17 Haziran 2008 Salı

Nazım Hikmet'in Kamuran Bedirxan'a mektubu...






Türk sosyalist hareketinin uluslar arası üne sahip büyük şairi Nazım Hikmet, hem siyasi hem edebi olarak sol yazını en çok etkileyen isimlerin başında gelir. Siyasi duruşu ve çok yönlü sanatçı kişiliği kadar özel yaşamı da fırtınalı olan Nazım, her zaman popüler tartışmaların konusu oldu.


Kürt ulusal demokratik hareketi ve aydınları, genel Türk solu eleştirisi içinde özel olarak da Nazım gibi dünyanın en ücra köşelerindeki sorunlara duyarlılığını dile getirmiş bir şairin, yanı başındaki Kürt ulusunun uğradığı tarihsel haksızlıklardan tek kelime bile söz etmeyişini her zaman haklı bir eleştiri olarak dile getirmişlerdir.

Bu olgu Türk solunun “sosyal-şoven” geleneği tanımlamak için kullanılan argümanlardan birisidir.

Gerçekten de ortada bir duyarsızlık, görmeme sorunu mu vardı; yoksa sonuçta aynı kapıya çıksa bile görülen bilinen bir konunun bir oto-sansüre tabi tutularak, saklanması mı söz konusuydu?
Örneğin; Nazım Hikmet’in ünlü Kürt yurtseveri ve dilbilimcisi Kamuran Bedirxan’la Istanbul’da uzun yıllara dayalı bir dostlukları bulunduğu az bilinen bir olgudur. 1983 yılında Paris Kürt Enstitüsünün yayın organı olan “Hêvî” dergisi, Enstitüye bağışlanan Kamuran Bedirxan’in arşivinde bulunan, Nazım Hikmet tarafından Kamuran Bedirxan’a yazılmış 1961 tarihli bir mektubu orijinaliyle birlikte yayınladı. [Mektubun orijinali Paris Kürt Enstitüsü Arşivindedir]Bu mektupta Nazım Hikmet’in Kürt sorununa ilişkin genel yaklaşımını bulmak mümkündür.

“Kökleri yüzyılların derinliklerine dalan, tarihiyle, kültürüyle, Kürt milletinin önemli bir çoğunluğu Anadolu’nun bir parçasında yasar. Anadolu’nun öbür parçalarında yaşayan Türk milletini Kürt milleti kardeşi sayar. Her iki millet, bütün imparatorluklar gibi, halkların zindanı olan Osmanlı İmparatorluğu’ nda, Türk ve Kürt derebeylerinin, Osmanlı İmparatorluk idaresinin ağır zincirlerine vurulmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ise her iki millet emperyalizme karşı tek bir cephe kurup çarpışmışlardır. Anadolu milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir. O dövüş yıllarının sonradan Türk idarecilerince yasak edilen en unutulmaz türkülerinden biri, “Vurun Kürt uşağı namus günüdür” diye başlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulusundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt hareketine tamamıyla vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı. Hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkâra kadar götürdü. Bu donem, Türk idarecilerinin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşmaya başlaması donemidir. Bu inkârla, bu uzlaşmamanın ayni donemde bas göstermesi sadece bir rastlaşma değildir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta ve Yakın Doğu’da emperyalizmin kalelerinden biri haline getiren Türk politikacıları Kürt milletinin milli varlığını inkârda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklarına tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor. Türk ve Kürt halklarının Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde dış ve iç politikada ayni emellere hasret çekmeleri bugünkü Türk idarecilerini korkutuyor. Her iki millet kardeş milli kültürlerini, milli ekonomilerini geliştirmek, toprağa, tarım araçlarına, hürriyete, demokratik haklara kavuşmak istiyor. Türk ve Kürt halkları Türkiye Cumhuriyeti’nin tarafsız bir politika gütmesini, emperyalizmin ussu olmaktan kurtulmasını özlüyor. Gerçek Türk yurtseverleri Kürt kardeşlerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde milli haklarına kavuşmak için yaptığı kavgayı can ve gönülden nasıl destekliyorsa, gerçek Kürt yurtseverleri de Türk halkının demokrasi ve milli bağımsızlık için yaptığı kavgayı öylece destekliyor. Anadolu’da yasayan Türklerle Kürtlerin arasına nifak sokmak isteyen gerici, somurucu, karanlık kuvvetler, emperyalizmle el ele vererek halklarımızı daha kolay ezmek istiyorlar.

Kürt ve Türk halklarının bahtiyarlığa, insanca yasamaya varmak için derebeylerine, kara kuvvetlerine, şehir ve koy ağalarına, gericilere, ırkçılara, milletlerin varlıklarını ve haklarını inkâr edenlere, halkların birbirine düşüp dostlarından rahatça geçinenlere emperyalistlerin uşaklarına karşı yürüttükleri yeni milli kurtuluş savasının zaferi Kürt ve Türk halklarının elbirliğiyle kazanılır.
Ancak böyle bir elbirliğiyle kardeş iki millet hürriyete, milli ve insan haklarına kavuşabilir.”

Nazim Hikmet,1961

Bugün için bu görüşler içeriği itibariyle yetersiz ve sınırlı görülebilir. Ancak yazıldığı 1961 tarih itibari ile Kürt halkının ulusal varlığının ve haklarının inkar edilmesine tavır almış olması, prensip olarak özgür ve eşit haklara vurgu yapılmış olması oldukça önemlidir.
Diğer bir önemli soru da bu görüşlerin neden açıkça yayınlanmadığı, siyasi bir söylem haline getirilmediği, tartışmaya açılmadığıdır, ki bu da en az “duyarsızlık” eleştirisi kadar cevaplanmaya ihtiyaç duymaktadır.

Diğer bir örnek Ermeni Soykırımı meselesidir:
“Nâzım, 1950'de hapisten çıktıktan sonra yazdığı ünlü "Akşam Gezintisi" şiirinde büyük bir coşkuyla mahallesini anlatır. Kasabın kapısına üşüşen kedilerden Çamaşırcı Huriye'nin işsiz oğluna, mahallenin veremlilerine, Rahmi Bey'lerin radyosundan polis jipine, Sütçü Yorgi'nin kızından bakkal Karabet'e kadar, tüm sosyal, kültürel, siyasal ve etnik zenginliğiyle...”

"Bakkal Karabet'in ışıkları yanmış
Affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini.
Fakat seviyor seni,
Çünkü sen de affetmedin
Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına."


Nazım’ın çok fazla bilinmeyen ve yayınlanmayan şiirlerinden biridir bu. Bunun nedeni sık sık oto-sansüre uğramış olması olabilir.
UNESCO'nun 100'üncü doğum yılı nedeniyle 2002 yılını Nâzım Hikmet Yılı ilan etmesi nedeniyle T.C. Kültür Bakanlığı, 2001 yılında, “Fazıl SAY / NÂZIM” isimli bir Nâzım Oratoryosu CD'si yayınladı. Besteleri Fazıl Say'a ait olan oratoryoda tiyatrocu Genco Erkal Nâzım'ın şiirlerini seslendirdi. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Devlet Çoksesli Korosu'nunda katıldığı bu CD’de “Akşam Gezintisi” adlı Şiir yer almış olmasına rağmen yukarıya aktardığımız 5 dize, hem okunmamış hem de CD’nin kitapçığında yer almamıştı.

İnfo-Türk editörü gazeteci Doğan Özgüden’in gündeme getirdiği bu sansür olayı ile ilgili olarak bir açıklama yapan TC Kültür Bakanlığı CD’nin içeriğine karışmadığını yazılı olarak açıklarken, sanatçı Fazıl Say ve Genco Erkal, bu dizelerin sansürlenmesiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmaktan kaçındılar.




Hiç yorum yok: