; “Geçmişte okuduğu bir şiir nedeniyle hakkında dava açıldığını ve yargılama sonucunda hapisle cezalandırıldığını, bu kararı veren yargıçların belli bir inanç grubuna (Alevi inancını kast ediyor) mensup olduklarını…” belirterek, Alevi halkını rencide etmiştir. Türkiye halkları açısından Başbakan’ın bu ifadesi çok tehlikeli bir durum arz etmektedir.

Sayın Başbakan!
Dersim katliamını yapanları deşifre edip, katliamın sorumlularının ortaya çıkması konusunda çok olumlu şeyler söylediniz. Hatta bir ara Pirim Seyit Rıza için söylediklerinizi dinleyince neredeyse gözlerimde yaş akacaktı. Gözyaşlarımı zor tuttum. Hitabetiniz çok güçlü ve rolünüzü çok muazzam oynuyorsunuz. Bu tutumunuzu alkışlıyor ve önemsiyorum.

Ancak, bu gün o günden çok farklı değildir. İşte sizin iktidarınızda yapılan haksız baskılar;

Önce kendimden örnek vererek başlamak istiyorum.

Yaklaşık bir yıldır yazdığım makalelerden dolayı Tunceli Cumhuriyet Savcılığı hakkımda ondan fazla soruşturma açtı ve bu yazıların büyük bölümü dava safhasına dönüştü. Halen 3 makale ile ilgili davalar sonuçlanmış, bunlardan birisi zaman aşımından düşmüş olup, biri hakkımda verilen cezanın ertelenmesine ve birinde de 3000 TL. Para cezasını almış bulunmaktayım. Geri kalan yedi makale ile ilgili soruşturmaların sonucunu ben de hala bilmiyor ve sonuçlarını merakla bekliyorum.

Sayın Başbakan!
Sizin o toplantıda Seyit Rıza ile ilgili yaptığınız açıklamayı çok önemsiyorum. Fakat, madalyonun arka yüzünü de görmeniz lazım. Pirim Seyit Rıza için yazdığım bir makalemde; “Pirim Seyit Rızaya ‘eşkıya’, Sevgili Mazlum Doğan’a ‘terörist’ diyenler çok yanılıyorlar. Bu yalan ve yanlış söylemlerinden dolayı bir gün çok utanacaklardır. Fakat, iş işten geçmiş olacaktır.” Benim bu cümlelerim Tunceli C. Savcılığı’nın iddianamesine suç olarak girdi.

İşite adı geçen savcılığın iddianamesinde yukarıdaki paragrafla ilgili suçlama: “Şüphelinin savunmasının anlatıldığı şekilde Seyit Rıza ve PKK terör örgütü kurucularından Mazlum DOĞAN’ı över mahiyette yazı yazarak üzerine atılı suçu ve suçluyu övme suçunu işlediği, bu nedenle mahkemenizde yargılamasının yapılarak TCK 215 maddesi uyarınca cezalandırılmasına, TCK 53 maddesi uyarınca hakkında güvenlik tedbirine hükmedilmesine karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur. (Tunceli Cumhuriyet Savcılığı; Soruşturma No : 2010 / 1389, Esas No: 2010 / 624, İddianame No : 2010 / 190)”

Ey, Başbakan!
Bu hünerli savcılarınız size de aynı şekilde dava açabilirler mi? Nerede o cesaret onlarda! Ancak bizim gibi gariban halk çocuklarına gücü yetebilir bu “vatansever” yargıçlarınız. Nasıl olsa her zaman bir “BÖLÜCÜLÜK” bahanesiyle suçlayabiliyorlar.

“1938 Haziran’ında, ailemden; 28 çocuk, 12 kadın,14 erkek toplam 54 kişi, “sürgün” diye yola çıkarıldı. Köy dışında birbirine bağlandı, üstüne gaz dökülerek yakıldı, canlı kalanlar süngülendi. Beş yaşında tanığı olduğum bu vahşeti 1998’de yazdığım için, “devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğünü bozmaktan” uzun süre mahkemelerde süründüm. (Hüseyin Akar-Başbakan ve ‘Dersimli Kardeşleri’)

Bu gün farklı mı? Hayır. Bu gün de aynı gerekçelerle mahkemelerden sürünüyoruz. Bunun en canlı örneği benim. Bakın Tunceli C.Savcılığı’nın ileri sürdüğü gerekçeleri yukarıda açıkladım. Daha Ragıp Zarakolu’yu, Büşra Ersanlı’yı, Ahmet Şık’ı, hala cezaevinde bulunan onlarca gazeteciler… Yazmakla bu sayfaya sığmaz.

2011 Yılı’nın 1998’den ve 1938’den ne farkı var? AKParti Genel Başkanı ve Başbakan Dersim vb. konusunda istediği kadar rol yapsın, benim gibi düşünen insanlar bu tür sahte açılımlara inanması mümkün mü?.

Çünkü neredeyse her konuda Kur’anı ve Kemalizm’i referans olarak gösteriyorlar. Çağımızda Kur’an ve Kemalizm referans gösterilemez. Bu Türk-İslam zihniyeti değişmedikçe, evrensel bir hukuk düzeni olmadıkça demokratik bir düzenin olması mümkün değildir.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişisel dürüstlüğünden hiç şüphem yoktur. “Kurt Politikacı” ulusalcı CHP’liler şu anda Kılıçdaroğlu’nun suyunu ısıtmakla meşgul oldukları için AKParti’ye karşı muhalefet yapacak zamanları kalmıyor.

Peki, Kemal Kılıçdaroğlu bu konuda ne yapıyor? O da “KÜRT-KIZILBAŞ VE DERSİM” kimliklerini gizlemek için her türlü yola başvuruyor. Ulusalcı “KURT” CHP’lilerden ve Başbakan’dan ödü kopuyor. Galiba yakında yerini Mustafa Sarıgül’e bırakacağa benziyor. Bu ulusalcı CHP kadroları ile AKParti ile Dersim çekişmesi gayreti boşunadır.

Sayın Kılıçdaroğlu’na sadece geçmiş olsun dileklerimi iletmekten başka bir şey söylememe gerek yok sanırım.

Birkaç yıl önce Mersin’de bir “Bayrak Provokasyonu” yaşandı. O günkü bayrak yakma eylemini bahane eden CHP’li belediye başkanları her sokağa Türk Bayrağı asılması için düzenli olarak Türkiye’de bayrak dağıtımını yaptılar. Yine o tarihlerde birçok bayraklı miting yaptılar. Hem de on binlerce kişiyi toplayarak.

Peki, bu gün niye o kitle ortada yok? O gün kendini “demokrasi militanı” olarak lanse eden emekli Yargıtay savcısı bu gün ne yapıyor? O tarihlerde Kürtlerin ve Alevilerin her demokratik istemlerini “bölücülük” olarak değerlendiren bu savcılar AKParti’ye karşı neden “dut yemiş bülbül”e döndüler? Bunların bir tek gücü Kürtlere ve Alevilere mi yetiyor?

Takunyacılarla postalcılar ya da yeşil cüppeliler ile siyah cüppeliler bir başka deyimle külahçılarla kalpakçılar sadece yer değiştirmişlerdir. Çünkü “yok birbirimizde farkımız. Biz Osmanlı bankasıyız” reklamı gibi bir şey.

Faşist yasalarla suçluyu suçsuzu ayırmadan yürütülen operasyonlarla halkı şiddetle sindirmek çıkar yol değildir. Bu tür baskıcı yöntemler olduğu bir sistemde tarihinizle nasıl yüzleşeceksiniz? Bırakın tarihinizle yüzleşmeyi tam tersine Türkiye’yi daha da çıkmaza sokacaktır.

Gerçek yüzleşmeyi ABD destekli takunyacı AKParti ile postal destekli ulusalcı CHP yapamaz. Ancak demokratik-sosyalist bir cumhuriyetin inşasıyla bu yüzleşme gerçekleşebilir.

Belki bir çok okuyucu benim bu dileğimi “NOSTALJİ” olarak görebilir. Nostaljik de olsa en azında kulağıma hoş geliyor ve umutlu olmak istiyorum.

Hiç yorum yok: