22 Ekim 2009 Perşembe

MUCİZEVÎ ÖZLEMLER


Bülent Tekin
btekin1954@mynet.com


Ülkemizde siyaseti temsil eden iktidar ve muhalefet partileri, siyaseti kendi egoları için yapıyorlar izlenimini veriyorlar. Aralarında kıtalar, okyanuslar var gibi birbirlerine mektup yazıyorlar. Mektupta yazacaklarını kameralar önünde, dünyanın o en lüks mekânlarında halktan biri gibi söylüyorlar. İktidarın ve muhalefetin atışmaları kırmızı halılı, klimalı, güneş ışınları gibi aydınlatan ışıklı, sosyetik, modern mekânların replikleri gibi… Bu kadar kalantor, bu kadar milyon dolarları olan, bu kadar komprador burjuva sınıfının elit üyeleri olarak onların bizim gibi tebaadan (yurttaş) sayılan insanları düşünmeleri olanaksızdır. Bu (ilk) tabiat kanunlarına aykırıdır. Takımları, çorapları, ayakkabıları, saatleri, gömlekleriyle bizden olmayan bu insanlar ülkemin insanlarını hak, hukuk, adalet, özgürlük adına yönetiyorlar. Ve ne (yazık) ki tüm yetkileri elinden alınmış halk bunlara âmin diyor!

Komprador burjuvazinin siyasetçileri daha önceleri din, Allah, kitap, peygamber, Mustafa Kemal, vatan, millet, cami sözcüklerini kullanmışlardı. Artık bugünlerde Diyarbakır, Nazım Hikmet, Ahmet Kaya, Ehmedê Hanî, Mem û Zîn, Halepçe sözcüklerini kullanmaya başladılar. İleride belki de hiç düşünemediğimiz sözcükleri kullanacaklar. Şaşıracağız(!) Sistem tıkandığında sistemi yenileyecek, boyayacak, başka bir sistemmiş gibi sunup sömürü düzenlerini sürdürmeye çalışacaklar. İktidar ve iktidarı elde tutan tüm araçları kontrol eden bu tip oligarşik partilere karşı beyni parçalanmış halk ne yapabilir? Bu kadar tankı, topu, uçağı, bankası, fabrikası, işçisi, memuru, hizmetkârı olan bu insanlara yoksul, garip, kimsesiz insanlar ne yapabilir? Elden bir şey gelmez! Tüm zorbalar ve güçlüler ortak bir düzende birleşmişler. Bir dev lazım, kozmosun taa öbür taraflarından gelmiş bir enerji devi, böyle bir tanrıvari güç, kudret lazım bu pislikleri yıkmaya.

Buluttan nem kapar halimiz yok! Gerçekten de başımızdaki felaketleri hissetmeseydik ağzımızı bıçak açmazdı. Ülkenin demokrasisi ve adaleti varsıllar için bulunmaz bir nimet. Açlık, yoksulluk, işsizlik, sosyal adalet, kadın, Alevi, Kürt sorunu konusunda ümitle söyleyeceğimiz pek sözümüz yok. Şiddet, zorbalık, ölüm korkusu, öldürme duyguları hâkim insanımıza. Ülkenin televizyonlarında gösterilen dizilerin bir ikisinin dışında seyredilecek hali var mıdır? Kutulardan para çıkartan bir yarışma(?) var, ülkenin Maliye Bakanlığı bunun gibilerini en azından vergi yönünden inceliyor mu? Kurtlar Vadisi dizisinin yapımcısı ile başrol oyuncusunun hapiste yatan birilerince tehdit edildiğini okuduk. Dizi tırstı ve dört milyon Euro gibi bir paranın (haraç) hapisteki bilmemne kardeşlere verildiğini okuduk. Medya tüm bunları söyledi. Bu konunun doğruluk derecesini inceleyen bir savcı oldu mu acaba? Bu paralar verilmişse mafyavari bir ilişki içerisinde verilmiştir. Alan razı, veren razı, konuşan olmazsa bu konu nasıl bulunacak denilebilir. Zaten işin en kötü ve felaket noktası burasıdır. Her türlü zorluğa ve inkâra karşın doğruyu, gerçeği bulamamaktır.

Ve bu ülkede iktidar bir dizi açılıma imza atmaya çalışıyor. Kürt Açılımı, Suriye açılımı derken Ermeni açılımı başladı. Keşke düşmanlıklar, kin-nefret tohumları yok edilse. Kardeşlik, adalet, özgürlük ve eşitlik temelinde atılacak tüm adımları destekleriz. Bu anlamda Ermenistan’la imzalanan protokolün sonsuza dek barış getirmesini isterim. Barış ülkeler için olacağı kadar insanlarımız için de olmalı.
Bu ülkede Ceylan Önkol adlı bir kız çocuğunun havan mermisiyle öldürüldüğü söyleniyordu. Polis krimininal raporuyla bir bomba olduğu saptandı. O bombayı kim oraya attı? Devlet bu olayı tüm açıklığıyla aydınlatmak zorundadır. Bunu yazdığımıza göre bir şüphemiz vardır, devlete tam güvenemiyoruz demektir.
Güler Zere adlı kanserli bir mahkûm Cumhurbaşkanınca affedilmiyor, devlet onu cezaevinde tabutlamayı düşünüyor olabilir mi?
Ülkemiz 12 Eylül anayasası ile bir açılım peşine düşmüş. Bu haliyle Latin Amerika ülkelerinin bizden çok daha ileri bir demokrasiye sahip olduğunu söyleyebilirim(bu konuyu Bolivya örneği ile başka bir yazımda açacağım).
Ben yine de sevinç duymak, mutlu olmak istiyorum. Bir mucize peşinde değilim. Hiç değilse eleştirisel, demokratik, farklılıklardan korkmayan, farklılıkları koruyan mutlu bir ülke istiyorum. Gözyaşları ancak annesinin kucağında dinen bir bebek gibi insanlarımız da ülkesinde şefkatle sarılmak ister. Mutluluk dediğim işte bu!

Hiç yorum yok: