Bülent Tekin
bulenttekin47@gmail.com
Anayasa’yı bir grup siyasetçi devletin bekası ve halkı
oyalamanın yeni bir yöntemi olarak yeniden yazmaya çalışıyor. Ben kişisel
olarak, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlara iyilikler ve güzelliklere
dayalı yeni bir yaşam sunulacağını düşünmüyorum. Çünkü demokrasi ya da
demokratikleşme (insan hakları) bir avuç egemen (yönetici) tarafından
yönetilenlere (yurttaş demek istiyorum ama siz parya olarak anlayın)
babalarının hayrı için verilmek istenen bir “sadaka” olarak görülüyor.
Osmanlıdan beri
yöneten (bürokrasi) anlayışı Cumhuriyet’le birlikte devam etmiş, siyaseti de,
yönetici (siyaset)+komutan (asker)+rahip (din adamı) devletinin temelleri
arasına “en kurnaz” olanı olarak koymuştur. Bireyleri ezen ve tahakküm kuran
devletin en kurnaz parametresi siyasetçidir. Ve ne yazık ki “Kürt siyaseti” de
bu anlayıştan etkilenerek en naif şahısları siyaset dışı bırakarak belli bir
grubun (devletçi olmadıklarını iddia etseler de!) anadan doğma mesleği haline
dönüşmüş durumdadır. Bakın isteseniz, hep aynı ya da benzer simaları
göreceksiniz. Bu ahval ve şerait içinde ben Türk ve Kürt siyasetçilerinin yeni
anayasa yazılımında siyasi oligarşinin çıkarlarından kendilerini
soyutlayacaklarını, alttakilerin (Türklerin ve Kürtlerin çarıksızları, kimsesizlerinin)
adalet, eşitlik, özgürlük ve demokratik sosyal bir refah yaşantısına layık
görüleceklerini aklımdan geçirmiyorum.
27 Nisan
e-muhtırasına (bildirisine) sözde demokratik tavır gösteren bir anlayışın
(Başbakan ve AKP’nin) aynı Genelkurmay’ın-son günlerde!-iki sivil Kemalist’e
(daha sonra astsubaylara) e-muhtırasını (bildirisini) savunması, askerci
(militarist) tahakkümüne destek vermesi bu zihniyetin aklında esas geçenlerin
(lapsus’unda) demokrasi olmadığını gösteriyor. Asker benim karşıtlarıma muhtıra
verebilir, vesayetini devam ettirebilir, (AKP) anlayışında evrensel hak, hukuk,
ahlak, demokrasi değerlerinin çok ta önemli olmadığı görülüyor. Hele Başbakan
Erdoğan’ın şu söylediklerine bakınız: “Asker eskiden daha çok konuşuyordu, şimdi
az konuşuyor!” Başbakan demokrasilerde askerin siyaset yapamayacağını bilmiyor
mu? Başbakan askerin demokrasilerde siyasi demeçler, bildiriler veremeyeceğini
de mi bilmiyor? Bu nasıl bir savunmadır? Acaba bu da mı ağzından kaçtı, dili mi
sürçtü?
Ve bu aralar
aklınızdan çıkmayan (lapsus’unuzda olan!) bir şey daha var, daha doğrusu
ağzınızdan kaçırdığınız(!): “Tek din!” Başbakan’ın daha geç olarak,
yardımcılarının ise daha erken
davranarak üstünü kapattıkları bir “dil sürçme(?!) olayı”na gelmek istiyorum.
Çünkü ben de tıpkı onun bazen yutmadığı gibi, bunu pek yutmadım! Bunu lütfen
benim karaçalan kalemime versin.
Evet, tek din!
Demek ki sizin yapacağınız anayasalarda ve yasalarda hedeflediğiniz devlet
tipindeki tuğlalardan en önemlisi “tek din”dir. Buna İslam demek isterdim ama
tek karşılığının bu olmadığını bildiğimden akıllarda olanın Sünni İslam (sadece
Hanefi mezhebi düşünülüyor!) olduğunu söylemeliyim. 4 Mayıs 2012 AKP
Kahramanmaraş il kongresinde ve 5 Mayıs 2012 AKP Adana il kongresinde Başbakan,
temel çizgilerini açıklarken peş peşe, “Tek millet, tek bayrak, tek din, tek
devlet dedik. Ama asla tek dil demedik” dedi.
Yani
Hıristiyanlık, Yahudilik, Alevilik, Yezidilik, Şiilik gibi din ve mezhepler bu
devletin kırmızıçizgileridir, demektir. İstediğiniz kadar lafı oraya buraya
götürmeye çalışın, birileri dil sürçtü filan desin, aklınızda olanın devletin
lâik yapısının olmamasıdır. Din devleti düşünüyorsun
anlaşılan ve bunun mevcut yasalarda ve hatta yazmaya
çalıştığınız anayasada suç olduğunu bile bile söylüyorsunuz. İnsanların
inançlarına ve ruhani yaşantılarına Allah adına kendinizde müdahale etme hakkı
görüyorsunuz. Bunun bu topraklar üzerinde Allah’ın Gölgesi olmanın deklere
edilmesi anlamına geldiğini sosyal (siyasal) bilimciler bilir. Böylesi
tehlikeli ve ayırımcı anlayış bu topraklar üzerinde kötülük rüzgârları estirir.
Tek dinin bekasını ve tahakkümünü siyasi yollardan oluşturmanın getireceği yeni
bir tebliğci anlayış dilerim yeni bir sefer (fetih) operasyonuna dönüşmez.
Dinlerin ve
İslam’ın kutsallığına da zarar verecek bu uygulamalar yöneticilere (hükümete)
Allah adına eylem yapma hakkı verirse, bunun bir insanoğlu tarafından nasıl
kullanılabileceğini varın siz düşünün. Hüseyin Çelik’in sözde bu dil sürçmesini
izah ederken kullandığı Şamanist Türk, Zerdüşt Kürt tanımlamaları oldukça
kışkırtıcı ve tehlikeli anlamlara neden olabilir. Bunu yoksa bilerek mi
yapıyor?
Dinler ve özelde
İslam’a olan saygı ve sevgi insanları etnik ve farklı yapılarıyla sevmekten
geçer. Bırakalım sevap ve günahlarımızı Allah sorgulasın. Bırakın
inanmayanların (ateistlerin) düşünce ve yaşam biçimlerini hayat sorgulasın.
Hükümetlere düşen inanan/inanmayan herkese saygılı olmaktır.
------------
Kaynak: Özgür
Haber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder